Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
Punto:
Dinle
"Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde bir devlet olarak teröristlerle aynı masaya oturmak yoktur.”
Görüşmelere bakıyorsunuz gerçekten aynı masaya oturmamışlar; ayrı ayrı koltuklarda oturuyorlar, notlar diz üstündeki not defterine alınıyor.
“Hükümet olarak biz yapmadık ama devlet olarak bu görüşmeleri yaptığımızı ben parlamentoda dile getirdim.”
Dile getirmenin bir sakıncası olabilir mi? Elbette açık sözle dile getirmek her zaman iyidir.
“MİT müsteşarımızı İmralı’ya gönderen benim, Oslo’ya gönderen benim.”
Ne var ki, personelinin arkasında durmada? Sorumluluk hissinin devlet adamı duyarlılığının önüne geçmesinde tarihsel ne vebal olabilir ki?
Bütün bunlar ve daha başkaları eski zaman diplomasisinde yahut siyaset inşa etmede yaşanmış olsaydı ‘tutarsızlık’ olarak yaftalanırdı. Zaman değişti ve artık iki saat öncesi aktüalite bile mâzi oluyor. Epikür yaşasa tezlerinin eski çağların değil bu zamanın kurtarıcısı olduğunu görürdü. Farklı zihinsel çerçeve yok aslında bütün bunlarda… ‘Ânı yaşa’ (carpe diem) yaklaşımı hemen hepsi…
***
Devlet aklı bir öyle bir böyle ‘konsept’, ‘diskur’, ‘strateji’ üretiyor ve bunu gözü gibi esirgediği liderine yaptırıyorsa bunda çağın ve bu çağa hâkim olan kudret sahiplerinin de benzeri davranış kodlarına sahip olması etkilidir.
İster istemez günü hatta saati yakalamak ve sürekli fikir ve söylem geliştirmek, küresel ve bölgesel mücadelenin bir gereği olduğu kadar, sosyal medya ve popüler kültürün de ve onlara paralel düşmeye çalışan politik mihverin sürdürülebilir kılınmasının da bir gereği…
Bunu örgüt ve arkasındaki istihbarat örgütleriyle sözde devlet akıllarının davranış tenakuzlarında da görmekteyiz.
ABD Özel Kuvvetler Komutanı Org Raymond Thomas YPG’ye: “Markanızı değiştirmeniz gerekiyor!” demesinin üzerinden çok geçmeden SDG kuruluyor.
ABD, elbette öteden beri bir ‘İKİNCİ İSRAİL’ demek olan Kürdistan peşinde. Bunu en az otuz yıl öncesinden kavramak icap ederdi. İsrail’in 1968 yılındaki bu planı, AB ve ABD tarafından Sovyetler’in dağılmasından ve ‘komünizm öcüsü’ yerine ‘İslâm tehdidi’ güvenlik stratejilerini belirlediğinden itibaren artık küresel bir plan haline geldi doğal olarak. Yerli ve millî düşünce(!), bu küresel aklı çözümlemede âtıl kaldı. Bu nedenle de otuz yıldır günü kurtarma psikolojisi edilgen siyasetlerimizin hepsine yansıdı.
Barış Terkoğlu Cumhuriyet’te 17 Ekim 2019 günü yazdı: “SDG’nin kuruluş kararı, Türkiye’nin hem de bizzat devlet görevlilerinin de olduğu toplantılarda alındı. SDG İmralı’da devletin önünde kuruldu.”
Aynı yazıda Terkoğlu HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’da Apo’ya sorduğu soru ve cevabı da yer alıyor. “Suriye konusunda nihai kararı siz mi vereceksiniz?” Cevap: “Evet, doğrudur. Nihai kararı burada devletle biz vereceğiz.”
1980 öncesinde Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda faaliyet gösteren herhangi bir solcu gençten farkı olmayan bir genç, devletin istihbarat birimlerince alınıp bir sipariş vazifeye tayin ediliyor. 80 sonrasında önü açılıyor. O genç koskoca bir bölücü örgütün şefi oluyor.
O zamanlarda yazmıştık. Kürt Sorununa Türk Tarih Felsefesi Açısından Bir Yaklaşım Kürtler Nasıl Türk Olur adlı kitabımızda başlangıcından beri Kürt sorununu masaya yatırmış ve son dönem Abdullah Öcalan liderliğindeki bölücü hareketin ardındaki istihbarat aklını masaya yatırmıştık.
***
Abdullah Öcalan’ın teslim edildiği günlerde söyledikleri hatırdan çıkmış olabilir mi?
Adam her vesileyle kendisine ‘inisiyatif’ sağlamayı biliyor.
En son seçimlerde kardeşi Osman Öcalan diliyle etkinliği ma’lum.
Selahattin Demirtaş’ın Öcalan’a Salih Müslim’e yönelik politikanın izahını yaptırırken sordukları da ilginç. Salih Müslim’in bir yandan özerklik bayrağını tekrar yükseltmesini salık verirken ‘önderlik(!)’in, öte yandan Arap, Türkmen, Kürt bütün bölge halklarının temsiline dair tavsiyeleri, liderlik imajını pekiştiren bir eylem planı içeriyor. Bunda bir takım istihbarat örgütlerinin ve devlet aklının etkili olmadığını söylemek mümkün mü?
Elde hazır bir örgüt var ve bunun küresel ve bölgesel siyasetlerin tanziminde araç olarak kullanılması gerek. İster ölü olsun, Taliban ve İŞİD’te olduğu gibi; ister yaşar olsun, PKK ve FETÖ’de olduğu gibi; bütünüyle istihbarat örgütlerinin marifetiyle kâh Oslo görüşmeleri, kâh Katar görüşmeleri hep liderlik fonksiyonunun yeniden inşasıyla bölgeye biçilen ‘de-stabilizasyon’ strateji ve taktiklerinin birer ‘silsile-i meratibi’dir.
Dolayısıyla Terkoğlu’nun: “Tutanaklar, Türk ordusunun bugün savaştığı SDG’nin ABD’nin “Biz tavsiye ettik” dediği tarihten çok önce İmralı’daki müzakerelerden çıktığını net olarak gösteriyor” diye yazması hiç de yeni bir keşif olmuyor.
Janus’un iki yüzü var! Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içerü” mısraı ‘hermeneutiğimizin tarihselli’ğinin delili…