Başlı başına bir hayat, bir yaşam mesajıyla yüklü olan İslam dini, hayata ilişkin tüm işlerin planlaması ve yönetimi itibariyle, kadın ve erkeği irade ve amel bakımından eşit görmüştür. Çünkü kadın ve erkek, insan varoluşunun yapısal olarak ihtiyaç duyduğu ve varlığının devamı için kaçınılmaz olan yeme, içme, gibi temel içgüdülere ve eylemlere taalluk eden irade bazında da eşit konumdadırlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sizin kiminiz kiminizdendir." (Âli İmran,195)
Şu halde Kur’an’ın ifadesine göre kadın iradesini serbestçe kullanma hakkına sahiptir ve kesinlikle bağımsız hareket etme özgürlüğü vardır. Tıpkı erkek gibi ve arada hiçbir fark gözetmeksizin, çalışmasının ve iradesinin neticesine kadın da sahip olabilir. Nitekim Kur’an’dan yola çıkarak insanı baz alarak baktığım zaman kadının da tıpkı erkek gibi nass bağlamında "…kazandığı iyilik lehine, kötülük de aleyhinedir…"
Nass’a bakarak artık kesin bir ifade ile söylemek ve her zamanda tekrar etmek gerekmektedir ki; kadın-erkek İslam’ın dünya görüşünde kesin bir biçimde eşittir. Zira yüce Allah, kelamı aracılığı ile gerçeği insan hayatına egemen kılmış ve Kur’an’da bunu en açık biçimde vurgulamıştır. Şu kadarı var ki, yüce Allah kadına bahşettiği iki hasletle onu eşit kıldığı gibi aynı zamanda ayrıcalıklı da kılmıştır.
1) Kadın, insan denen canlı türünün oluşumu ve gelişimi açısından, tarla konumundadır. İnsan türünün devamı ve bekası da buna bağlıdır. Bu yüzden, tarla olmanın gerektirdiği bazı özel hükümlerin muhatabıdır ve kadın tam da bu açıdan erkekten çok özel ve naif bir biçimde ayrıcalıklı kılınmıştır.
2) Hakeza kadının varlığı, tabiatı gereği erkekten daha ince, bünyesi ise cinsiyetine özel biçimde letafete ve algısal bir inceliğe dayanır. İşte bu temel iki farklılıktan dolayıdır ki; kadın davranışları ve kendisine yüklenen toplumsal görevleri dolayımın da bu özelliklerinin her daim etkisi altındadır.
Zira, kadının bu hali aynı zamanda toplumsal dengenin de işareti olup; kadının toplumsal dengedeki yeri budur. O kadar ki, kadının bu konumunun ifadesi aynı zamanda erkeğin de toplumsal dengede ki konumu belirginleştirecek niteliktedir. Bu temel etkenin izleğinde bakıldığında ise, ister kadın ister erkek bağlamında olsun; her ikisini eşit düzeyde muhatap alan hükümlerle, her birini ayrı ayrı muhatap alan hükümler, şeriatın genel bütünlüğü içinde yerli yerine oturmuştur. Nitekim Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: "Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay, kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah’ın fazlından isteyin. Gerçekten, Allah her şeyi bilendir." (Nisa, 32)
Değil mi ki; erkek ve kadın iki cinsten her birinin, toplumsal bütünlük içinde icra ettiği yol, gerçekleştirdiği eylemler, ilahi fazlın kendisine özgü kılınmasının da ölçüsüdür. İlahi fazl, kimi durumlarda, cinslerden birinin diğerinin ardından gelmesini öngörebilir; sözgelimi; miras paylaşımında erkeğin kadından üstün tutulması ve kadının nafaka verme zorunluluğunun olmaması bakımından erkekten üstün tutulmuş olması gibi.
Ezcümle, Allah’ın kulları olarak, her birine hayattaki rolleri icabı tanınan bu ayrıcalıkları, diğerinin temenni etmesi uygun düşmeyecektir. Nitekim, bazı durumlar da vardır ki, kimin üstün ve öncelikli olduğu özellikle belirtilmemiştir ve bu alanlar da salt kul oluş hasebiyle bütünüyle kendinden ve kendiliğinden çalışmaya ve amel etmeye bağlıdır ve ister kadın isterse erkek olsun, her kim bu hususta öne geçerse, üstünlük, ayrıcalık ona ait olacaktır…
İman, ilim, akıl, takva ve dinin teşkil ettiği öteki güzellikler , sözgelimi; burada, Allah’ın fazlı, lütfu, belirleyici rol oynar. Kime dilerse ona verir. Kul’a düşen, yükümlülüğünü yaradılışıyla birlikte bilmek ve böylece Allah’ın lütfunu, fazlını istemek olacaktır. Hem zaten Kur’an’da "Erkekler, kadınlar üzerinde sorumlu gözeticidir." (Nisa, 34) buyurulmuştur…