Mahmut Esfa EMEK
Punto:
Dinle
Ülkemizde hiç bir şeyden (yapılan,başarılan,düşünülen) mutlu olmayan, yetersiz hatta gereksiz bulan,yetinmeyen,alay eden,küçümseyen,aşağılayan bir kitle var maalesef.
Tabiiki eleştiride adaleti gözetenleri,rasyonel analiz ve eleştirileri kastetmediğim çok açık.
Meşrebi,nesebi karışık olanlar ve her şeyi taraf yada karşıtlık üzerinden siyasal okuma yapanlar hariç kalan kısmın eko-sosyal nedenleri dışında psikolojik nedenleri olabilir mi?
İşletmeler içinde de benzer bir sorun vardır.
İstatistiksel olarak şöyle bir genelleme ne kadar geçerlidir bilmiyorum ama,
Personelin %20’si memnun,%20’si ise her koşulda gayri memnun (kopuklar)olarak tanımlanır.Bunun, sağlanan koşullardan bağımsız olarak psikolojik arka plana dayandığı ifade edilir.(kalan %60 koşullara bağımlı)
Yukarıda tanımladığım kategoriye giren insan sayısı ülkemizde umarım kopukların oranını aşmıyordur.
Psikolog değilim ama “kendisi ile barışık” olmayan birisinin “ülkesi ile barışık olması”nin mümkün olamayacağı kanaatine vardım.
Tersten okursak,bir insanın ülkesini sevebilmesi için önce kendisini sevmesi gerekiyor.
Sevmek içinde tanımak.
Kendisine karşı merhametsiz olan başka kime ve neye karşı merhametli olabilir ki.
Bu korelasyon doğru ise,vatan sevgisinin yolu insanın kendisini sevmesiyle başlıyor demektir.
Kişisel bütünlüğü zedelenmiş,özgüveni yetersiz ve özellikle çocukluktan kalan derin yara,bereler hep kendimizi suçlamaya, aşağılamaya ve cezalandırmaya zorluyor.
En büyük mahkeme insanın kendi içinde kurduğu ve kendini mahkum ettiği mahkemedir,çünkü hiç beraat ettirmez,af ilan etmez,hafifletici neden bulmaz.
İnsan kendini sürekli suçlarsa eninde sonunda cezasını da keser diyor psikolog hanım.
Kendini yalnız bırakır, aç bırakır, arkadaşsız bırakır ,kimsesiz bırakır,hatta kendine zarar verir.
Sadece kendisini suçlamakla kalmaz,çevresindeki her şeyi, kurumları, devleti,bütün dünyayı lanetler.
En derin acılar en dipte bulunur ve onlar hayatın tadını,tuzunu yok ederler.Kendimize bile itiraf etmeye korktuğumuz derin yaralardır.
Bunlar, hayatı “acı”üzerine inşa etmemize neden olur.
Öyleyse önce “kendimizi affederek” başlayabiliriz.
Unutmayalım,biz ne yaparsak yapalım ,son sözü kader söyler.
Yani altında ezildiğimiz yükün tek başına ne sebebi nede sonucuyuz.
Ve biz sonsuz bir enerjiyle donatılmış “alem”iz,yaratılmışların en değerlisiyiz.Kendimize bu hoyrat muameleyi reva göremeyiz.
“Her sabah evden çıkarken geç aynanın karşısına,
Bir selamda çak kendine,
Bu dünyada sende varsın,sende değerlisin” der Ü.Dökmen
Ve şüphesiz yaşam enerjimiz olan “umut”u her koşulda yeşertmeliyiz.
Notlarım arasındaki şu cümleyi kim söylemiş bilmiyorum.
“Olur da Bir Gün Umudunuz Kırılırsa;
Sağlam Kalan Yerinden Umut Etmeye Devam Edin,
UMUT Her Şeydir…!!!
“Umut ! hiç bitmeyen bir bahar mevsimidir.İçinde karda yağar,fırtınada kopar, ama çiçekler hep açmaya devam eder. “
Bu yolculukta en zor olanda,nefsi terbiye etmenin ve açılmış yaraları kapatmanın yolu olan “Affetmek” tir.Herkesi ve her şeyi.
Ariflerin yolu değilmidir zaten,ilk ders kırmamak ve son ders kırılmamak.
Ve ,karşılaştığımız acılar ,ihanetler ,felaketler, ölümler ,iflaslar ve hastalıkların hepsinin; yaradanın bizi olgunlaştırma projesinin bir parçası olduğunu unutmadan.
Ayrıca ,acı ve zaman terbiyecisi “sabır”,
Doğru ile yanlışı ayırt etmemizi ve doğruyu yapma gereği ve ısrarımızı ve bu hususta Yaradana verdiğimiz sözü ifade eden “istiğfar “
Ve bize uzanan,çekip çıkaran el ve son sığınağımız olan “dua” zırhlarını kuşanarak meydan okuyabilmeliyiz.
Ezcümle;
Eğer ülkesini seven insanlar istiyorsak bunun;
defolu ,nefret yüklü çocukluk yaşamış çocuklar ile değil,
niteliklerini/sınırlarını iyi analiz edip,oldukları gibi kabullendiğimiz,sevgi/şefkat ile bağrımıza bastığımız çocuklarımız ile mümkün olacağını hatırlayalım.
Mahmut Esfa Emek