Necdet BAYRAKTAROĞLU
Punto:
Dinle
Allah-ü Teala yeri, göğü ve bu ikisi arasındaki canlı ve cansız tüm alemi, kainatı anlamlı ve amaçlı yaratmıştır. Bu canlılar içinde kulu olarak insana en mükemmel şekilde hayat vermiş, maddi ve manevi bir çok nimetler sunmuş, Yaratanını tanımasını, buyruklarına uymasını, iman etmek, ibadet etmek, itaat etmek gibi O'nun gösterdiği yolda yürümesi için sorumluluklar yüklemiş ve yerine getirilmesini istemiştir. Yüce Allah Kuranımız Zariyat Suresi 56. Ayetinde: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" diye buyurmaktadır. O'na iman etmenin, ibadet etmenin ve sorumluluklarının nasıl olacağını, nasıl yerine getireceğini gösteren vasıta olarak peygamberler ve kitaplar göndermiştir.
Kainat, insanların ve diğer canlıların hayatları boyunca birlikte yaşadığı bir yerdir. İnsanlar hayatlarını sürdürürken birbirleri ile ve diğer canlı, cansız varlıklarla devamlı bir ilişki içindedir. Yüce Rab, İnsan-hayvan-bitki gibi canlıların uyum içinde güzelce yaşamasını istemektedir. Her insanın, canlının bu kainatta bir rolü ve görevleri vardır. İnsan çevresindeki insanlarla, canlılarla nasıl yaşayacağı, nasıl davranacağı hangi haklara riayet edeceği hususunda bilgi ve sorumluluk sahibi olması lazımdır.
Hak konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli husus hakkın varlığı, tespitidir. Hakkı belirleyen Yüce Allah'tır. Hz. Peygamberimiz bu konu ile ilgili olarak: "Şüphesiz Yüce Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir" diyerek hakkın veriliş sebebini belirtmiştir. Kullarını yaratan Yüce Rab, hakları ve hakların kaynağını da açıklamıştır.. Her şeyi yaratan ve her şeyin sahibi olan Yüce Allah, aynı zamanda hakkın sahibi ve belirleyeni ve tespit edenidir. Allah adalet sahibidir. Bütün hakları sahibine verecektir. Yüce Rabbe yerde ve göklerde hiç bir şey gizli değildir. Hepsi O'nun bilgisindedir.
Allah katında sevap ve mükafat kazanmak için kul hakkına riayet etmek ve kul hakkından arınmış olmak gerekir. Kuran'ı Kerim'de "Hak" "Gerçeğe uygun olan söz, doğru olmak, doğru yol, adalet, görev ve ödev, aslına uygun inanç, bilgi, bir olayın iç yüzü, doğru, gerçek, sabit" gibi anlamlara gelmektedir. Ayrıca hak "kişinin yetkileri, ayrıcalıkları ve diğer varlıklara sabit olan görevleri" şeklinde nitelendirilmektedir. Her hakkın üzerinde bir çok hak ve sorumluluk bulunmaktadır.
Yüce Allah kul haklarını önlemek için Kuranı Keriminde bir çok ayetlerinde ve Hz. Peygamberimiz bir çok hadislerinde bir bir açıklamıştır. Haklar yönünden toplumun bireyleri, birbirlerine karşı sorumludur. Bu konuda Hz. Peygamberimiz Müminleri: "Müslüman elinden ve dilinden başka Müslümanların zarar görmediği kimsedir", "Müslüman Müslüman'ın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edecek birinin eline bırakmaz" demiştir. Dinimiz sağlıklı ilişkinin temelinde, müminlere karşılıklı haklara riayet etmek gerektiğini bildirmiştir.
İslam dininde haklar, "Allah'ın hakları" ve "Yaratılmışların, kulların hakları" diye ikiye ayrılmaktadır. Birincisi Yüce Rab ile kulları arsındaki haklar, ikincisi ise insanın diğer insanlar arasındaki haklarıdır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk görevlerdir. O'nun varlığına ve birliğine inanmak, hiç bir şeyi ortak koşmamak ve O'na ibadet edip, emir ve yasaklarına uymaktır. Yaptığı kusur ve günahlardan, yanlışlardan dolayı O'na yalvarır, tövbe diler, affını ister.
Günümüzde kullanılan insan hakları, İslam inanışında kul hakları olarak ifade edilir. İnsan hakları, sadece insan ile insan arasındaki hakkı ve hukuku ilgilendirir. Kul hakkı ise, önce Yüce Allah ile kul arasındaki, sonrada kul ile kullar arasındaki hak ve hukuku belirtir. Bu nedenle kul hakları, insan hakları bakımından özellik olarak daha geniştir. Kul hakkının telafisi farklıdır ve Allah'ın hakkının telafisi gibi değildir. Hem Yüce Rabbin emrine aykırı bir günah var, hem de hak sahibine karşı yapılan haksızlıkta günah var. Üzerinde kul hakkı bulunan kimse, haksızlığa uğrayan kişiye özrünü sunacak, maddi bir kaybı varsa ödeyecek ve helallik isteyecek, gönlünü alacak ve sonra da Yüce Allah'tan af dileyecektir.
Bu nedenle Yüce Allah, kulunun her türlü günahlarını bağışladığı halde, kul hakkını hak sahibi affetmedikçe bağışlamıyor. Hz. Peygamberimiz kul haklarının ihlalinde: "İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah'da merhamet etmez" diyor. Tek çare hak sahibinin gönlünün alınması, helalleşerek rızasının kazanılmasına bağlıdır. Bu yüzden kul hakkına çok dikkat etmeli ve helalleşmeyi adet haline getirmelidir.
Kul hakkı insanın sahip olduğu haklar olup, Kuranı Kerimde üzerinde önemle durulmuş, hak, adalet, ölçü, tartı ve zulüm gibi kavramlarla belirtilmiş, saygı gösterilmesi istenilmiştir. Yüce Allah'ın emir ve yasaklarının yarısından çoğu kul hakkı ile ilgilidir. Kuranımız Bakara Suresi 188. Ayette: "Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin, insanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için, onları hakimlere (rüşvet Olarak) vermeyin", Nisa Sure 29. Ayette: "Ey iman edenler! mallarınızı aranızda haksız bahanelerle yemeyin..", Rahman 9. ayetinde: "Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın", Şuara 181. Ayet: "Ölçeği tam ölçün hak yiyenlerde olmayın", 183 de "İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın", Mütaffifin Suresi 1. Ayette: "Eksik ölçüp noksan yapan hilekarlara yazıklar olsun!" diye buyrulmaktadır.
Yüce Allah her türlü insan haklarına çok önem vermekte ve riayet edilmesini ve gözetilmesini ve dikkat edilmesini istemektedir. Kuranımız Bakara Suresi 229. Ayette: "İşte bu Allah'ın hudududur, ona tecavüz etmeyiniz" diyerek ilahi ikazını yapmaktadır. Demek ki kul hakkını çiğnemek, Yüce Allah'ın hududunu çiğnemek olarak kabul edilmektedir. Bu haklara haksızlık edenleri, tecavüz edenler ve hadi aşanları, belirlenmiş sınırları çiğneyenleri, zulüm edenleri zalimler olarak belirtmektedir. Kuranımız İbrahim Suresi 42. Ayette: "... Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma", Şura Suresi 42. Ayette: "Sorumluluk, ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere aittir. İşte böylelerine acı bir azap vardır", Ali İmran Suresi 192. Ayette: "Biliniz ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir", aynı Sure 151. Ayette de: "Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür" diye buyrulmaktadır. Hz. Ali Efendimiz de bu konuda: "Zulüm kılıcını çeken aynı kılıçla öldürülür" demiştir. Yabancı düşünür Blaie Pascal'da: "Haksız güç zalim, güçsüz hak çaresizdir" diye açıklamış, Socrates de: "Haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır" diye ifade etmiştir.
Hz. Peygamberimiz kul hakkı konusunda: "Kıyamet günü müminler ateşten kurtulurlar ve cennetle ateş arasındaki bir köprü üzerinde durdururlar. Orada, dünyada iken aralarında meydana gelmiş haksızlıklar için kısas yapılır. Nihayet haksızlıklardan temizlendikleri ve pak oldukları zaman cennete girmelerine izin verilir" demiştir. Görüldüğü üzere kul hakkı, kişinin cennet ve cehenneme gidişinde önemli ölçüde belirleyici olduğu görülmektedir.
İslam dini toplumun bireylerini birbirine bağlayacak ve sağlıklı, huzurlu bir işleyiş temin edecek şekilde hakların ve kuralların, prensiplerin yerine getirilmesini tavsiye etmektedir. Yüce Allah'ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın çok ağır vebali ve günahı vardır. Çünkü böyle bir günahın Yüce Rab tarafında bağışlanması ve hak sahibinin affetmesi şartına bağlıdır. Hak sahibi hakkını almadıkça veya hakkından vazgeçmedikçe, Yüce Allah, kul haklarının ihmal ya da ihlal edilmesini hoş görmemekte, bu hakları yiyenin günahını affetmemektedir. İlahi adaleti budur. Bir güzel sözde: "Onca nimet varken kul hakkı yemeyiniz" denilmiş, ne güzel söylenmiştir. İnsanın dokunulmaz hakları vardır. Bunlara dokunulması günah ve haramdır. Hz. Peygamberimiz veda hutbesinde: "Ey inananlar! Sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır" demiştir.
Kul hakkı olan günahların affı güç, azabı şiddetlidir. Bu nedenle Hz. Peygamberimiz, üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olanlara hakkını hemen ödemek ve helallik almalarını tavsiye etmiş: "Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helalleşsin.." demiştir. Bu haklar için, hak sahibi ile helalleşmek gerekir. Mal sahibi ölmüş ise, varisine ödenecektir. Varisi de yoksa veya mal sahibi bilinmiyorsa, onlara ulaşılamıyorsa, muhtaç bir fakire verilecek, sevabı sahibine gönderilecektir. Fakirde yoksa hayır kurumlarına verecektir. Bunları yapmak imkanını bulamazsa, mal sahibine ve kendisini af olunması için dua edecektir. Kul borcu ile ölürse, dünyada helalleşmezse, ahirette bir çok sevapları hak sevabına verilerek helalleşecektir. Ahirette, haksızlık yapan kişinin salih amellerinin, haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verileceği, eğer verilecek salih amel bulunamazsa, o zaman mazlumun günahlarının, haksızlık yapana yükleneceği belirtilmiştir. Bir kimseden haksız olarak alınan bir lirayı dahi sahibine geri vermek, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevap olduğu ifade edilmektedir.
Hz. Peygamberimiz kul hakkını ihlal eden kişiyi iflas etmiş (Müflis) olarak nitelemiş ve ashabına "Müflis kimdir bilir misiniz" diye sormuş. Ashab da: "Müflis, hiç dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir" diye cevaplayınca, Hz. Peygamberimiz de: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekat gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah'ın huzuruna gelir. Ancak bu ibadetlerin yanında öyle günahlar işlemiştir ki, KİMİLERİNE SÖVÜP SAYMIŞ, KİMİNİN KANINI AKITMIŞ, KİMİNİN MALINI YEMİŞ, KİMİNE ZİNA İFTİRASINDA bulunmuştur. Bu durum karşısında, onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmıştır. İşte böylece, müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır" demiştir.
Gayri Müslim dahi olsa onunla helalleşmesi gerekir. Onlara zulmetmek, üzmek, hile yapmak ve ırzlarına, canlarına ve mallarına zarar vermek günahtır. Borcunu ödeyip gönlü alınmazsa, ahrette onun hakkı affolunmaz. Kafir dahi olsa onları savaş hali hariç, haksız yere öldürmek caiz değildir. Hz. Peygamberimiz: "Arkadaşını öldüren, ümmetimden değildir. Öldürülen kafir olsa da yine böyledir" demiştir. Dinimiz ve törelerimiz, mümine tanınan hak ve hürriyetleri, Gayrımüslimlere de tanımakta, insanı şerefli bir mahluk olarak belirmektedir. Hiç bir Müslüman'ın, dinin emirlerine aykırı şekilde davranarak, İslam dinine zarar vermeye, gölge düşürmeye hakkı yoktur. Bir yabancı ilim adamı İslam dinini inceledikten sonra Müslüman olur ve Arap ülkelerine gidip, oradaki Müslümanların davranış ve hayatını görünce: "İyi ki sizleri görmeden önce Müslüman oldum. Hayatınızı inceleseydim, Müslüman olmazdım" demiştir. Ne acı bir gerçeği ortaya koymaktadır. Müslüman, dininin güzel ahlakı ile örnek olmalıdır.
Adalet hakkı, gerçeği, iyiyi ve doğruyu, saygıyı esas alır. Yargı, hak ve adaletin tesis edilmesinde çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Maide Suresi 42 Ayetinde ise: “… Hüküm verirsen, artık aralarında adaletle hükmet! Çünkü Allah, adaletli olanları sever” denilmektedir. Özellikle hakim, savcı, avukat, ve hakem gibi hak ve adalet dağıtan görevliler, adalet hak ve hukukun tecellisinde kul hakkına dikkat etmelidirler. Bu görevin doğru, yanılmadan, haksızlık ve zarar verilmeden adalet üzere yerine getirilmesi gerekir.
Yalancı şehadet, haklının hakkına zarar verir ve adaletin yanıltılmasına sebep olur ve kulun hakkı çiğnenmiş olur. Adaletin tecelli etmesi, hakikatin ortaya çıkması, hakkın korunması şahitlerin beyanlarına bağlıdır. Kuranımız Bakara Suresi 283. Ayetinde ise: "... Birde şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkardır. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilendir" denilmiştir. Hz. Peygamberimiz de: "Kim şahitlik edecek durumda olmadığı halde bir Müslüman'ın aleyhine şahitlik ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın" demiştir.
Emanete riayet etmemek, emaneti yemek, israf etmek ve korumamak kul hakkına girer. Bu konu, Kuranımız Bakara Suresi 283. Ayette: “Bir kısmınız diğerlerine bir şey emanet ederse, güvenilen kimse kendisine emanet edileni yerine versin ve bu hususta Rabbi olan Allah’tan korksun”, Hz. Peygamberimiz de: “Allah, emanete riayet edeni sever” diye açıklamıştır.
Bir kişiye ücretsiz olarak iş yaptırmak, haksızlıktır, hakkı verilmelidir. İsteyerek iş yapanla helalleşmelidir. Zaruret halinde bile alınan malın bedeli sonra ödenmelidir. Bir şey yerken, içerken, yanımızdakiler de vermemiz ve ikram etmemiz gerekir. Ya yemeyeceksin, ya da ikram edeceksin. Çünkü yanımızdakilerin göz hakkı vardır, verilmesi lazımdır. Bir atasözünde: "Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" diye söylenmektedir. Borç alan kişinin, zamanı geldiği ve imkanı olduğu halde borcunu ödemezse kul hakkını ihlal etmiş olur. Bu konuda Hz. Peygamberimiz: "Ödeme gücü olan kimse, ödemesini ertelemesi zulümdür", demiştir.
İnsanların ayrıca toplumsal hakları da vardır. Anne ve baba, karı ve koca, çocuklar üzerideki haklar ile akraba ve komşu haklarına riayet edilmelidir. Hz. Peygamberimiz bu konularla ilgili olarak: "Bir evladın anne ve babasının hakkını ödemesi gerçekten zordur" demiş, akraba hakkında: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse akraba ilişkilerini sürdürsün" demiş, komşu içinde: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eziyet etmesin" diye ifade etmiştir.
Yüce Rab hakları, insanların kendi iradelerine, istek ve arzularına göre değil, adalet, denge prensiplerine göre belirlemiştir. bu husus Kuranımız Müminun Suresi 71. Ayetinde: "Eğer hak, onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi" denilmektedir. Hak dağılımı güçlülerin, kuvvetlilerin, kişilerin ve bazı gurupların elinde olsaydı çatışma, haksızlık ve dengesizlik kaçınılmaz olurdu. Yüce Allah hak dağılımında fert ve toplum hayatının adalet, denge ve iyi bir düzen üzerine yürümesini istemiştir. Düşünür Konfücyus da: "Asil ve şerefli insan, hak ve adaleti her şeyin üstünde tutar" diye çok güzel ifade etmiştir.
Nice zamandır gelenek olmuş bir şekilde, cenazeler de hoca cemaata: "Merhumun hakkını helal etiniz mi?" diye sormaktadır. Cemaatte: hep bir ağızdan "Helal olsun" der. Peki öleninin üzerindeki bütün kul hakları silindi mi bu halde. Katiyetle hayır. Ölen kişi başka kişilerin kul haklarından kurtulamaz. Borcunu varisleri ödemedikçe kul hakkı üzerinde kalır. Hz. Peygamberimiz ölenin borcu olduğundan dolayı bir kişinin cenaze namazını kılmamıştır. Günümüze uygun bir sözde: "Helalin adı kaldı gören yok, haram kapışıldı hala doyan yok" diye söylenmektedir.
Toplumu sevk ve idare eden yöneticilerin en önemli görevi ve sorumluluğu, insanlar üzerindeki hak ve hukuku sağlamak, hakları gözetmektir. Kişilerin hakları kanun önünde korunmalı, teminat altına alınmalıdır. İnsanlar kendi çıkarları, hesapları ve menfaatleri doğrultusunda, başkalarının hakkına el uzatmakta, haksız kazanç sağlamaktadırlar. Hatta aldatılmak suretiyle kişiler farkında olmadan mağdur edilmekte, haksızlık yaşamakta ve hak kaybına uğramaktadırlar.
Hak ve hukuk bilinci ve sorumluluğu yüksek bireylerin olduğu toplumda haksızlıklar asgari düzeye inecektir. Adil ve hakkaniyete dayalı ilişkiler toplumun huzur ve rahatını getirecektir. Haklara tecavüz, haksızlık insanlar arasında ve toplumda kaos, kargaşa ve çatışmaya yol açacaktır. Devlet ve özel şirket görevlerinde makam ve mevkii kötüye kullanmak, haksız yere kazanç elde etmek, sahtekarlık, hırsızlık yapmak, zimmete para geçirmek, rüşvet almak, devletin ve şirketin malını kötüye kullanmak, talan etmek, şahsi çıkarları için başkalarının malına, canına zarar vermek, aldatmak, adaletsiz davranmak gibi davranışları yapanlar, kul haklarını ihlal etmiş olmaktadırlar. Hz. Mevlana bu hususla ilgili olarak: "İçini dışından daha çok süsle! Dışın halkın, için hakkın baktığı yerdir" diye söylemiştir.
Devlet malı milletin malıdır. Devletin, vakfın malını çalmak, zimmetine geçirmek, yemek, şahsi menfaatinde kullanmak ihanettir. Bu gibi kul haklarında bir kişinin değil belki yüzlerce, binlerce kişinin hakkı yenmektedir. Bu kadar kişiden helallik almak hiç kolay değildir. En zor kul hakları bu haklardır. Yunan atasözünde bu konu ile ilgili olarak: "Hak yenir ama hazmedilemez" diye söylenmiştir. Devlet, millet hakları, Yüce Allah tarafından insanlara emanettir. Bir insanın Yüce Allah'a karşı borcu olursa, O'nun rahmeti geniştir, affeder. Ama devlet, millet, cemiyet, ve kul borcu olursa, asla affetmeyecektir. Yine halk dilindeki güzel bir sözde: "Ey Dost! Kul hakkı nedir bilir misin? Allah yarına bırakır, ama yanına bırakmaz" diye söylenerek, karşılığını mutlaka göreceği belirtilmiştir.
İnsanlar dünyalık kazanmak için başkasının mallarına el koymaktadırlar. Düşünür Jean J. Rousseaou: "Hiç bir zaman haklarını aşma; çünkü başkalarının sınırlarına saldırmış olursun" diye anlamlı ifadede bulunmuştur. Ancak bu gibi insanlar yaptığı haksızlık nedeniyle, taşıdığı kul hakkı sebebiyle hem dünya hayatını hem de ahret saadetini yıkmaktadırlar. Hz. Peygamberimizin dediği gibi: "Günü geldiğinde Allah Teala boynuzsuz koyuna eziyet eden boynuzlu koyun bile hesap soracaktır" demektedir. Ahrette, hesap gününde hakka riayet edende, haksızlık edende mutlaka yaptığının karşılığını görecektir. Haksızlığa uğrayanlar için Hz. Peygamberimiz: "Canı yanan sabretsin. Canı yakan canının yanacağı günü beklesin" demiştir.
İnsan içinde bulunduğu kainatta çevresindeki ve ilişkide bulunduğu varlıklara karşı yapması ve dikkat etmesi gereken görev ve sorumlulukları vardır. Her türlü hakka riayet eden kul, hakikatin yani yüce Rabbin yanında yerini almış olmaktadır. Bu nedenle hayatımız, haktan yana ve hakkı savunmakla, haklar riayet etmekle geçmelidir. Ayrıca haklara saygı yalnız insanlara karşı olmayıp, hayvanlara, bitkilere, tabiata, ormana, ağaca tüm çevremize canlı ve cansız tüm varlıklara karşı da haklarımız ve sorumluluklarımız vardır. Hayvanlara karşı iyi davranmalı, eziyet etmemeli bakıp ve beslenmeli, aç susuz bırakılmamalıdır. Bunlar, yüce Allah tarafından kullarına emanettir.
Günümüzde devlet, millet ve kul hakkına riayet etme anlayışı azalmış bulunmaktadır. İnsanlarımızın değer yargıları değişmiş, her şey maddiyata dayalı, aç gözlü, çıkar hesaplı olmuştur. Haksızlıklar ve haksız kazançlar her geçen gün artmaktadır. Allah korkusu, kanun korkusu, utanma, ar, haya kalmamış, kendi öz değerlerinden uzaklaşmıştır. Kalplerde hak, adalet, yardımseverlik, vicdan, merhamet, güven, doğruluk, sevgi ve saygı, içtenlik duygularında büyük bir çürüme ve yozlaşma başlamıştır. İlişkiler bencil, kendini düşünen hal içindedir. Bilinçsiz, vicdansız ve umursamaz, kendi çıkarları ve arzuları için yaşayan bir toplum oluştu. İnsani ve vicdani ilişkileri kuvvetlendiren milli ve dini değer yargılarının bağları koptu. Gelişen teknoloji, bilgisayar, internet, cep telefonları, çağdaşlık, modernlik, batılılaşmaya dayalı, dış kültür etkileri insani ilişkileri her geçen gün zedelemektedir.
Bundan kurtulmanın yolu, çare Türk-İslam kültürünü yaşamaktır. İslam dini ve Türk töresi ırk, din, dil, renk, mezhep, siyasi anlayış farkı gözetmeksizin her insanın şeref ve haysiyetine, hak ve hukukuna saygı gösterilmesini ister. Fert, toplumun ve milletin düzenini, adaletini, hakkını, hukukunu, rahat ve huzurunu, uyumunu sağlamada dinimiz ve örf ve adetlerimiz hassasiyetle üzerinde durur. Bütün insanların, malını, canını, kanını, namus ve haysiyetini kendimizin ki kadar kutsal saymamızı, diğer canlı ve cansız varlıkların haklarına da saygı göstermemizi bekler.