Suat UNGAN
Punto:
Dinle
Bazı kelimelerin yükü, insanın yükünden çok daha fazla olmakta, bu sözcükler insanların kendisine yüklemiş olduğu manaları binlerce yıl taşımaktadır.
Halk arasında inşallah ile maşallahı evermişler, ya nasip diye bir çocukları olmuş diye bir söylem vardır. Geçmişte ve günümüzde en fazla istismar edilen sözcüklerin başında inşallah, maşallah, yavaş yavaş kelimeleri olmuştur. Bu sözcüklerin arkasına saklanmış tembellik, bıkkınlık, ümitsizlik ve hatta vurdumduymazlık yatmaktadır.
Biz bir olayı değerlendirirken olayın doğal sonucunu göz ardı etmekte, ona farklı anlamlar yükleyerek adeta onu gizemleştirmekte ve kendimizle yüzleşmekten kaçınmaktayız.
Bir bireyin ders çalışmadığı için düşük puan alması; kırmızı ışıkta geçen bir kişinin kazaya karışması bu eylemlerinin doğal sonucudur. Bu davranışın neticesinde kader böyleymiş diyerek sorumluluktan kurtulmak mümkün müdür? Olayları değerlendirirken illiyet bağını ihmal etmememiz, bundan ders çıkararak aynı hataya düşmememiz bizleri birçok beladan kurtaracaktır. Kelimelerin arkasına sığınarak doğal sonuçlara kader algısını yükleyip tarihin tekerrür etmesine neden olmak ne kadar sağlıklı bir durumdur?
Yine inşallah, maşallah, yavaş yavaş, bakalım, kısmet diyerek işi miskinliğe vurmak da birçok acı gerçekleri beraberinde getirmektedir. Tedbiri almadan tevekküle sığınıp bir de buna manevi bir tavır yükleyerek kendimize zımni olarak takvalı süsü vermemiz belaların bizi bulmasını doğal hâle getirmektedir.
Acil tedbir almamız gereken bir durumda yavaş olma, tevekküllü olma taktiğimiz çoğu zaman işe yaramamaktadır. 18. Yüzyılda İngiliz ve Rusların iş birliği yapması Fransız ve Osmanlı’nın çıkarlarına ters düşmektedir. Bu durumun farkına varan Napolyon, General Sebastiani’yi bu iş birliğinin tehlikesini III. Selim’e anlatmak için elçi olarak gönderir. Sultan’ı ikaz eden general, daha sonra Padişahın kullanmış olduğu inşallah, maşallah ve yavaş yavaş kelimelerini kastederek “bu kelimeler İngiliz ve Ruslardan daha tehlikelidir, demiştir.
Balkanlar’daki Türk izlerini görmek için ziyaret ettiğimiz Kalkandelen (Tetova) Harabâti Baba Dergâhı’nin başındaki Bektaşi babası, Türk hükumetinin ve Sünnilerin işleri yavaş ilerletmesinden dert yanarken, Sünniler inşallah, maşallah kelimelerini fazla kullanmaktadırlar bizde (Alevilerde) inşallah, maşallahtan fazla yallah yallah (hemen harekete geçme) kelimeleri kullanılmaktadır, diyerek beklemekten ziyade bir an önce eyleme geçilmesinin gerektiğini dile getirmişti.
Sezai Karakoç, sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır, derken eylemlerin sorumluluğunu hemen kadere yüklememeyi, mücadeleyi sonuna kadar sürdürmeyi istemiştir.
Akif’in kızgınlığı tevekkül postunu giyinerek kendine takva süsü veren bu tipten insanlara olmuştur. Kadermiş öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru/ Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu/ Çalış, dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun/ Onun hesabına birçok hurafe uydurdun/ Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya/Zavallı dine çevirdin onunla maskaraya…
Bir Anekdot
Yusuf Ziya Ortaç Trabzon ve Gümüşhane milletvekilliği yapmış şair Halil Nihat Boztepe ile ilgili olarak şunları anlatmaktadır.
Halil Nihat, sevgi gördü, saygı gördü ama son yıllarında rahat görmedi, bekârdı, hiç evlenmemişti, yalnız hiç evlenmemiş değil, ne helal, ne haram, yatak odasında kadın görmemişti. Ara sıra takılırdık:
Nihat Bey seni evlendirelim, artık…
O, altmış yılın ötesinden mahzun gözlerle gülerdi:
İnşallah, hele durun bakalım, bu işler aceleye gelmez…
Yusuf Ziya Ortaç’ın anılarında anlattığı Halil Nihat Boztepe hayatının son demlerinde aşırı bir yalnızlık çekmiş, hele durun, inşallah, yavaş yavaş diyerek ihmal ettiği yaşamına intihar ile son vermiştir.