Piyasalar

Kadını Yaşat ki Devlet Yaşasın

Punto:
Kız evladı on ikisine bastı mı ya ere, ya yere Türk atasözü Çocukların sosyal hayatta yer edinmeleri ve toplum tarafından birey olarak kabul edilmeleri, toplumların sosyoekonomik gelişmeleri ile birlikte oluşmaya başlamıştır. Avrupa’da asillere karşı burjuva sınıfının ekonomik güç kazanması ve bu gücünü çocukları için harcamaya başlaması çocukların aileler tarafından dikkate alınmalarının önünü açmıştır. Okullaşma oranlarının artması ile birlikte çocuk seviyelerinin dikkate alınması ve buna göre müfredatların oluşturulması daha önceleri Avrupa’da günahkâr olarak algılanan çocuğun toplum tarafından çok farklı noktalara yönlendirildiğinin işareti olmuştur. Yoksulluğun ve eğitimsizliğin hakim olduğu geçmiş dönemimizde de başta kızlar olmak üzere çocuklar büyük bir baskı altındaydı. Fakirliğin kol gezdiği ortamlarda aile reisleri, sofradan bir kaşığın eksilmesi adına kız çocuklarını erken evlendirmenin yollarını arıyor, onun namusuna gelecek bir sıkıntının da önüne geçerek tüm sülalenin onurunu kurtaracağını umuyordu. Tıp biliminin ilk zamanlarda gelişmemiş olması hem bebek hem de anne ölümlerini tetikliyor, birçok anne veya bebek doğum sırasında hayatını kaybedebiliyordu. Osmanlı’da ortalama yaşam süresi elli civarındaydı. Hayat şartlarının zor olduğu bu ortamlarda dul kalan eşlerin hayat mücadelesinde güçlü olmak için yeni bir evlilik yapma mecburiyeti oluşuyor bu ortamlarda öz üvey karışımı fazla oluyordu. Bu karışık ortamın ilk kurbanlarının kız çocukları olması kaçınılmazdı. Tarımsal kültürün, gücün ve katı bir ahlak anlayışının hakim olduğu hayat şartlarında erkek çocukları ön plana çıkmaktaydı. Halk arasında erkek çocuk doğuran kadınların itibarı daha yüksek olurken, hamileliğinde erkek çocuk doğuracak annelerin gittikçe güzelleştiğine, kız çocuğu doğuracak kadınların ise çirkinleştiğine inanılır, hamile kadının yüzüne bakarak karnındaki bebeğinin cinsiyeti belirlenmeye çalışılırdı. Daha anne karnındayken uğursuzluğunun intikamı anneden alınmaya çalışılan kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmeleri kaçınılmaz olmaktaydı. “Kız evladı on beşine bastı mı ya ere, ya yere; kızın on beşine geldikten sonra koca ara” atasözleri toplumun kız çocuklarına bakış açısını yansıtmaktaydı. Halk şiirimizde ve türkülerimizde on üç/ on beş yaş aralığı kızların en güzel dönemleri olarak algılanmıştı. Böyle ortamlarda kız çocuğunun on beş yaşını bekâr olarak geçirmesi onun evde kaldığı veya kalacağı korkusunu taşımasına neden olmaktaydı. Toplumun o zamanki kültür anlayışında evlilik için ideal yaşın on beş olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu anlayışın Anadolu’da hatta büyük şehirlerimizin bazı bölgelerinde maalesef varlığını hâlâ devam ettirdiği görülmektedir. Bizde medeni kanun İsviçre’den alındığı için İsviçre halkının kültürü ile bizim kültürümüzün örtüşmemiş olması normaldir. İspanya gibi bazı Avrupa ülkeleri daha düne kadar evlenme yaşını on altı olarak belirlemişlerdi. Bir toplumun gelişmişlik ölçütü, kadına vermiş olduğu değer ile bağlantılıdır. Kanunla kızlarımızı koruma altına almamız onların talihlerini hemen değiştireceğimiz anlamını oluşturmaz. Toplumumuzun erken yaş evlilik problemini eğitimle halledebiliriz. Dünyanın en eğitimli erkek nüfusuna sahip olsak bile eğer kızlarımızı eğitmez isek tüm kategorilerde dünyanın gerisinde kalmaktan kurtulamayız. Kızlarımızı koruyalım, onlara değer verelim, ülkemizin geleceğini onlara bağlayalım, onları genç yaşta evliliğe değil eğitime teşvik edelim. Kadını ihmal ettiğimizde geleceğimizi yok ettiğimizin farkına varmamız ve kadınlarımızı, kızlarımızı siyasete alet edilmemesi gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Kadını yaşat ki devlet yaşasın felsefesini geliştirmemiz gerekir (25 Kasım 2016)