Piyasalar

Kanlı Bahçe - Germencikte Yunan Vahşeti

Punto:
1.Dünya Savaşı sona erdikten sonra 18 Ocak 1919’da, Paris’te düzenlenen barış konferansında Urfa, Antep, Maraş Fransızlara verilmiş, İzmir’de yunanlılara bırakılmıştı. 15 Mayıs 1919’da Amiral Karltop İzmir Valisi ve Kolordu Komutanına Yunan birliklerinin şehri işgal edeceği notasını bildirdi. Notada: “Mondros mütakeresinin 7. Maddesi gereğince İtilaf Devletleri namına İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgal olunacağı, bu kararın Bab-ı Ali’ye de bildirildiği ve çıkarma kuvvetlerinin 15 Mayıs 1919 sabah saat 8’de İzmir’e muvasalat edecekleri Yunan deniz silah müfrezesinin iskeleleri işgal eyleyecekleri, esef verici olaylara meydan kalmamak üzere Osmanlı kıtalarının bulundukları mahallerde kalması…” bildiriliyordu. 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa da emrindeki birliklere şu talimatı yolluyordu: “Yarın sabah Yunan birlikleri şehre çıkacaklar ve peyderpey şehri işgal edeceklerdir. Esef verici olayların vuku bulmaması için bütün askeri kıtalar bulundukları garnizonlarda kalacaklardır.” 16 Mayısta Yunan birlikleri İzmir’i tamamen işgal etmeye başladı. İzmir Rumları şenlikler yaparak evlere, dükkanlara Yunan bayrakları asıyor, kiliselerden aralıksız çan sesleri geliyordu. Rumlar kordon boyu ve caddelerde ellerinde çiçekler ve Venizelos’un resimleri olduğu halde çığlık atarak dolaşıyorlardı. Şehri işgal eden askerler ve silahlandırılmış yerli Rumlar birlikte, mahalle ve sokaklara dağılarak toplu yağma, tecavüz ve katliamda bulunmaya başladılar. Subay, asker, halktan kimi bulurlarsa ateş ediyor, öldürüyorlardı. İşgalin ilk kurşunu, kordon boyunda Yunan işgal kuvvetlerine karşı, gazeteci Osman Gezer tarafından “Olamaz, olamaz, böyle kollarını sallaya sallaya giremezler” diye etrafa haykırarak elindeki rowolyerle Yunan alayı üzerine peşi sıra kurşun sıkarak başlar, alayın sancaktarı yere yıkılır, paniğe kapılan Yunanlılar da, ateş edenin tek kişi olduğunu anlayınca, etrafını sarıp süngü darbeleriyle şehit ederek, vücudunu param parça hale sokarlar. İstanbul’da İtilaf devletleri şehri işgal etmiş, Padişah zor durumda idi. Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin’i ziyaret eder. Padişahta Paşaya: “şimdi yapacağın hepsinden mühimdir. Paşa, paşa devleti kurtarabilirsin” der. Mustafa Kemal Paşa da Padişaha: “hakkımdaki teveccüh ve itimada arzı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz” der ve 16 Mayısta Samsun’a hareket eder. İzmir’de de Musevi mezarlığında toplanan binlerce halk, işgale karşı protesto mitingi düzenler ve özellikle gençler silahla mukavemet edilmesini isterler. Anadolu’da insanlar bu işgale üzgün ve matem havası içindedirler. İzmir ve civarının işgalinin ilk 48 saatinde yapılan vahşi katliamda iki binden fazla Türk insanı öldürülmüştü. İzmir’de yapılan Yunan katliamının duyulmaması, yayılmaması için İngiliz, Fransız, Amerikan ve İtalyan basınına sansür konulmuştu. Bu katliam ve yağma tecavüz o kadar hat safhaya varmıştı ki Yunan idarecilerini bile telaşlandırmaya başlamıştı. İstanbul’daki merkezi hükümet ülkenin her bir tarafından gelen tepkiler üzerine bir huzursuzluğa karışıklığa meydan vermemek, hükümetin otoritesini güçlendirmek için Anadolu’ya ve Trakya’ya nasihat heyeti göndermeye karar verdi ve iki şehzade başkanlığında heyet gönderdi. Aydın’a uğrayan nasihat heyetinin başındaki Şehzade Abdurrahim Efendi din adamları ve halkın ileri gelenleri tarafından karşılanmadığını görünce nedenini sordu. İrşat Reisi, Sultani Mektebi hocalarından Gümülcineli Esat Hocanın etkisinden gelmediklerini öğrenince Esat hocayı huzuruna çağırdı ve sebebini sordu. Esat hoca da Şehzade Abdurrahim Efendiye “Efendi Hazretleri sebebi teşrifinizi bildiğimiz için istikbalinize varamadık. Bizim nasihata ihtiyacımız yoktur. Hıristiyanlarla geçinemediğimizi kim söylüyor? Eğer siz söylüyorsanız, bunu bütün cihan umumi efkarına siz ilan ve tebliğ etmiş olursunuz. Bu havaliyi gezecek ve göreceksiniz, Hıristiyan mahalleleri mamur ve abadan, İslam mahallatı ise muhtaç-ı umrandır. Biz Türkler cephelerde harbeder, aziz vatanımızı korumaya çalışırken onlar fabrikalar kurmuşlar, bağlar bahçeler içinde yaşarlar… Servet, refah, saadet her şey onlarda, fakrü zaruret Türklerde toplanıyor. Nasihatı bize değil bizi iktisaden öldürmeye çalışan zümreye vermelisiniz” diye cevap verir. İzmir’in işgal ve katliamına karşı istanbul’da yapılan mitingte konuşan Halide Edip Adıvar: “Müslümanlar, Türkler bugün en karanlık günü yaşıyor, gece karanlık bir gece; fakat insanın hayatında sabah olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp muşaşa (parlak) bir sabah yapacağız” diyordu. Bu sırada Venizelos, Yunan kuvvetleri komutanı Albay Zafiriu’ya gönderdiği emirde Aydın ve Manisa’nın süratle işgal altına alınmasını istiyordu. Telgrafında “Kuşadası’na çıkan İtalyanların, sizden evvel işgal etmeleri tehlikesinden ötürü biran evvel işgal ediniz.” diyordu. Albay Zafiriu da Aydın’ın işgal emrini birliklerine yolladı. 25 Mayıs 1919’da Yunan ordusu Manisa, Selçuk ve Bayındır’ı işgal etti. Bu esnada Aydın’da askeri birlik olarak 57. Tümen bulunuyordu ve başında da Tümen Komutanı Şefik (Aker) vardı. İzmir’in işgali Aydın’da da halkın tepkisiyle bir miting yapıldı ve dile getirildi. Mitingte “vatanın her karış toprağı için, bütün Türk milletinin son damlasına kadar kanını akıtmaya hazır olduğu, İzmir’in işgaline rızalarının bulunmadığı” belirterek yemin edildi ve tepkiler ortaya konuldu. İzmir’in işgali Aydınlı Rumları çok sevindirmişti. Zengin Rumlar, İzmir’deki Yunan makamlarına giderek “Aydın’da Türkler Rum ahaliye katliam yapacak” diye Aydın’a askeri hareket yapılmasını istediler. Aydın’a doğru ilerleyen Yunan kuvvetleri de 22 mayıs 1919’da Erbeyli’ye geldiklerinde Aydın’ın ileri gelenleri Ramazan Paşa Camiinde toplantı yaptı. Uzun süren tartışmalardan sonra Yunanlılara karşı koyulmaması kararı verildi ve bu durum Yunan makamlarına bildirildi. Bu sırada Aydın’da belediye başkanı olarak Çapmarlı Emin Bey bulunuyordu. Kültürsüz, zayıf karakterli biri olup, evinde Rum hizmetçi çalıştıran, Rumlarla içkili alemler yapan, yakın ilişkiler içinde olan biri idi. İzmir, işgal edilince işgal kuvvetleri komutanına telgraf çekerek Aydın’ın Yunanlılar tarafından işgal edilmesine, halkın muvaffak edeceğini, işgali sükunetle karşılayacağını bildirmişti. 1917 nüfus sayımına göre Aydın’da 239 540 Türk, 32 738 Rum, 4214 Musevi, 945 Ermeni, 194 kişi de çeşitli milletlere ait insan vardı. Toplam nüfusu 277621 kadardı. Yunan birliklerinin Aydın’ı ele geçirmesinden sonra Aydın’daki mevcut askeri birlikte Çine-Nazilli’ye doğru geri çekildi. Yunan kuvvetleri ileri hareketine devam ederek Nazilli’ye saldırdı ve az bir kahramanın savunduğu bu şehirde 4 Haziranda Yunanlıların eline geçti. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktıktan sonra Erzurum’a geçerek “Türk hükümeti yabancıların elinde esirdir. Anadolu’da gizli teşkilatlar kurularak istiklal için mücadele edilmesini” istiyordu. Yunanistan Başbakanı Venizolos da askerlerinin başarısına sevinerek Rum Patrik Dorete’ye “yakında elinizi Ayasofya’da öpeceğim” diyordu. Ülkenin birçok ilinde Ordu, Sinop, Giresun, Trabzon, Erzurum, İzmit, İstanbul’da (Kadıköy-Fatih) işgallere karşı mitingler düzenleniyordu. İstanbul Sultanahmet mitinginde Halide Edip Hanım: “700 senenin tarihini ağlayan minareler altında yemin ediniz, bayrağımıza, ecdadımızın namusuna ihanet etmeyeceğiz, bu uğurda can vermekten çekinmeyeceğiz” sözlerine mitingteki yüz bin Türk Vallahi, Vallahi diye yemin etti. Hüseyin Ragıp Beyde: “… Anadolu Efesi ve onun asabiyeti öyle bir ustura mahiyetindedir ki onu yutmak isteyenlerin gırtlağını parçalar” diyordu. İzmir’in, Aydın’ın ve Manisa’nın işgali bölge halkı üzerinde büyük tepki oluşturmuş, milli duyguları, heyecanları artırmıştı. Yunanlılara karşı mücadele için yerel teşkilatlar kurulmaya başlanıldı. Çine-Aydın- Nazilli, Denizli-Sarayköy ve Muğla’da Kuvva-yı Milliye ve Heyeti Milliye direniş merkezleri oluşturuldu. Mustafa Kemal Paşa, ordu müfettişlerine Amasya’dan haber göndererek işgal kuvvetlerine karşı hazırlığımızı iyi yapalım diyerek “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diye Türk halkına sesleniyordu. Yunan birliklerine ilk darbeyi Büyük Menderes bölgesinde Malkoç Çayı üzerinde 17 Haziran günü Yörük Ali Efendi indirmişti. Türk direniş kuvvetleri her geçen gün güçleniyor ve cephesi genişliyordu. Bu baskın üzerine, Türk milli mukavemet gücünün saldırıları sonucunda Yunanlılar 21 Haziranda Nazilli’den çekildiler. Milli kuvvetler ve Efeler müfrezesinin başında bulunan 57. Tümen Komutanı Albay Şefik’in başkanlığında müfreze komutanlarıyla Aydın’a saldırı için 28 Haziranda hazırlık yapıldı. 30 Haziran günü milli kuvvetler, efeler, zeybekler Aydın’ı kuşattı ve zorlu bir baskın ve saldırılarla Aydın’ı ele geçirdiler. Aydın’ı kurtarmak için amansız bir savaş ve mücadele veren milli kuvvetlerimize kahraman Anadolu kadını da kağnılarla, su, ekmek, yiyecek, cephane taşımıştı. 26-30 Haziranda hem Yunan askerleri hem de kendilerine tüfek dağıtılan yerli Rumlar Aydın’da korkunç katliam, yağma sergileyerek kadınlara tecavüz edip ev, dükkanları yaktılar. Aydın çarşısının yanması üç gün sürdü. Sağlam ev pek az kalmıştı. Üç, dört gün süren bu savaşlar sırasında yanmış, yağmalanmış şehri Albay Şefik toparlamaya çalıştı. Aydın kurtarılmış, gönüllülerde köylerine dönmüş, Aydın’da pek az kuvvet kalmıştı. 4 Temmuzda Yunanlılar yeniden hazırlanarak bir tugayla destekli üstün kuvvetleriyle Aydın’a saldırıp tekrar ele geçirdiler. Çine’ye doğru ilerlemeye başladılar. Bu durum karşısında Türk milli mukavemet güçleri de güney ve doğuya doğru çekildi. Erzurum’dan seslenen Mustafa Kemal Paşa “tek tepe, tek kurşun kalana kadar savaşacağız” diyordu. Denizli’de Yunan işgaline karşı silahla karşı koymak için kurulan Reddi İlhak Heyeti beyanname yayınladı. Beyannamede: “Güzel İzmir’imizi işgal eden Yunan canavarları, vilayetimizin içlerine doğru ilerliyorlar. Ayak bastıkları yerlerde hadsiz, hesapsız vahşetler, tüyler ürperten alçaklıklar yapıyorlar. Camilerimize, Yunan bayrağı asıyorlar. Biz bu hain düşmanlara karşı ayaklandık. Bunları evvela Menderesten bu tarafa geçirmemeye ve sonra vilayetten temizlemeye karar verdik. Allah’ın büyüklüğüne güvenen namuslu ve mert kardeşler. Silahlarıyla birer birer gelip bize el uzatıyorlar. Yarın Yunanlıların pis ve murdar ayakları altında inleye inleye ölmektense, bugün ya mertçesine ölmek veyahut şerefle, namusla yaşamaya azmettik. Bugünkü çalışmayı din ve namus borcu bilen kardeşlerimiz seyirci vaziyetinde kalmamalı, vaktin nakit olduğunu ve kaybedilecek zaman olmadığını düşünerek hareket etmeliyiz. Allah yardımcımızdır…” Erzurum kongresinde yayınlanan beyannamede “Türkiye Türklerindir” deniliyordu. Yunanlıların Çine’ye kadar ilerlemesi üzerine milli kuvvetler Köşk’te bir cephe oluşturdular. 18 Temmuz 1919’da Denizli Heyet-i Milliyesi seferberlik ilan etti. Yunanlılara karşı mücadele için, yerel teşkilatları, harekete geçirme hazırlık ve çalışmaları hızlandırıldı. 14 Ağustos 1919’da birinci, 19 Eylül 1919’da ikinci, 6 Ekim 1919’da da üçüncü Nazilli kongreleri yapıldı. Mücadele için cephelerin örgütlenmesi, düzene sokulması, cephenin h-Heyeti Merkeziyesinin oluşturulması kararları alındı. 1920’de Aydın Kuvva-yi Milliye, Aydın cephesinin gerek harekat, gerekse teşkilat yönünden güçlendirmesi için gece, gündüz çalıştı. Milli kuvvetlerin taarruzu ile başlayan saldırıda 5 Eylül 1922’de Nazilli, 7 Eylül de Aydın, 9 Eylülde de İzmir, Yunan işgalinden kurtarıldı. Aydın’ın kurtarılma mücadelesinde Mustafa Kemal Paşa: “Aydın cephesinde mübarek vatanı istila etmeye çalışan düşmanla Kuvva-yı Milliye çarpışmakta ve her karış toprağına sadık ve fedakar evlatlarının naaşlarını gömmektedir. Hiçbir kuvvet hiçbir selahiyet, tarihin emrettiği vazifeden milletimizi men edemeyecektir…” diyordu. Yunanlılar, aldıkları yenilgi sonucunda, Nazilli ve Aydın’dan geri çekilirken güzergahlarında bulunan Türk köylerini ateşe veriyorlar, yakıp-yıkıyorlar, yağma ediyorlar, kasaba ve şehri topa tutuyorlardı. Silahsız insanları çocuk, kadın, yaşlı, ihtiyar demeden gördükleri yerde öldürüyor, kadının, kızın ırzına geçiyorlardı. Daha büyük vahşette bulunarak, kasaba ve köylerdeki Türk ahaliyi toplayıp camilere, evlere dolduruyor, tüfeklerle tarayıp, bir de üzerlerine acımasızca bomba atıyorlardı. İşte Kanlı Bahçe’de böyle bir vahşetin, düşmanlığın, zulmün hikayesi. Yüzyıllardır topraklarımızda Türklerle gayrimüslim insanlar kardeşçe, yan yana birlikte kaynaşarak yaşadılar. Aydın’ın Germencik kasabası da öyle bir yerdir. Yunan işgali ile birlikte yerli Rumlar da, Türklere karşı tehdit, baskı, eziyet, zulüm, yağmalama ve katliamda bulunmuşlardır. 4-5 Eylül 1922 tarihlerinde, milli kuvvetler karşısında bozguna uğrayan ve İzmir’e doğru kaçan Yunan askerleri ve yerli Rumlar evlerde ve bahçe aralarında gizlenmiş olan yüze yakın Türk ahaliyi kasabadan toplayarak önlerine katıp götürmeye başlarlar. Koç kuyusu denilen yere geldiklerinde, bir kısmını damın duvar önüne dizerek, yaylım ateşiyle tararlar, kimini de süngüleyerek kan, revan içinde bırakırlar, bir kısmını da, incir damının içine doldururlar. Kadınlardan kiminin de ırzına geçerler. Dam içindeki masum insanların üzerlerine ilk önce tüfeklerle ateş edip tararlar, sonra da üzerlerine acımasızca bomba atarlar. Akan kanlar bahçe içine akmaya, yayılmaya başlar. 94 Türk insanının kanı, bahçeyi hep kırmızıya boyar. Yaralıları canlı canlı iki kuyuya atarlar, çıkıp kaçmasınlar diye de ölenleri üzerlerine bırakırlar. İşte vahşetin yaşandığı bu yere Kanlı Bahçe denilmiştir. Bayrakları bayrak yapan üstünde ki kandır, Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Bu katliamdan ikisi kız bir erkek çocuğu kurtulur. 9 yaşındaki Nuri Mersin (Bahçıvan Nuri), 12 yaşında Ayşe Baş (Çalgıcı Ayşe), 7 yaşında Emine Çimen (Çalıkların Emine). Germencik’te Çalıkların Molla Mustafa ve eşi Rabia çok iyi bir ailedir. Sevilir, sayılır, varlıklı olup, yardımsever birileridir. Yunanlıların toplayıp götürdükleri grubun içindedirler. İncir damına doldurulup üzerlerine ateş edilince anne Rabia kızı Emine’nin üzerine kapanır, kendi ve eşi şehit olur ve kızını kurtarır. Emine bu vahşi, zalim katliamda, sırtından şarapnel parçası ile yaralanır, sol kolu bilekten kırılır. Emine Çimen (Çalıkların Emine) 92 yaşında 2002 tarihinde vefat etti. Ancak her yıl 7 Eylül vahşet günü geldiğinde sapasağlam Emine Ana hastalanır, ne yer, ne içer, ne konuşur, yatar yatağından kalkamaz hale gelir. O günkü yaşananları hatırlar, büyük bir acı yaşar. Rengi beyaz kadının o gün elleri ve yüzleri kıpkırmızı kesilir. Binlerce insanımız şehit olurken nice kızımız, oğlumuz, kadınımız, erkeğimiz bu vahşetleri, zulümleri ve geçmişi yaşadılar, üzüldüler, kahroldular ve Emine ana gibi niceleri elem keder yaşayarak vefat edip gittiler. Değerli Germencikliler, Nazillililer, Aydınlılar, Manisalılar, milli mücadele döneminin bilinmesi çok önemlidir. Bu dönemin önemini ve yaşananları öğrenerek geleceğe aktarmalıyız. İnsanlarımızın bilinçlenmesini sağlayarak tarihi bu olaylardan, vahşetlerden dersler almalıyız. Kutsal bir amaç için vatan, bayrak, ezan ve istiklal diyerek zulüm gören, eziyet çeken, kanlarıyla bu toprakları vatan yapan bize emanet bırakan şehitlerimizi ve gazilerimizi unutmamalıyız. Şehit olanlar son nefeslerinde “varlığım Türk varlığına armağan olsun, vatan sağolsun” diyerek öldüler. Kaynağını milletinin tarihinden alan neslin, milli şuuru daima canlı ve uyanık olur. Bugünkü ve gelecek nesiller bu milli şuurla beslenirlerse tarihini ve geçmişini iyi bilmiş olurlar. Padişah ve hakanlarımızın diğer kral, hükümdar ve imparatorlara yazdığı yüz elliden fazla tarihe ışık tutan mektupların bulunduğu “Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar” adlı kitabımın kapağında Şeyh Edibali “Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın” diyor. Her millet kendi tarihini bilmeli, övünmelidir. Geçmişi ve atalarıyla iftar etmelidir. Tarih geçmişle geleceği birbirine bağlayan köprüdür. Kanlı Bahçe vahşeti ve benzerleri unutulmaya yüz tutulmasın, tarihte kalmasın. Bizde 4-5-7 Eylülde, yaşanan bu kanlı vahşetin ve verilen mücadelenin yeniden bilinmesinde, öğrenilmesinde fayda görerek, tarihi bu mücadeleyi ve acı olayı size anlatalım istedik.