Kur’an’ın ilk ve öncelikli muhatabı Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed Mustafa’dır (sav) ve
bu sebeple Hz. Muhammed Mustafa (sav) kendisine vahiyle gelen mesajları en fazla
önemseyen, ciddiye alan, en fazla değer veren kişidir.
Öte yandan Kur’an’ın muhatapları bütün insanlar ve doğal olarak Müslümanlardır.
Kur’an’ın muhatabı bir ırk, bir millet, bir sınıf, bir zümre değildir.
Allah’ın elçisi Kur’an’ın muhatabı olarak yalnızca kendisini görmemiş, bu amaçla özel bir
sınıf oluşturmamış, herkesin Kur’an’ı özümseyerek yaşaması için çalışmış, çabalamıştır.
Allah Kur’an’ı hepimiz için, hepimizin anlayıp yaşaması için, her yarattığı kulu ayrı ayrı
muhatap alarak göndermiştir.
Şimdi sormak gerek; Yüce Allah her birimizi birey olarak muhatap almasına, bize şah
damarımızdan daha yakın olmasına, bizi anlamasına, onunla bir araya gelmek istediğimiz,
konuşmak istediğimiz, derdimizi dökmek istediğimiz her an bizi dinlemesine, yanımızda
olmasına rağmen bizim bu muhataplığı reddederek başkalarını araya koymamız ne anlama
gelmektedir?
Kur’an’ın ana mesajı; İslam’ın temel ilkesi olan ve Allah’ın bizleri İslâm adına muhatap
alması için tek şart “Allah’tan başka ilah kabul etmemektir.
Bu ilkeyi kabul edenler hiç kimseyi, hiçbir şeyi putlaştırmayacaklarına, Allah’a ait olan
nitelikleri, Allah’tan başkasına atfetmeyeceklerine, insanların uydurduğu hükümlere
inanmayacaklarına, uymayacaklarına ve uygulamayacaklarına söz vermişlerdir.
İnananların Allah’ın hükümlerine bağlı kalmaları şartıyla Allah’ın daima yanlarında yer
alacağına olan inançları tamdır. İslâm’ın ilk döneminde namaz, oruç ile ilgili ayetler inmemiş,
içki, kumar, kadınların giyimi ile ilgili yasaklar konmamış, farzlar, haramlar, helaller ile ilgili
emirler ve yasaklar henüz bilinmiyorken ilk Müslümanlar, tam da bu sebeple, takdir edilecek
İslami bilince, inanca, ahlâka ve Allah’a bağlılığa sahip idiler.
Onlar için İslâm; hiç kimseyi, hiçbir şeyi putlaştırmamak, Allah’tan başka hiç kimseye
güvenmemek, bel bağlamamak, inanmamak, dua etmemek, Allah’ın emirlerine sorgusuz
bağlanmak, kullardan gelen saçma sapan isteklere boyun eğmemek, birbirini dost ve kardeş
bilmek, cana kıymamak, hırsızlık, haksızlık yapmamak, ezilenlere sahip çıkmak, hak ve
adaletten sapmamak anlamına geliyordu.
Gelen vahiyleri tamamen Allah’ın söylediği ve istediği gibi anladıkları için aralarında
ayrışmalar, hizipleşmeler, güç savaşları, teolojik tartışmalar yoktu. Çünkü onların derdi;
insanca, onurluca, Rablerinin bildirdiği hakka uygun, imanlı, dürüst ve ahlâklı bir yaşam
sürmek ve emrolundukları gibi dosdoğru olmaktı.
Günümüzde nafile ibadetlere, nafile namazlara, nafile oruçlara, umrelere, sünnet adı
altında yapılanlara, binlerce hatim indirmelere, salavat getirmelere ve bunlarla birlikte
Müslümanların haline bakınca Allah’ın muhatabı olmayı reddederek kulları kutsayan, kullara
inanan, güvenen, her şeylerini kullara bağlayan, dünyevi güç ve para için savaşan
Müslümanların düştükleri halin sebebini gayet iyi anlıyoruz.
Kur’an’ın ve Allah’ın muhatabı olarak, yalnızca din bilginlerini veya kendince
kutsadığınız kişileri görmek, Kur’an’a yabancılaşmanın bir sonucudur. İnsanları Kur’an’dan
uzak tutmak Allah’a ve Kur’an’a güvensizliktir. Allah ve Kur’an ile insanlar arasına duvar
örenler ve bu duvarı kabullenenler Allah’ı karşısına almaktadır.
Bu konuda ne yapacağınıza, nasıl yapacağınıza, nasıl bir hayat süreceğinize dair karar
sizindir.
AHMET BERHAN YILMAZ