İsmet TAŞ
Punto:
Dinle
Kerbela akla gelince, Müslüman olup da, hatta insan olup da yüreği sızlamayan tek bir kişi yoktur. Bu büyük acıyı tekrar tekrar dinlemek, okumak, yaşayacağımız büyük acıların önüne geçmesi açısından son derece önemlidir. Özellikle günümüzde İslam Dünyasının içine düştüğü, “Fitne Ateşi”nin içinde yanmaması içinde Kerbela’yı anlamamız önemlidir. Kısaca hatırlayalım.
Hz. Ali’nin (r.a.) vefatından sonra, Hz. Hasan’a halifelik için biat edilir. Bu arada Şam Valisi Muaviye’de halifeliğini ilan eder. Hz. Hasan halifeliğinin altıncı ayında, Hz. Hüseyin’in itirazlarına rağmen, Müslümanların selameti için halifeliği Muaviye’ye bırakır.
Muaviye, kendisinden sonra halifeliği oğlu Yezide bırakacağını açıklaması üzerine, Hz. Hüseyin, bunun saltanat yönetimi olduğunu, halifeliğin babadan oğula geçerek değil, istişare ile seçilmesi gerektiğini söyleyerek böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini açıklar ve muhalefet eder. Muaviye kendisine bu konuda muhalefet edenlerle yapmış olduğu görüşmeler sonuç vermeyince işi oluruna bırakır.
Muaviye’nin vefatı ile Yezid halifeliğini ilan eder. Hz. Hüseyin Medine’den ayrılıp Mekke’ye gitmiş, şura ve seçim prensiplerine aykırı bir şekilde halifeliğini ilan ettiği için, Yezid’in meşruiyetini kabul etmemiştir. Ayrıca Hz. Hüseyin, Yezid’i, yetersiz, cahil ve Müslümanları yönetemeyeceğine inanmaktadır. (daha sonraki olaylar Hz. Hüseyin’i doğrulamıştır.)
Daha önceleri devletin başkenti olan Kufe, Muaviye ile birlikte gücünü ve özelliğini kaybetmiş, önemsiz bir şehir haline gelmeye başlamış, aşiret reislerinin gelirleri düşmüş, Şam ile hiçbir zaman aynı duruma gelememişlerdir. Bunun böyle gitmemesi gerektiğini düşünen Kufeliler Hz. Hüseyin’e binleri bulan mektuplar yazarak halife olması gerektiğini, kendisine bu konuda biat edeceklerini ifade etmişlerdir. (Irak halkı Emevilere zaman zaman isyan etmişler ama başarılı olamamışlardır. İsyanlarını da ilk olarak da Hz. Hüseyin ile yapmışlardır. Ancak hiçbir zaman bu bağlılık, gönül desteğinden kılıç desteğine dönüşmemiştir. )
Hz. Hüseyin durumu araştırmak üzere amcasının oğlu Müslim b. Akil’i bir mektup yazarak Kufe’ye gönderir. Müslim büyük bir heyecanla karşılanır. Yaklaşık otuz bin kişi biat için söz verirler. Bunun üzerine Müslim, Hz. Hüseyin’e gelmesi için haber yollar. Aslında Kufe’den Hz. Hüseyin’e davet mektubu gelmesi yadırganacak bir durum değildi. Burası hem babası Hz. Ali’nin(r.a) hem de ağabeyi Hz. Hasan’ın siyasi merkez olarak kabul ettiği bir yerdi. Üstelik Kufeliler Muaviye döneminde son derece önemli gelir kayıpları yaşamış, ellerinde bulunan imkânları kaybetmişlerdi. Bunu Hz. Hüseyin vasıtasıyla geri alacaklarını düşünüyorlardı.
Kufe’deki Yezid taraftarları bütün olup bitenleri Yezid’e anlatarak, Kufe’yi elinde tutmak istiyorsa daha güçlü bir valinin atanması gerektiğini söylüyorlardı. Bunun üzerine Yezid, Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyad’ı Kufe’ye vali olarak atadı. Ubeydullah vali atanır atanmaz, “iyilerinize ve itaat edenlerinize kardeş gibi davranacağım, emrimi kabul etmeyen ve bana karşı çıkanlara kılıcım ve kırbacım üzerlerinde olacaktır” diyerek tehdit etti ve sert tedbirler almaya başladı.
Bunun üzerine Müslim’in yanında olanlar dağılmaya başladı. (bu gün olduğu gibi gücün yanında yer almaya başladılar). Vali Ubeydullah Müslim’in her hareketini takip ettiriyor bir nevi gözaltında tutuyordu. Müslim’in etrafındaki kalabalık git gide azalıyor nihayet yok denecek seviyeye geldi. Vali Ubeydullah Müslim’i saklandığı yerden aldırarak idam ettirdi. Ve tabi ki ona destek verenleri de.
Hz. Hüseyin Müslim’in yazmış olduğu mektubu dikkate alarak Kufe’ye gitmeye karar verdi. Iraklılara güvenmemesi konusunda defalarca uyarıldığı halde bunları dinlemeyerek ailesi ile birlikte yola çıktı. (Hicri 60.)
Hz. Hüseyin yolda, Müslim’in ve sütkardeşi Abdullah b.Buktur’un öldürüldüğü haberini aldıktan sonra Kufelilerden tamamen umudunu kesti. Bu gelişme üzerine yolda kendisine katılanlara isterlerse geri dönebileceklerini söyledi. Bunun üzerine yanında sadece aile efradı kaldı. Irak’tan gelen Muti, Hz. Hüseyin’e Irak’taki durumu tekrar anlatarak geri dönmesi için ısrar etti. Ancak Hz. Hüseyin , “Allah’ın emrine kimse karşı gelemez” diyerek reddetti. Bu sırada Müslim’in kardeşleri ve oğulları, Müslim’in intikamını almadan geri dönmeyeceklerini söylediler. (Hz. Hüseyin’in geri dönmemesinde bu durumun etkili olduğu konusunda tarihçiler hem fikir olmuşlardır.)
Hz. Hüseyin yolda Irak’tan gelen Hürr b. Yezid komutasındaki ordu ile karşılaştı. Hürr, Ubeydullah’a mektup göndererek ne yapacaklarını yazdı. Hürr’ün niyeti Hz. Hüseyin’in sağ-salim Kufe’nin dışında bir yere ulaşmasıydı. Vali Ubeydullah Hürr’e, Hz. Hüseyin’in kurak ve susuz bir yerde konaklamasının sağlanmasını istedi. Bu sırada Vali Ubeydullah, Rey Valiliğine atadığı Ömer b. Sa’d’ı Hz. Hüseyin’in üzerine göndermek istedi. Ömer, Hz. Hüseyin’in hem akrabası hem de çok yakın samimi çocukluk arkadaşı idi. Rey Valiliğini kaçırmamak için istemeye istemeye Hz. Hüseyin’in üzerine giden orduya komuta etmek zorunda kaldı. Hz. Hüseyin, Ömer’e, oluşan yeni durum karşısında geri dönebileceğini söyledi. Ömer olayın kansız barışçıl bir yolla çözülmesi taraftarı idi. Hz. Hüseyin, Ömer’e, “Ya geri döneyim, ya sınırda kâfirlerle cenk ederek şehit olayım(Müslümanlarla çarpışmamak için) ya da bırakın Yezid ile görüşeyim” dedi. Ömer hemen Vali Ubeydullah’a bu durumu yazdı. Vali yapılan tekliflerin hiçbirini kabul etmedi. Yanında bulunan Şemil b. Zilcevşen Valiye, “Sakın affetme böyle bir durum bir daha asla karşına çıkmayabilir Hz. Hüseyin oradan kurtulursa yine sana isyan eder” diyerek Valinin kararında etkili oldu. Vali, Ömer’e Hz. Hüseyin ile savaşması karşılığında mükâfatlandırılacağını, aksi halde ordunun komutasını Şemir’e vermesi gerektiğini bu durumda kendisinin cezalandırılacağını bildiren bir mektup yazdı. Ömer bu durum karşısında Hz. Hüseyin ile savaşma kararı aldı.
Hz. Hüseyin savaşın kaçınılmaz olduğunu görerek yanındakilerine asıl hedefin kendisi olduğunu isterlerse ayrılabileceklerini gönül koymayacağını bildirdi. Ancak hiç kimse asla ayrılmayacağını kesin bir dille ifade ettiler. Toplam 72 kişiydiler.
Tuhaf olan olaylardan birisi de, Kerbela’ya Hz. Hüseyin’i katletmeye gelenler, O’nu yalnız bırakan Kufe’lilerdi. Üstelik içlerinde Hz. Hüseyin’e, “Gel” diye mektup gönderenlerde vardı. Ama Kufe’liler bu mektupları inkâr ettiler.
Ertesi gün (10 Muharrem Cuma Hicri 61, Miladi 10 Ekim 680) her iki tarafta sabah namazını kıldıktan sonra savaş durumu aldı.(Bugün olduğu gibi) Bu sırada ilk Irak birliğinin komutanı Hürr, saf değiştirerek af diledi ve Hz. Hüseyin’in yanında yer aldı.
Savaş, Hz. Hüseyin’in akrabası, en samimi olduğu çocukluk arkadaşı, Ömer b. Sa’d’ın emri ile başladı. Hz. Hüseyin’in çevresindekiler onu korumaya çalışsalar da başarılı olamadılar. Her biri birer birer acımasızca tarihin gördüğü en acı bir şekilde katledildiler, şehit oldular. Sadece Hz. Hüseyin kalmıştı. Kimse şehit etmeye cesaret edemiyordu. Fitne ateşini körükleyen, Şemir’in kesin emri ile hep birlikte Hz. Hüseyin’e saldırdılar. Hz. Hüseyin’i vahşice, acımasızca alçakça ve hunharca şehit ettiler. Mallar yağmalandı. Tek sağ kalan hasta haliyle çadırda yatmakta olan Hz. Hüseyin’in oğlu, İmam Zeynel Abidin adıyla tanınacak olan Ali’ydi. Onu da öldürmek istediler ama hasta ve çocuk olması nedeniyle öldürmediler. (Daha sonraları Hz. Hüseyin’i sevenleri tarafından, Ehl-i Beyte kalkan eller teker teker kırıldı. O savaşa katılanların hiç birisi sağ bırakılmadı)
Kerbela’da yaşanan acı, kahredici, alçakça canavarca yaşanan bu olay da, gözyaşlarına boğulacak daha birçok olay anlatılır. Hz. Hüseyin’in kafası kesilerek önce Kufe valisine sonra Halife Yezid’e gönderildiği gibi.
Bu güne geldiğimizde, kalbinde zerre kadar imanı olan herkes bu olaydan nasıl bir ders alacağını düşünmeli. İslam Dünyasının içinde bulunduğu durumdan, Müslümanların birbirlerine karşı olan acımasızca tutumlarına varıncaya kadar. Her türlü alçaklıktan tutunda, ihanete varıncaya kadar. Sadakat ve itaatten tutunda, çıkar ve menfaate varıncaya kadar daha birçok konuda ders çıkarmamız gerekir. Ancak o zaman Kerbela’yı doğru anlamış, değerlendirmiş oluruz. (Özellikle sosyal medyada birbirlerini yiyen kendilerine Müslümanım diyenler, bir kez daha dönüp kendilerine bakmalıdırlar.)
Bütün bunların yanı sıra, bir bela, bir musibet gelirken kenetlenememenin, birlik ve beraberlik içinde olamamanın, kendi insanının alçaklığının ve ihanetinin sonuçları açısından Kerbela çok önemli bir olaydır.
Bugün Yunanistan’ın yanında yer alan Haçlı Dünyası ile savaş kapıda. Yani bir bela bir musibet geliyor. Peki, biz ne haldeyiz? Böyle olmamızın, bu şekilde davranmamızın sonuçlarını düşünebiliyor muyuz? Biz böyle davranmaya devam edersek bu durumun sonuçlarının nerelere varacağını tahmin edebiliyor muyuz? İhanet değilse bile gaflet içinde olanlar, Kerbela’yı bir kez daha okusunlar.
Başta Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin olmak üzere, Kerbela’da şehit olan bütün Ehl-i Beyt’e Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Kerbela’nın acısını, yaşadığımız sürece yüreğimizde hissedeceğiz, hainlere, alçaklara, şerefsizlere lanetler savuracağız.
İsmet Taş
İç Anadolu Birliği Genel Başkanı / Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanı