Piyasalar

Karanlığa Okunan Ezanlar

Punto:
Oradaydım, törende. Bu mezarlığa daha önce açılmış toplu mezarlardan cesetler gömülmüş. Mezarların üstlerindeki çimenler yeni fışkırmış. Ama şimdi 650 adet yeni mezar açıldı. Hepsinin başında anneler, babalar, yakınları... Törenin, namazın bitip tabutların gelmesini bekliyorlar. Ama yüzlerce tabutun sahibi yok. Çünkü tüm yakınları öldürülmüş. 650 tabut yan yana koyuldu. Tabutlarla mezarlık arasında insanlarla bir tünel-koridor oluşturuldu. Tabutlar tünelin ucundan kaldırılıyor ve herkesin elleri üstünden, mezarlığa doğru tabut tünelde yola çıkıyor. Mezarlığın çamuru sert ve yağmur durmaksızın yağıyor. Hayatımda ilk defa bir seferde bu kadar tabuta el uzattım. Hayatımda ilk defa bu kadar tabuta dokundum. Ben de bu insan koridorunda sıraya girdim. Her gelen tabuta el atıyor, yanındakine doğru itiyorsun, hafif hafif ilerleyen sıkışmış trafik gibi. Tabut taşımaktan kollarım kırıldı. Dayan Nihat dedim, birazdan biter. Yorulan, hali kalmamış kollarımı arada bir indirip, hafif kültürfizik dinlendirip yeniden tabutların altına giriyorum, tabutlar bitmiyor. Hayatımda ilk defa, çocukluğumdan beri merak ettiğim Boşnak dağ köylülerini izliyorum. Müslüman Boşnak kadınlar aralarında anlaşmış, hepsi beyaz tülbent giymiş. On binlerce köylü kadını. Anadolu'nun herhangi bir köyündeki annelerden hiç ama hiç farkları yok. Hepsi yakınlarını gömmeye törene gelmiş. Ve annelerinin yanında, on binlerce genç kız... Birkaç mezara kürekle toprak atayım derinde düştüm. Ama etrafımda binlerce genç kız. Her biri ağlıyor, tabuta sarılıp öpüyor, kokluyor, yere yıkılmış, çökmüş, için için gözyaşı döküyor. On binlerce genç kız. Ama erkek yok. Erkek nüfusu işte gömüyoruz. Ve işkence hikâyeleri, bu kızlara yapılan gaddar ve manyakça tecavüzlerden yüzlercesini anlatıyor. Tabutlar hızla ve peş peşe geliyor. Yüzlerce tabut hızla ellerinin üstünden geçiyor, yoruluyorsun. Arada bir koridordan çıkıp dinleniyorum. Çünkü kollarımda hiç güç kalmıyor. Bazı tabutlar kolların güçlü değilse düşecek gibi oluyor. Tabut düşer mi? Ödüm kopuyor, hemen altına giriyorum. Sağa sola bakıyorum, yardım ister gibi, bazıları da el atsın diye… Bütün erkekler tabut koridoruna dizilmiş. Sonuna kadar duracağım diyorum inatla. Mikrofondan isimler söyleniyor; Mehmet, Ramize, Abdullah, Mümin… ve en çok da Nihat adı. Tabutların önünde isimleri yazılı, geldikçe tabutların önünden okuyorum. Ellerimin üstünden geçen tabutların isimlerini okuyup yorgunluğumu unutmaya çalışıyorum. Çocukluğumun mahallesindeki tüm isimler burada, dergideki arkadaşlarımın isimlerini arıyorum, hepsinin ismi burada. Ve Nihat ismi ne çok var. Kimi tabutlar çok hafif. Muhtemeldir ki cesedin sadece bir parçası bulunmuş, bir bacağı ya da kafası. Belki kimi bebektir. Kimi tabutlar çok ağır. Saatler geçiyor, tabut koridorundan hızla akan tabutlar bitmiyor. Az kaldı Nihat, dayan, diyorum. Gücüm dermanım kesildi ve koridordan çıkmaya karar verdim, o an, tabutun numarası gözüme ilişti, 159. Yani, daha 159'dayız, geride 400 tabut daha var. Kenara çekilip dinleniyorum, yeniden koridora giriyorum, önümden geçen bir tabutun ismini okuyorum: “Nihada” yazıyor. Tamam, yoruldun ama Nihat diyorum, bak, senin ismin, hadi yeniden gir koridora, uzan üstüne Nihada yazan tabuta, diyor, yeniden koşuyorum koridora. Nihada'nın tabutu geliyor, taşımakla kalmıyor, okşuyor, dokunuyorum... Kimdir Nihada? Nihat Genç adımı Nihada olarak değiştirmek istiyorum. Boşnak bir arkadaş buluyorum. Bundan sonra adım Nihat Genç değil, Nihada Genç diyorum. Mezarın başında tebessüm ediyor, ağbi, Nihada burada kızlara verilen ad… Küçük bir şaşkınlık yaşıyorum, ama vazgeçmiyorum, olsun, adımı Nihada koyacağım, bu küçük kızın adını alacağım... Nihada’nın tabutunu takip ediyorum, önündeki yazıya bakıyorum, yedi yaşında... Tabutu nasıl hafif, sanki içinde kuştüyü var, sanki tabut bomboş, sanki Nihada'nın cesedini bulamamışız; bir eli, bir başı, belki yalnız ayaklarını taşıyoruz. Nihada! Tabutun üstünde yaşı, ismi… Yedi yaşında! Sırplar, Osmanlı izlerini yok etmek için savaşı başlattıklarını söylüyor. Yani Nihada bir Osmanlı izi, Son Osmanlı izi… Yani, Fatih'in şimdi yaşayan son kızı, en küçük kızı. Ama Nihada cumhuriyet de bilmez, Osmanlı da bilmez… Nihada hiç konuşmamış. Nihada'nın tabutu altına giren yok, o halde, Nihada'nın kimsesi kalmamış. Nihada'yı taşımak için Türkiye'den iki otobüs gittik. Bir dahaki sefere yüz otobüs, bin otobüs, yüz bin otobüs gidelim. Anadolu, Türkiye, İstanbul hepimiz gelip Nihada'nın bu sahipsiz tabutunu kaldıralım. Tabutlar karışıyor, yüzlerce mezarın arasına dalıyor, Nihada'nın mezarını arıyorum. Nihada'nın başında bekleyenleri bulmak istiyorum, belki, sonra gelir onlarla tanışır, Bosna'ya uğradıkça onlara uğrar, Nihada'nın evine girer çıkar bir yakını olurum. Nihada'nın sahibi yok. Nihada'nın tabutunu ben yerleştireyim. Nihada'nın üstüne toprağı kürekle ben atayım. Nihada'nın başında ağlayanı ben olayım. Nihada'nın mezarı etrafında yırtınıp parçalanıp ağlayıp çamurlar içinde kendimi kaybedip paralanayım! Nihada, senin tabutunu toprağa verebilecek sadece iki otobüs insan bulabildik. Burada yoklar, Avrupalılar yok, Diyarbakır'a koşan insanlık kurumları yok, Avrupa kıtasının hukuku yok, vicdanları yok. Hâkimleri, yargıçları yok. Bir daha geleceğim bu mezarlığa Nihada! O güzel saçlarını ömrüm oldukça ben çözüp ben bağlayacağım. Bir dahaki sefer o güzel saçların bir büyüsün, örmeye geleceğim. Söz! Bir dahaki sefere ağlamaya değil, şarkılar söylemeye geleceğim. Anadolu'dan küçük kız kardeşlerini buraya getirecek, kelebekler gibi mezarına konacağız...