ÜLKÜCÜLER DARAĞACININ ALTINDA DARBECİLERİ LANETLEDİLER
Geleneksel Türk milliyetçileri, 12 Eylül buluşmaların bu programların mimarları olan Ülkücü hareketin tarihini yazan, Ülkücü camianın sevilen ve saygın isimlerinden araştırmacı-yazar Hakkı Öznur, merhum Alparslan Türkeş ve Ülkücü Hareket ile ilgili çalışmalarıyla bilinen hareketin hafızalarından yazar Metin Turhan ve bir grup Ülkücü, ellerindeki pankartlarla ve idam edilen Ülkücülerin resimleri ile Ulucanlar Cezaevi’nde bir araya geldiler.
Ülkücüler önce, 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası bu cezaevinde kalan Ülkücülerin kaldığı koğuşları, kısımları yine ziyaret ettiler. Ülkücülerin kaldığı 2. koğuş ve diğer kısımlar ziyaret edilirken 80 öncesi ve sonrası bu koğuşlarda kalan bazı Ülkücüler, burada katılanlara cezaevini, o günleri ve yaşananları anlattılar.
Araştırmacı-yazar Hakkı Öznur, cezaevi gezilirken 1970-1980 yılları arasında Ulucanlar Cezaevi’nde yatan Ülkücüleri, kaldıkları koğuşları ve yaptıkları eğitim çalışmalarını anlattı. Öznur, ayrıca idamların yapıldığı darağacının önünde asılarak şehit edilen Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Ali Bülent Orkan’ı anlattı. Aziz şehitlerimizin hayatlarından ve mücadelelerinden söz etti. Ulucanlar Cezaevi’nde uzun yıllar yatan kısa bir süre başkanlık da yapan Mustafa Ekin, Ulucanlar Cezaevi ile ilgili genç Ülkücülere geniş bir bilgi verdi.
Hakkı Öznur, Ulucanlar Cezaevi, 12 Eylül’ün 43. yıl dönümü ile ilgili yazılı bir açıklamada yaptı. Yazılı açıklamasının tam metni:
KAHROLSUN HER TÜRLÜ DİKTATÖRLÜK! KAHROLSUN DİKTATÖRLER
ABD ve NATO uşağı cunta tarafından yapılan 12 Eylül darbesinin 43. yılı. Millet ve demokrasi düşmanı bu darbeyi bir kez daha lanetliyoruz.
Darbenin 43. yılında yine Ulucanlar Cezaevi’ndeyiz.
Ülkücüler, parti-devlet rejimine, tek parti diktatörlüğüne boyun eğmedi, dik durdu, tarih yazdı.
Biz Türk milliyetçileri, tarihimiz boyunca diktalara, diktatörlüklere karşı çıktık, mücadele ettik. Ülkücüler ne diktalara ne diktatörlere boyun eğer!
12 Eylül öncesi yüzlerce Ülkücünün yattığı Ulucanlar Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi veya Ulucanlar Cezaevi, 1925 ve 2006 yılları arasında, Ankara’nın Altındağ ilçesinin Ulucanlar semtinde faaliyet göstermiş olan bir cezaevidir.
1923'te askeri depo olarak hizmet vermek üzere inşa edilen ve günümüzde müzeye çevrilen Ulucanlar Cezaevi’nde Atatürk döneminde 7, 20 Mayıs 1963'teki başarısız askeri kalkışma girişimi sonrası 2, 12 Mart 1971 muhtırası sonrası 3 ve 12 Eylül 1980 darbesi sonrası 7 idam gerçekleştirilmiştir.
1970-1974 yılları arasında İbrahim Doğan, Ali Güngör, Sami Bal, Mahir Özsoy, Hasan Ali Arıkan, Mahir Özsoy, Sabri Can, Ulucanlar Cezaevi’nde uzun süre yatan ilk Ülkücülerdendir. ÜOB Genel Başkanlığını yapan gençlik liderlerinden İbrahim Doğan, (Nisan 1970- Mayıs 1974) arası Ulucanlar Cezaevi’nde yattı. İbrahim Doğan’dan sonra ÜOB başkanlığını yapan Ramiz Ongun da kısa bir süre yattı.
1970-1971 yıllarında MHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı yapmış isimlerden Ramazan Ceylan (Mirzaoğlu), Turan Güven de Ulucanlar Cezaevi’ne iki kez girip çıktılar. Dönemin ÜOB, Genç Ülkücüler Teşkilatı ve MHP Gençlik Kolları üyeleri de cezaevinde yatmıştır. Dursun Atak, Sedat Yıkılmaz, Rıfat Tünay, Hanifi İlbey, Mahmut Ceylan, Hayrettin Dikici, Yücel Özlem, Sabri Şimşek, Harun Yöndem, Akif Şahin, Ahmet Yılmazer, Salih Dilek, Galip Sevinç, Faruk Berberoğlu, Beyhan Aslan, Ali Karadağ, Erol Kaya, Mehmet Sağ, Mehmet Somuncuoğlu, Mustafa Manav, Mustafa Dikici, Kürşad Ünal, Mustafa Sami Barsan, Muammer Sözügüzel gibi çok sayıda Ülkücü, Ülkücü gençlik hareketinden cezaevine giren ilk Ülkücülerdendir.
ÜOB başkanlığı yapmış Dr. İbrahim Doğan, Ramiz Ongun, ÜOD Genel Başkanlığı yapmış Sami Bal, MHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı yapmış Ramazan Ceylan, Turan Güven, Ali Güngör, 74 öncesi Ulucanlar’da yatan dönemin Ülkücü gençlik liderlerindendir.
ULUCANLAR CEZAEVİNİN SEMBOL İSİMLERİ PEŞ PEŞE RAHMETİ RAHMMANA KAVUŞTULAR
Dr Ahmet Tevfik Ozan Selahattin Arpacı , Selahattin Şenliler
Ulucanlar Cezaevi deyince Dr. Ahmet Tevfik Ozan, Selahattin Arpacı, Selahattin Şenliler, deyince, Ulucanlar Cezaevi akla gelir. Selahattin Arpacı 28 Ocak 2020 günü, Selahattin Şenliler 26 Aralık 2020 tarihinde, Dr. Ahmet Tevfik Ozan da 15 Ocak 2021 tarihinde Hakk’a yürüdüler. Bu üç büyük Ülkücü peş peşe rahmeti rahmana kavuştular.
Dr. Ahmet Tevfik Ozan, Selahattin Arpacı, Selahattin Şenliler’in isimlerini Ülkücüler 12 Eylül 1980 öncesi yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş gazetelerinde çıkan haberlerden biliyor. Dr. Ahmet Tevfik Ozan, Selahattin Arpacı, Selahattin Şenliler ve birçok dava arkadaşlarımızın Ulucanlar Cezaevi’nden gönderdikleri yazılar ve şiirler, Ülkücü yayın organlarında yayınlanırdı.
Şahsi ikbal peşinde koşmadan bir ömrü ülkü denen nazlı geline sevdalanarak, ülkülerinin yolunda hiç durmaksızın yürüyen Dr. Ahmet Tevfik Ozan, Selahattin Arpacı, Selahattin Şenliler, Ulucanlar Cezaevi’nin sembol isimlerindendir. Hakk’a yürüyen bu üç yiğit Ülkücü, Ulucanlar Cezaevi’nin simge isimleri bugün ötelerin ötesinde buluştular. Ulucanlar Cezaevi’nin derviş gönüllüleri, karanlık zindanlarda beraber kalan, feda kuşağının üç yiğit Ülkücüsü, şimdi ötelerin ötesinde, ebedî âlem “ahirette” buluştular.
Ahmet Tevfik Ozan, ceza ve tutukevlerinin birer Yusufiye ve taş medrese haline gelmesinde ilk harcı koyanlardandır. Selahattin Arpacı ve Selahattin Şenliler ile birlikte, bu hususta büyük emek sarfetmiştir. Bu üçlü, ebedi yolculuklarında da birbirini takip etmişler; adeta peş peşe rahmeti rahmana kavuşmuşlardır.
Ülkücüler, zindanları ilim ve irfanla ‘medrese-i Yusufiye’ye çevirdiler. Ve hapishaneler bir nevi medrese-i Yusufiye oldu. Medrese-i Yusufiyeler’de yatmış 68 ve 78 kuşağı Ülkücüler, o büyük anlamlı tarihi mücadelede tarihe not düşmüş, tanıklık etmiş, mukaddes bir davanın ve kavganın yiğitleriydi. Zaman içerisinde zindan, mahpushane, hapishane, cezaevi, taş medrese ve nihayet Yusufiye adını alarak Ülkücülerin dilinde farklı bir mana kazanan hapishanelerde 1970 yılından 1993 yılına kadar binlerce Ülkücü çile doldurmuştur.
Kendilerine “Yusufi” ismini verenlerin Hz. Yusuf misali zindanları medrese-i Yusufiye’ye çeviren Ülkücülerin hikâyesidir. Yusufiye medreselerinde nice güzel insan okumuştur. Ömürlerini aziz Türk milletine, Türk milliyetçiliği ülküsüne, Ülkücü harekete vakfettiler. Ülkücü hareketin çilesini, cefasını çektiler. İnandığı hak davadan asla taviz vermediler.
FEDA KUŞAĞININ YİĞİTLERİNE SELAM OLSUN!
1974-1975 arası Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanlığı’nı yapan, hareketimizin gazilerinden Muharrem Şemsek (1974-1976 yılında 3. kez) ÜOD ve ÜGD Genel Başkanlığı’nı yapmış olan Muhsin Yazıcıoğlu, ( 1975, 1976 yılında iki kez ) ÜGD Genel Başkanlığı’nı yapmış isimlerden Şevkat Çetin, Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nde görev yapmış Haşim Akten, Burhan Kavuncu, Mahir Damatlar, Behçet Kemal Gürsoy, Ankara Ülkü Ocakları kadrosundan bir çok yönetici ve çok sayıda, üniversiteli, liseli, yüzlerce Ülkücü genç, 12 Eylül 1980 öncesi Ulucanlar Cezaevi’nde yatmışlardır. Ulucanlar Cezaevi’nde yatan ülküdaşlarımızın büyük çoğunluğu daha sonra Mamak Cezaevi’nde yatmışlardır. 12 Eylül cuntası tarafından idam edilen Ülkücülerden Ali Bülent Orkan, Fikri Arıkan, Mustafa Pehlivanoğlu, Ulucanlar Cezaevi’nde yatmıştır.
Ulucanlar Cezaevi’nin birinci kısmı, ikinci koğuş Ülkücülerin yattığı koğuştu. 1975 başlarından itibaren üniversitelerden, liselerden, semtlerden çok sayıda Ülkücü genç, cezaevine girmiş ve yatmıştır. 1970-1988 yılları arasında 3000 civarında Ülkücü bu cezaevinde yatmıştır.
ÜÇ ŞEHİDİMİZ MUSTAFA PEHLİVANOĞLU, FİKRİ ARIKAN, ALİ BÜLENT ORKAN, ULUCANLAR CEZAEVİ’NDE İDAM EDİLDİ
Ulucanlar Cezaevi’nde yatan ülküdaşlarımızın büyük çoğunluğu daha sonra Mamak Cezaevi’nde yatmışlardır. 12 Eylül cuntası tarafından idam edilen Ülkücülerden Ali Bülent Orkan, Fikri Arıkan, Mustafa Pehlivanoğlu, Ulucanlar Cezaevi’nde yatmıştır. Ülkücüler, sadece Ankara’da, Ulucanlar ve Mamak Cezaevi’nde değil; Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde de yatmışlardır.
İstanbul’da Paşakapısı, Selimiye, Sağmalcılar, Bayrampaşa, Kartal Maltepe vb. İzmir’de Buca Cezaevi (1980 sonrası Şirinyer askeri cezaevi) değişik cezaevlerinde yine, İzmir, Manisa, Edirne, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Antalya, Bursa, Adana, Kahramanmaraş, Konya, Sivas, Kırşehir, Elazığ, Malatya, Erzurum, Erzincan, Samsun, Trabzon gibi bir çok il ve illere bağlı ilçe merkezlerinde yatmışlardır.
Mamak Askeri Cezaevi, Selimiye Askerî Cezaevi, Kartal Maltepe Askerî Cezaevi, Kayseri Zincidere Askerî Cezaevi, Konya Dutlukır Askerî Cezaevi, Bartın Özel Tip Cezaevi, Bursa Özel Tip Cezaevi, Eskişehir Özel Tip Cezaevi, çeşitli askerî cezaevlerinde kalmışlardır.
12 Eylül 1980 sonrası 587 sanıklı MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasından yargılanan ve Mamak Askeri Cezaevi’nde yatan Ülkücüler, 1987 yılından itibaren sivil cezaevlerine gönderilmişlerdir. İstanbul’da, Ankara’da İzmir’de yatan Ülkücüler, darbe sonrası yurdun dört bir yanındaki askeri ve sivil cezaevlerine gönderilmişlerdir. Bursa, Gaziantep, Eskişehir, Konya, Bolu, Sakarya, Bolu, Bartın, Aydın, Manisa, Çanakkale, Tekirdağ, Samsın, Edirne, Adana, Kahramanmaraş, Malatya, Elazığ, Kayseri, Sivas, Erzurum, Erzincan, Diyarbakır vb. il ve ilçelere bağlı cezaevlerinde yatmışlardır.
12 Eylül öncesinde olduğu gibi 12 Eylül sonrası da binlerce Ülkücü, cezaevinde yattı. Türkiye’nin dört bir yanında yatmadıkları askeri ve sivil cezaevi kalmadı. Edirne’den Kars’a, Çanakkale’den Çankırı’ya, Eskişehir’den Malatya’ya, Adana’dan Bartın’a, Erzincan’dan Konya’ya, Bursa’dan Adana’ya, Gaziantep’ten Samsun’a 1980’den 1992 yılına kadar uzun yıllar cezaevlerinde yattılar.
DARBE ŞARTLARINI OLGUNLAŞTIRMAK İÇİN ÜLKEYİ KAN GÖLÜNE ÇEVİRDİLER
12 Eylül öncesi MHP, iktidara yürüyordu. MHP’nin 15 Nisan 1978 tarihinde yaptığı 500 binden fazla Ülkücünün katıldığı tarihi mitingin ardından “Anadolu’nun Şahlanışı” adıyla düzenlediği diğer büyük mitingler, egemen güçleri, çıkar çevrelerini rahatsız etmiştir. Milliyetçi hareketin iktidar yürüyüşü ABD, NATO ve yerli iş birlikçilerini korkutmuştu. Milliyetçi hareket düşmanı ABD ve NATO merkezli gladyo hemen harekete geçtiler. 1980 yılının Nisan, Mayıs, Haziran ayında düzenlediği “Gönül Seferberliği” mitingleri, Genelkurmay karargahında darbe planlarını yürüten ABD/NATO’ya bağlı Evren-Saltık ikilisi tarafından (SALTIK ÇALIŞMA GRUBU) yakından takip ediliyordu. Amerikancı, NATO’cu Kenan Evren, Haydar Saltık ve onlarla birlikte darbe çalışmalarını yürütenlerin tamamı Türkeş ve MHP düşmanlarıydı. Ankara’dan Washington’a, MHP aleyhine raporlar gönderiyorlardı. ABD emperyalizmi ve NATO merkezli gladyo, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek istiyordu. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışıyordu.
17-18 Nisan 1978 Malatya, 3-7 Eylül Sivas, 19-26 Aralık Kahramanmaraş, 1980’in Mayıs-Temmuz ayları Çorum vb. yerlerde yapılan kışkırtmalar sonucu çok sayıda vatandaşımız öldü, canlar yandı, yürekler dağlandı. Milletimiz acılara boğuldu. Ülkemizi acıya boğan olaylar ne sağ ne sol ne Alevi-Sünni çatışması idi. Provokasyonların amacı, ülkeyi iç savaşa sürükleyip, darbe şartlarını olgunlaştırmaktı. 12 Eylül, dökülen kanlar üzerinden geldi. Akan kanların bizzat sorumlusu, ABD ve NATO’ya bağlı, ordu içindeki derin, karanlık yapı ve onların sivil iş birlikçileriydi.
CIA elemanları ve uzantıları, Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olaylarını tertip etmişlerdir. Bu kanlı olaylarda, CIA ve Pentagon okullarında yetişen, adlarına “barış gönüllüleri” denilen ajanların var olduğu ise yıllar sonra ortaya çıkmıştır.
MHP GENEL MERKEZİ’NE SİLAHLI, BOMBALI SALDIRI DÜZENLENMİŞTİR
MHP bir milli duruşu, milli şuuru ve milli tavrı temsil ediyordu. Bombaların patlamadığı, insanların sokak ortasında, bürosunda, evinde katledilmediği yer yoktu... Her gün birkaç Ülkücü, şehit ediliyordu. CHP’nin iş başına geldiği 22 aylık iktidarı döneminde, 1200 Ülkücü, komünist terör örgütleri tarafından şehit edilmişti.
30 Haziran 1979 günü, MHP Genel Merkezi, Ankara’da polis üniforması giymiş Sol örgüt militanlarının silahlı, bombalı saldırısına uğradı. Alper Demirci ve Ömer Yüce adlı iki Ülkücü genç, şehit edilmişti. MHP’nin doğudaki belediye başkanlarından Hikmet Tekin, 12 Ağustos günü PKK militanları tarafından pusuya düşürülmüş, annesi ve kardeşi ile birlikte hunharca şehit edilmişlerdi.
Bombaların patlamadığı, insanların sokak ortasında, bürosunda, evinde katledilmediği yer yoktu... Her gün birkaç Ülkücü şehit ediliyordu. CHP’nin iş başına geldiği 22 aylık iktidarı döneminde, 1200 Ülkücü, komünist terör örgütleri tarafından şehit edilmişti.
1977-12 Eylül 1980 tarihleri arasında, sadece İstanbul’da şehit edilen MHP yöneticisi 250’den fazladır. 19 Kasım 1977 günü Beşiktaş İlçe Başkanı’mız Hikmet Ay, 29 Haziran 1978 günü Zeytinburnu İlçe Başkanı’mız Bekir Şendilmen, 3 Ekim 1978’de İstanbul MHP İl Başkanı’mız Recep Haşatlı ile oğlu Mustafa Haşatlı, 13 Mayıs 1979 günü MHP Şişli İlçe Başkanı’mız Yusuf Bahri Genç, 13 Kasım 1979 günü Şişli İlçe Başkanı’mız Cihan Duman, 26 Kasım 1979 günü Eyüp İlçe Başkanı’mız Ali Tezdoğan, 13 Ağustos 1979 Kartal İlçe Başkanı’mız Rahşan Kanbur, 24 Kasım 1979 günü Zeytinburnu İlçe Başkanı’mız İsmail Aslan, 31 Aralık 1979 günü Beyoğlu İlçe Başkanı’mız Mehmet Akçiçek, 24 Ocak 1980 günü Şişli İlçe Başkanı’mız Ali Sünnetçi, 1 Şubat 1980 günü yine Eyüp İlçe Başkanı’mız Ali Terzibaşı, 24 Haziran 1980 günü Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı’mız, Ali Rıza Altınok eşi ve kızıyla şehit edildiler.
MHP İlçe Başkanı’mız Yusuf Bahri Genç, 19. saldırıdan kurtulamamıştı. Dönemin Günaydın gazetesinde yayınlanan bir haberde, “18 kez saldırıya uğrayan milliyetçi genç son saldırıdan kurtulamadı” diyordu.
Kızıl saldırılar devam ediyordu. Adana’da 6 Ülkücü öğretmen, MHP Manisa İl Başkanı Cemil Çöllü, Mardin İl Başkanı Ata Pehlivanoğlu, Tunceli İl Başkanı Haydar Koç, Kars İl Başkanı Avukat Hüseyin Cahit Aküzüm, MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi, gazeteci-yazar İlhan Darendelioğlu ve MHP’nin çok sayıda il ve ilçe yöneticileri, ‘Fedai’ dergisi sahibi Kemal Fedai Coşkuner ve daha yüzlerce Ülkücü, komünist terör örgütleri tarafından şehit edildi.
27 Mayıs 1980 günü MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Dev-Sol adlı terör örgüt tarafından Ankara’da şehit edildi. Ülkücülerin elinde olan Ankara’daki Ziraat Mühendisleri Birliği, 2 Eylül 1980 günü bombalı ve silahlı saldırıya uğradı. 4 Ülkücü şehit edildi. Türkiye’nin her yerinden buna benzer haberler gelmeye devam ediyordu.
TSK’DA “SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” SON HIZLA DARBE ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYOR
Temmuz 1978’de Genelkurmay Karargâhı’nda Kenan Evren’in talimatıyla oluşan “Darbe Çalışma Grubu” çalışmalarını sürdürüyordu. Haydar Saltık ve ekibi NATO merkeziyle birlikte çalışıyor. (SALTIK ÇALIŞMA GRUBU) Ankara’dan Washington’a, MHP aleyhine raporlar gönderiyorlardı. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık’ın başında bulunduğu, adına “SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” denen karanlık yapı, ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için her şeyi planlamış ve uygulamıştır. Ülkücü düşmanı Haydar Saltık’ın başkanlığındaki “DARBE ÇALIŞMA GRUBU”nda bulunanlar, Washington’un “Bizim Çocukları”dır.
Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunan MHP’nin demokrasiye, ülkeye, vatana sahip çıkışı karşısında, CIA istasyon şefleri, “Bizim Çocuklar” dedikleri, ABD yanlısı generallere “elinizi çabuk tutun, darbe çalışmalarını hızlandırın” talimatını vermişlerdir.
Türkiye 12 Eylül’e hızla sürükleniyordu. 11 Eylül 1980 günü Ankara’da sokakları, terör örgütleri almıştı. Dört bir yana Sol örgütlerin bombalı pankartları asılmıştı. Ankara, bir harp sahası gibiydi. Bakanlıklarda, Genelkurmay’ın önünde, Meclis’in önünde, sayısız Dev-Yol imzalı bombalı pankartlar asılıydı. Silahlar, bombalar, Ankara’dan Diyarbakır’a, İstanbul’dan Kars’a, Edirne’den Van’a her yerde patlıyordu. Ülke, savaş alanına dönmüştü.
Sıkıyönetimin sadece adı vardı. Güvenlik güçleri, adeta inzivaya çekilmişti. Şehirler, sokaklar, Sol terör örgütlerine teslim olmuştu. Sanki bütün bunlar “darbe şartlarının olgunlaşması” içindi. Askerlerse o gün Genelkurmay’ın yeraltında darbe hazırlıklarının son rötuşlarını yapıyor, darbe için geriye sayımı başlatıyorlardı...
ABD/NATO ile ilişkili, gladyoyla bağlantılı, devletin kılcal damalarına kadar girmiş ajanlar, kriptolar, uzantıları, ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için sansasyonel cinayetler, bombalı katliamlar ve kitlesel provokasyonlar meydana getirmişlerdir. Abdi İpekçi suikastı, Gün Sazak’ın şehit edilmesi, MHP Genel Merkezi baskını ve daha yüzlerce vb. olayları sıralayabiliriz.
Cunta rejiminin başı, Kenan Evren’in Konya’da bir konuşması var. “Biz 3 yıl sabrettik, muradımıza erdik” diyor. İhtilal şartlarının olgunlaşması için Türkiye’nin kan gölüne dönmesine, oluk oluk kan akmasına, binlerce insanın ölmesine bilerek göz yumduklarını söyleyen Evren, sabrederek muradına erdi. Bu, tarihin cevap arayacağı büyük bir itiraftır. Evren ve konsey üyeleri ölümlere, çatışmalara ve ülkenin kaosa sürüklenmesine seyirci kaldıkları ve ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için darbeye zemin hazırladıkları ve planladıkları için sorumludurlar suçludurlar.
12 EYLÜL 1980’DE CIA’NIN “BİZİM ÇOCUKLARI” DARBE YAPTI
Kenan Evren-Haydar Saltık ikilisi ve onlara bağlı merkezin hazırladıkları plana uygun olarak bu faşist darbe yapıldı.
Darbe gecesine saatler kala bir kısım siyasetçilerin az çok bildikleri darbeyi, Washington çoktan haber almıştı. 27 Mayıs ve 12 Mart’ta olduğu gibi sözde Amerikan yardım heyeti JUSMAT, çok önceden hazırlıklarını bildikleri darbeyi Pentagon’a, Washington’a bildirmişlerdi. 12 Eylül haberi “Situation Room”a, Balgat’taki Jusmat’tan gelmişti. “Türk ordusunun komuta heyeti yönetime el koydu. Herhangi bir kuşku ve kaygıya gerek yok. Müdahale etmesi gerekenler etti”.
JUSMAT’ın başındaki General Thompson, CIA İstasyon Şefi Paul Henze, ABD Elçisi James Spain gibi isimler, darbeyi yapanların ABD ve NATO’nun dostları olduğunu söylüyorlardı. Darbenin şefi Kenan Evren, her şeyi ABD ile el ele ve NATO’nun amaçları doğrultusunda yapmıştır. Pentagon için Amerikan yanlısı darbeci generaller, “Bizim Çocuklar”dı.
ABD VE NATO UŞAĞI CUNTA REJİMİ ANKARA’DA ÖZEL OLARAK C -5 ADLI İŞKENCE MERKEZİ KURDU
12 Eylül 1980 tarihinde darbe yapıp, yönetime el koyanlar tarafından, hareketin lideri Başbuğumuz Alparslan Türkeş, MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri dâhil 50 binden fazla ülküdaşımız, gözaltına alınmıştır. Binlercesi, uydurulan senaryo, tertip, düzmece belge ve yalancı şahitlerle haksız yere suçlanarak, tutuklanmıştır.
12 Eylül askeri müdahalesiyle, MHP ve Ülkücü kuruluşların lider kadroları başta olmak üzere on binlerce Ülkücü tutuklanmıştır. C-5, Harbiye, Hasdal gibi askeriyeye ve emniyete ait olan viranelerde işkencelerden geçirilmişlerdi.
1944 yılında Sansaryan Han’da işkencecilerin “beyin tavası” dediği tabutluk işkencelerini gördük. 12 Eylül döneminde C-5’lerde benzerlerini yaşadık. Mamak’ta C-5’te, Zincidere’de Malatya’da, Bursa’da, Eskişehir’de; Türkiye’nin dört bir yanında işkencehanelerde Ülkücüler şehit edildi. Dava arkadaşlarımızı şehit ettiler, intihar süsü verdiler.
12 Eylül 1980 öncesi Ülkücü gençlik hareketinin lideri olan Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere, binlerce Ülkücü, Ankara Mamak’taki 4. Kolordu Komutanlığı 28. Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 adlı işkence merkezinde işkencelerden geçirildi
Soyer ve emrindeki asker-polis karışımı Solcu çete, Beşli Konsey’i arkalarına alarak Mamak’ta her türlü hukuksuzluğu yapmışlardır. Türkiye’nin dört bir yanından Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne C-5 adlı özel işkence merkezine getirilen Ülkücülere, Başbuğ Türkeş ve Muhsin Başkan başta olmak üzere Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinin aleyhine ifade vermeleri için büyük baskı ve işkenceler yaptılar.
12 Eylül 1980 öncesi Ülkücü gençlik hareketinin lideri olan Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere, binlerce Ülkücü, Ankara Mamak’taki 4. Kolordu Komutanlığı 28. Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 adlı işkence merkezinde işkencelerden geçirildi. Muhsin Başkan’ın, adına “C-5” denilen işkencehanede gördüğü işkence, 13 Şubat 1981 tarihli “ilk muayene” kaydında, ‘dirseklerinde yara, parmaklarında yanık izleri ve idrarında kan’ tespit edildi bilgisiyle yer alıyordu.
C-5 adlı işkence merkezinde işkencelerden geçirilen Ülkücüler, daha sonra A Blok’ta “kafes” denen Kenan cehenneminde dayaktan geçiriliyorlardı. C-5 ve kafesten sonra dayaklar götürüldükleri hücre ve koğuşlarda da devam ediyordu.
Ülkücü hareket düşmanı bazı askeri savcı ve hakimler, işkenceli sorgulara bizzat eşlik ediyordu. Asker ve polis karışımı özel işkence ekibi Ülkücülere işkence ederken, Mamak Cezaevi komutanı Raci Tetik ise zevkle seyrediyor ve kimi zaman işkencecilere nezaret ederek “Gerekirse ölsünler, sakat kalsınlar, hiç önemli değil. Devam edin” diyordu.
Soyer ve emrindeki asker-polis karışımı Solcu çete, Beşli Konsey’i arkalarına alarak Mamak’ta her türlü hukuksuzluğu yapmışlardır. Türkiye’nin dört bir yanından Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne C-5 adlı özel işkence merkezine getirilen Ülkücülere, Başbuğ Türkeş ve Muhsin Başkan başta olmak üzere Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinin aleyhine ifade vermeleri için büyük baskı ve işkenceler yaptılar.
Ülkücülerin işkence gördüğü merkezlerden biri İstanbul Harbiye’deydi. Adana Bölgesi’nin işkence merkezi Polis Okulu’ydu. Kayseri’de Zincidere adı verilen bir işkence merkezi vardı. Malatya, Bursa, Eskişehir, Sivas, Erzurum, Konya vb. yerlerde Emniyet Müdürlüğü’nün içindeki özel işkence merkezleri vardı.
Mamak’ta C-5’te, Zincidere’de Malatya’da, Bursa’da, Eskişehir’de; Türkiye’nin dört bir yanında işkencehanelerde Ülkücüler şehit edildi. Dava arkadaşlarımızı şehit ettiler intihar süsü verdiler.
12 Eylül savcıları ve 12 Eylül mahkemeleri, işkencecileri aklayarak ve onlara hiçbir şey yapmayarak ödüllendirmişler ve açıkça insanlık dışı işkenceleri teşvik etmişlerdir.
Bekir Bağ ülküdaşımızı şehit edenler arasında Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi işkenceci polis şefleri de vardır. Bekir Bağ şehit edilmiş, Raci Tetik ise işkencecileri korumuş himaye altına almıştır. Cezaevi doktoru Mehmet Yıldız doktorluk yeminini çiğnemiş, intihar yönünde rapor vermiştir.
10 Kasım 1980 günü Abidinpaşa Ülkücülerinden, Ankara Çubuklu, 18 yaşındaki Bekir Bağ adlı ülküdaşımız; 1 Ekim 1981 günü yine Abidinpaşa Ülkücülerinden Nevşehirli ülküdaşımız Hasan Alemlioğlu, Raci Tetik’in cezaevi komutanı olduğu süreçte şehit edildiler. Bekir Bağ, C-5’te işkence gördükten sonra götürüldüğü hücrede şehit düştü.
21 Mart 1981 günü Aydın Demirkol, 26 Mart 1981 günü Mehmet Kazgan ülküdaşlarımız, Malatya Emniyet Müdürlüğü’nde yapılan işkencelerin ardından emniyet binasından atılarak şehit edildiler. 1 Ağustos 1981 günü Cumali Şimşek, Kayseri Zincidere’de, 23 Eylül 1980 günü Rafet Demir, Bursa emniyetinde şehit edildiler. Şehit edilen ülküdaşlarımız için intihar ve hastalık raporu verdiler. MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasının sanıklarından Hüseyin Kurumahmutoğlu, yine Mamak Cezaevi’nde, 14 Temmuz 1987 tarihinde şehit düştü.
MHP DÜŞMANI BAŞSAVCI NURETTİN SOYER, MHP’Yİ KAPATTIRMAK İSTİYOR
Dönemin Ankara Sıkıyönetim Komutanı, müfrit MHP karşıtı olan Korgeneral Nihat Özer, zihniyetleri örtüştüğünden Soyer’i vakit geçirmeden başsavcı yaptı.
Oysa Soyer’in Ülkücü düşmanın olduğu önceki yıllarda birçok karar ve uygulamalarına yansımış, bazı MHP milletvekilleri reddi hakim talebiyle şikayetçi olmuşlardı.
Nurettin Soyer, daha darbe resmen açıklanmadan saat 24 sularında özel ekibini yanına alarak, parti genel merkezini resmen bastı.
Saat 02.30’du. İhtilal anonsu daha yapılmamıştı. Aynı saatlerde Bolu’daki komando tugayının Ankara’ya gönderilmiş olan taburundan bir “özel tim” Mamak Nizamiyesi’nden dışarı çıktı. Hedefi Bahçelievler’di.
MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık ve Başsavcı Nurettin Soyer ikilisinin MHP ve Ülkücü harekete yönelik planlı ve programlı çalışmaları doğrultusunda, emirleri altındaki özel güçler devreye sokuldu ve karanlık MHP baskını böyle başlamıştı. 12 Eylül gecesi, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bünyesinde yer alan Başsavcı Nurettin Soyer’in emriyle Pol-Derli Solcu polisler ve askerler, kanunsuz bir şekilde MHP Genel Merkezi’ni bastılar.
Darbe, henüz televizyonlarda ilan edilmeden özel kuvvetlerden bir tabur asker, MHP Genel Merkezi‘ne baskın tarzında girdi. Aynı anda hiç gereği yokken sokağa getirilen bir tank elektrik direğini deviriyor ve bütün semt saatlerce karanlıkta kalıyor, parti binasında gece boyunca karanlıkta arama yapılıyor. Oysa diğer partilerde arama ertesi gün saat 9’da, bazılarında ise bir gün sonra polis tarafından yapılıyor. Zabıt tutmak gibi hukuki kurallar umursanmıyor. Soyer, yapılanları bizzat yönetiyordu.
Genel Merkez’de vaktinden önce başlatılan arama, Bolu Komando Tugayı’ndan gelen bir askerî timle polislerden oluşan karma bir ekip tarafından el fenerlerinin ışığı altında yürütüldü. Polislerin ekip şefi konumundaki Başkomiser Dürüst Oktay ile Zeki Kaman, MHP camiasının tanıdığı isimlerdi. Emniyet teşkilatı içerisinde Solcu polislerle kurduğu Pol-Der isimli ideolojik örgütün lider kadrosu içerisinde yer alan ve tutumları nedeniyle ilgili makamlara sık sık şikâyet edilen bu polisler, Başsavcı Nurettin Soyer’in Mamak’ta kurduğu özel ekibin seçkin elemanlarıydı.
Hiçbir siyasi parti, MHP hariç, ihtilal gecesi aranmadı ve basılmadı. Ama MHP, gece saat 02.30’da asker, polis karışımı özel timler tarafından basıldı. MHP Genel Merkezi’nin baskınında başta Nurettin Soyer olmak üzere Pol-Der’li Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi özel tim görevlilerinin bulunması da bu baskının gerçek amacını ortaya koyuyordu.
MHP Genel Merkezi’ne gece gelerek, her türlü arama ve tarama işlerini yaparak, kamuoyunda MHP’yi suçlu duruma düşürmek isteyen Nurettin Soyer’in tek amacı, milliyetçi hareketi 12 Eylül mahkemelerinde yargılamaktı.
EVREN: “SOYER, ARKANDAYIM, İSTEDİĞİNİ YAPABİLİRSİN”
Hava Hâkim Albay Nurettin Soyer, 1980 başında darbeyi planlayanlar tarafından Ankara 4. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başsavcılığı’na atanır. Nurettin Soyer, Kenan Evren’i ve konsey üyelerini ziyaret etmiştir. Ardından onlarla toplantı yapmıştır. Konseyin, başta Türkeş olmak üzere MHP yöneticilerinin, Ülkücü kuruluşların yöneticilerinin tutuklanmaları taleplerini yerine getirecekti. Beşli çeteye, MHP aleyhine hazırladığı sahte delilleri, gerçek dışı düzmece haberleri göstermiş ve onların onayını almıştır. Evren’den cesaret alan Soyer, konsey üyelerine “sizin desteğiniz devam ettiği müddetçe Türkeş ve arkadaşları asla cezaevinden çıkamaz.” diyordu.
Evren, konsey üyelerinin de bulunduğu toplantıda Askeri Savcı Hava Albay Nurettin Soyer’e, sivil ve askeri savcılar bulmasını, üzerinde çalışması talimatını verdi. Soyer, MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası için 20 sivil, 6 askeri savcı ile çalıştı. Bunlara verilen emir, MHP’nin kapatılması, MHP ve Ülkücü hareket mensuplarının cezalandırılması ve cezaevlerinde uzun yıllar yatmalarıydı.
SOYER: “EVREN VE SALTIK DESTEK VERDİ YOKSA MHP DAVASI AÇILMAZDI”
Beşli Konsey’den aldığı güç ile Soyer ve arkadaşları, MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri başta olmak üzere Ülkücüleri uyduruk senaryo, düzmece belge ve yalancı şahitlerle tutuklamışlar, zindanlara doldurmuşlardır. Askeri Savcı Soyer ve emrindeki asker-polis karışımı Solcu çete, Beşli Konsey’i arkalarına alarak Mamak’ta her türlü hukuksuzluğu yapmışlardır.
Nurettin Soyer, 12 Eylül’den birkaç ay sonra basına görüntülü bir açıklama yaptı. Büyükçe bir masanın üzerinde dizili çeşitli cins ve büyüklükte yirmiden fazla silahı göstererek, bunları MHP Genel Merkezi’nde bulduklarını, burasının suç örgütü olduğunu gösteren başka belgeleri de ele geçirdiklerini iddia ederek, gerekli hukuki işlemlerin yapılacağını ifade etti. Soyer, aynı iddiaları Kenan Evren ve konsey üyelerine verdiği brifingde de tekrarladı. Cunta rejimi ile ilişkili tekelci medya ve Sol basın, Nurettin Soyer’in yönlendirmesiyle MHP ve Ülkücü hareket, henüz dava bile açılmadan suçlanıp, infaz edilmeye çalışıldı. Ülkücü düşmanı Soyer, hukuki ve ahlaki kriterleri bir yana bırakarak konseyi ve kamuoyunu “ajite” etmek istemişti ve amacına ulaşmıştı.
Evren’in maşası Nurettin Soyer, Doğu Perinçek’in yazarlarından olduğu ve Aydınlıkçılar tarafından çıkarılan, haftalık “2000’e Doğru” dergisine, MHP davasıyla ilgili yaptığı açıklamada, MHP davasının açılması için en büyük desteği, Kenan Evren’den gördüğünü bir kez daha itiraf etmiştir.
MHP Genel Merkezi’ne gece gelerek, her türlü arama ve tarama işlerini yaparak, kamuoyunda MHP’yi suçlu duruma düşürmek isteyen Nurettin Soyer’in tek amacı, Milliyetçi Hareket’i 12 Eylül mahkemelerinde yargılamaktı.
Direk Kenan Evren’e bağlı askeri savcılıkta savcılık karakolu kurulmuştu. Bu karakolun yanında C-5 adlı işkence merkezi vardı. POL-DER’li polis şefleri Zeki Kaman, Dürüst Oktay, burada Ülkücüler aleyhine özel çalışma yürütüyorlardı. MHP ve Ülkücü kuruluşlarla ilgili evraklar Ülkücü düşmanı bu polis şefinin ve onunla birlikte çalışan polislerin elindeydi. Nurettin Soyer, 12 kişiden oluşan Zeki Kaman ekibine Ülkücüleri gözaltına aldırıyor, işkence ettiriyordu. Bütün bu yaşananlar Soyer’in bilgi ve talimatıyla olmuştur. Zeki Kaman denilen alçak, bu cüreti Nurettin Soyer’den ve cunta rejiminden alıyordu. Hakim ve savcılardan olması gereken dosyalar POL-DER’li çetelerin elinde geziyordu.
MHP VE ÜLKÜCÜ DÜŞMANI SAVCI NURETTİN SOYER, 220 ÜLKÜCÜNÜN İDAMINI İSTEDİ
1978 Aralık ayında meydana gelen Kahramanmaraş olaylarından sonra 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. İktidarda olan CHP, bu özel dönemde görev yapacak hakim ve savcılar için özel çalışma yürüttü. CHP’li Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık bu iş için müşaviri Solcu Bnb. Askeri Hakim Olcay Mis’i görevlendirdi. Sosyal demokrat-sosyalist- Marksist görüşlere sahip kim varsa sıkıyönetimin yargı kadrosu yapıldı. Nurettin Soyer, bunlardan biriydi. Dönemin Ankara Sıkıyönetim Komutanı, müfrit MHP karşıtı olan Nihat Özer kendisi gibi MHP ve Ülkücü düşmanı Soyer’i vakit geçirmeden başsavcı yaptı.
MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası ile 3 Mayıs 1944 olayları nedeniyle yapılan yargılamalar arasında büyük bir benzerlik vardı. 1944 yılının ardından 37 yıl geçtikten sonra 19 Ağustos 1981’de Mamak’ta yapılan ilk mahkemede milliyetçiler yine benzer iddialarla suçlanmıştı.
1944 yılında Türk milliyetçilerine kumpas kurdular. İddianameyi, Çankaya Köşkü’nde hazırladılar. 12 Eylül 1980 sonrası açılan “MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasının askeri savcısı, Ülkücü düşmanı Nurettin Soyer de MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasının iddianame dedikleri iftiranameyi Genelkurmay Karargahı’nda, ordu içindeki mezhepçi “Saltık Çalışma Grubu” ile birlikte hazırlamıştır.
12 Eylül 1980 sonrası açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasının iddianamesini de Askeri Savcı, Ülkücü düşmanı Nurettin Soyer Genelkurmay Karargâhı’nda, ordu içindeki mezhepçi “Saltık Çalışma Grubu” ile birlikte hazırlamıştı. Türk mahkemelerinde, Türk milliyetçileri yargılanmaya kalkışıldı. 29 Nisan 1981 tarihinde 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan davada milliyetçi hareketin lideri Alparslan Türkeş ve Ülkücü gençlik lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun içinde bulunduğu 220 Ülkücünün idamı istenmiştir. 587 sanıklı, MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası iddianamesinin hazırlanması yedi ay on gün sürdü. Mütalaası, bir yılda tamamlandı.
Nurettin Soyer’in hazırladığı 986 sayfalık iddianame ilk satırından son cümlesine kadar ideolojik saplantıları olan hastalıklı bir zihnin hezeyanlarını içeriyordu.
CUNTA REJİMİNİN VE BEŞİNCİ KOL ÇEVRELERİN ADAMI: NURETTİN SOYER
Dünyanın en insafsız, hukuktan en nasipsiz savcısı Nurettin Soyer, iddianame adlı itirafnameyi yazarken yardımcılarından biri Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu idi. MHP aleyhine yapılan haber ve yazı dizileri, 12 Eylül rejiminin dört elle sarıldığı malzemeler olmuştur. 12 Eylül 1980 sonrası açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında dönemin savcıları ve 12 Eylül darbecilerinin yayınladığı “Anarşi raporlarında” kaynak olarak Aydınlık gazetesi, TİKP’in basın bültenleri ve diğer dönemin Solcu gazete ve dergilerinden faydalanılmıştır.
Bu iddianame hukukun rafa kaldırıldığı ideolojik bir rezalettir. İddianamede anlaşılmaz bir pervasızlıkla, kaynak belirtmeye bile gerek görülmeden bir Marksist’in eserinden satır satır alıntılar yapılmıştır. Böylelikle hukukî bir metin olma mecburiyeti bir tarafa bırakılarak, ideolojik bir suçlamaya dönüşen iddianame, MHP yöneticileri tarafından şiddetle eleştirildi. İddianamenin tutarsızlığı belgelerle, tarihî olaylarla ortaya konuldu.
Darbeden hemen sonra bazı gazetelerde, “İyi ki 12 Eylül olmuş. Yoksa MHP, Türkiye’de büyük bir darbe ve katliam yapacaktı” haberleri çıkmıştı. Bu haberin arkasında, MHP aleyhine bilgilerin sızdırılmasında, yazdırılmasında, cuntanın infaz aparatı Nurettin Soyer’in parmağı vardı.
MHP aleyhine yapılan haber ve yazı dizileri, 12 Eylül rejiminin dört elle sarıldığı malzemeler olmuştur. 12 Eylül 1980 sonrası açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında dönemin savcıları ve 12 Eylül darbecilerinin yayınladığı “anarşi raporlarında” kaynak olarak Aydınlık gazetesi, TİKP’in basın bültenleri ve diğer dönemin Solcu gazete ve dergilerinden faydalanılmıştır.
MİLLİYETÇİ HAREKETİN LİDERİ TÜRKEŞ CUNTA REJİMİNE VE CUNTANIN MAHKEMESİNE MEYDAN OKUDU
1944 yılında Çankaya Köşkü’nde, 12 Eylül sonrası Beşli Konsey-Evren-Saltık çalışma merkezinde Türk milliyetçilerine kumpaslar kurdular. Milliyetçi hareketin lideri Türkeş, bir ABD/NATO projesi olan 12 Eylül darbesine eğilmedi, küresel diktatör ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediği “Beşli Çete”ye, cuntanın mahkemelerinde meydan okudu.
Cunta mahkemesi, üç kişiden oluşuyordu. Başkan Hava Albay İrfan Yücesan, duruşma Hâkimi Albay Vural Özenirler, Hv. Hâkim Yzb. Fahir Kayacan’dan oluşuyordu. Mamak Mahkemesi’nde ilk sırada olan MHP lideri Alparslan Türkeş, yazmış olduğu kitaplarla kürsüye yürümüştür. Savcılık, iddianamede Türkeş’in kitaplarını tamamen çarpıtmış, alttan bir üsten bir kelime alıp birbirine katmış, suç delili olarak kullanmıştı. Türkeş savcının alıntı yaptığı kitapların sayfalarından savcının iddialarını, çarpıtmalarını tek tek çürütmüştü. Bu arada iddia makamını teşkil eden Hv. Hâkim Albay Nurettin Soyer, sesini çıkaramıyordu. Başbuğ Türkeş, masabaşında hazırlanan yalanlarla, iftiralarla dolu 945 sayfalık düzmece iddianameyi, Mamak mahkemelerinde suratlarına fırlattı.
Milliyetçi hareketin lideri Türkeş, mahkemelerin başladığı ilk günden itibaren iddia makamını, savcılarını en ağır bir dille eleştirdi. Mamak Mahkemesi’nde tarihi bir olay yaşanmıştır. Diktatörün adamı, konseyin Savcısı, Sol çevrelerin yere göğe sığdıramadığı ve Ülkücülere yaptığı zulümlerden dolayı alkışladığı, sahip çıktıkları Savcı Nurettin Soyer, iftiralarla dolu iddianameyi okurken Başbuğ Türkeş, “Biz 945 sayfalık, baştan aşağı yalan ve iftira ile dolu olan bu iddianame ile idam istenerek buraya getirildik.” Ve 945 sayfalık iddianameyi eli ile havaya kaldırıp gür sesi ile haykırdı: “BU BİR İDDİANAME DEĞİL, İFTİRANAMEDİR!..”
Başbuğ’umuz Türkeş ne savcılık sorgusunda ne mahkemelerde başını öne eğmedi. Mahkemede iddianame denen iftiranameyi, defalarca kaldırıp heyete karşı salladı ve kürsüye vurdu.
Alparslan Türkeş, 12 Eylül 1980 darbe sonrası idamla yargılandığı “MHP ve Ülkücü kuruluşlar” davasında Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Askeri Mahkemesi Kıdemli Hâkimliğine sunduğu savunmasında; “Milliyetçi hareket, siyasi hayatta her zaman ‘hak, hukuk, adalet’ demiştir. Milliyetçiliğimiz milletten ve adaletten yana olmaktır. Haksızlıklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara daima karşı çıktık. Haksızlık ve adaletsizlik, zulüm demektir. Ülkeler küfür ile yıkılmaz ama zulüm ile yıkılır. Milletimizin hizmetinde olmaya daima gayret ettik.” demiştir.
ABD ELÇİSİ JAMES SPAIN: “EĞER ABD YANLISI GENERALLER DARBE YAPMASAYDI ÜLKÜCÜLER İKTİDARA GELECEKTİ”
Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunan MHP’nin demokrasiye, ülkeye, vatana sahip çıkışı karşısında, CIA istasyon şefleri, “Bizim Çocuklar” dedikleri, ABD yanlısı generallere “elinizi çabuk tutun, darbe çalışmalarını hızlandırın” talimatını vermişlerdir.
ABD karşıtı milliyetçi hareketin, iktidara yürüyüşünü gören ABD emperyalizmi, hemen hamlesini yapmış, Ülkücü hareketin iktidar yürüyüşünü durdurmak için düğmeye basmış, kendisine bağlı Amerikancı generallere 12 Eylül darbesinin hazırlıklarını yaptırmış ve sonuçta darbe gerçekleşmiş, Ülkücü hareket yok edilmek istenmiştir.
ABD’nin 12 Eylül öncesi en çekindiği ve nefret ettiği hareketlerden biri “Ülkücü hareket” idi. Türk milliyetçilerinin anti-Amerikancı tavrı, ABD’nin tepkisini çekiyordu. MHP ve Ülkücülerin yükselen toplumsal dalgası ve kitleselleşmesi, ABD çıkarlarının tehlikeye girmesi demekti. 12 Eylül’e az bir zaman kala Washington, MHP dışı bir yönetim istiyordu, Ankara’dan. Washington MHP’siz bir hükümet teklifini Orta Doğu’da görevli diplomatları ve CIA istasyon şefleri aracılığıyla iş birlikçilerine iletiyordu. Washington, MHP’nin milli ve yerli duruşundan, ABD karşıtı milliyetçi siyasetinden ve çizgisinden son derece rahatsızdı. ABD, AP-CHP koalisyonunu istiyordu.
Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi James Spain'in imzasını taşıyan bir belge, "Ordunun yönetime el koymasının ardından ABD-Türkiye ilişkileri" başlığını taşıyor. Yazıda, Türkiye'de ordunun yönetime el koymasının "daha köklü ve daha kabul edilir" bir durum olduğu ifade edilerek, "Bu bir Latin Amerika cunta darbesi değil" deniliyor.
12 Eylül döneminde (1980-1981) ABD Ankara Büyükelçisi olan James Spain, emekli olduktan sonra Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Ufuk Güldemir ile yapmış olduğu röportajda MHP’ye olan düşmanlıklarını açıkça söylüyordu. Cumhuriyet gazetesinin 30 Aralık 1984, 3 Ocak 1985 tarihli sayılarında yayınlanan röportajında 12 Eylül generallerine övgüler düzerken “Türkiye, Ülkücülere teslim edilmediği” için adeta zil takıp bir oynamadığı kalmıştı.
12 Eylül generallerine övgüler düzerken “İyi ki 12 Eylül darbesi oldu. Eğer 12 Eylül olmasaydı, Ülkücüler iktidara gelecekti. Türkiye’yi Alparslan Türkeş yönetecekti” diyordu.
Buhranlı ve zor dönemlerde Türk milletine istikamet veren, yol gösteren iki büyük lideri, rahmetli Başbuğ’umuz Alparslan Türkeş’i, şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nu tüm şehitlerimizi ve Hakk’a yürüyen aziz dava ve yol arkadaşlarımızı rahmetle, minnetle, saygıyla, sevgiyle anıyoruz. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Onları asla unutmadık ve unutmayacağız. Bu aziz millet, kendisine hizmet edenleri, şehitlerini, kahramanlarını asla unutmaz.