Piyasalar

İSLAM ŞERİATINI ANLAMAK

Punto:

İSLAM'IN YENİDEN DOĞUŞU,İSLAM RÖNESANSI

Şeriat kavramı İslam'ın temel kavramlarındandır.

Biliyorsunuz her bilim dalının temel bazı kavramları vardır ve bu kavramları iyice bilmeden o bilim dalını anlamanız mümkün olmaz.

Meselâ matematikte, hendesede düzlemi, fizikte atomu, şiirde vezni, kafiyeyi bilmeden o konuyu anlamak mümkün olmaz.

Şeriat kelime manası olarak; kanun, töre,nizam anlamlarına gelmektedir.

Her sosyal ve hukuki nizamın yani şeriatın, medeniyetin dayandığı; temeller, akideler, prensipler vardır.

Bir başka deyişle her iman; sosyal, siyasal, ekonomik bir nizam; medeniyet, şeriat şeklinde dışsallaşır, kurumsallaşır, objektifleşir.

İnsanlar mahiyeti ne olursa olsun farklı imanlara dayanan toplum sistemleri, hukuk sistemleri; yani şeriatlar içinde yaşarlar.

Eski yunandan beri insanın sosyal bir varlık olduğu hakikati ifade edilegelmiştir.

İnsanların topluluk halinde yaşadıkları hakikati dikkate alındığında insan topluluklarının ve insanın sosyal nizamlara dayanarak yaşayabilecekleri hakikati insanlık tarihi kadar eski ve geçerli bir hakikattir.

Sonuç olarak insanların bir şeriat nizamına bağlı olarak yaşadıkları inkarı asla kabil olmayan bir hakikattir.

Arnold Toynbee  gibi tarih felsefecilerinin ortaya koyup ispat ettikleri gibi bu şeriatlar, medeniyetler dayandıkları iman temelleri, prensipleri ve aksiyonlarının farklı oluşları nedeniyle farklılaşırlar.

İslam'dan önce yaşayan Hz Musa şeriatı,

Mekke müşriklerinin şeriatı,

Doğu Batı ve Güneydoğu Asya felsefelerinin doğurduğu hayat nizamlarından, medeniyetlerinden, şeriatlarından bahsedebiliriz.

Yani her milletin yaşadığı ekonomik, kültürel,siyasal ve sosyal nizam aynı zamanda bir şeriattır.

Dolayısıyla teorik olarak şeriatın inkarı bu madde aleminde 3 boyutun inkarı gibidir.

Toplumlar düzensiz yani kanunsuz, şeriatsız yaşayamayacaklarına göre de İslam şeriatı gerçeğinin kötülenmesi, hayattan uzaklaştırılmaya çalışılması; diğer batıl şeriatlar adına ve hesabına yapılmış bir eylem durumuna gelir.

İSLAM ŞERİATININ İKİ VECHESİ, İKİ YÖNÜ  VE İSLAM'IN YENİDEN UYANIŞI, YENİDEN DİRİLİŞİ VE İSLAM RÖNESANSI

İslam şeriatının iki vechesi, iki yönü vardır.

Biri lâhuti yönüdür biri de nasuti yönüdür.

İslam şeriatının "Lâhuti" yönü Kur'an'ın asla değişmez, değiştirilmez temel ilke, emir, nehiy, öğüt ve prensipleridir.

Yani iman, ibadet, ahlak, ukubat ve muamelat ile ilgili temel prensipleridir.

İslam şeriatının "Nasuti" yanı ise; Kur'an'ın ve sünnetin bu temel ilkelerinden hareketle; kıyas yoluyla, icma yoluyla; zamanın değişmesi ile, yeni çağın meydan okumalarına, yeni zamanın getirdiği yeni problemlere; ilim sahibi, ahlak sahibi, fazilet sahibi, takva sahibi yetkin Müslüman hukukçu bilginlerin yeni çağın yeni problemlerine, yeni meydan okumalarına getirdikleri çözümler yani içtihatları yönünü ifade eder.

Bunu Mecelle:"Ezmanın tağayyürü ile ahkam tebeddül eder." ilkesiyle özetlemiştir.

Yani "zamanın değişmesiyle hükümler değişir." prensibi.

Bu haşa Kur'an'ın  tabii ve evrensel; asla değişmez ve değiştirilmez hükümleri değil;

Kur'an-ı azimüşşan'ın bu temel hükümlerinin temelleri üzerinde çağı yeniden okumak ve çağın problemlerini çözmek üzere Kur'an ve sünnetin ışığında aklı ve ilmi kullanarak çağın problemlerini çözmek anlamına geliyor.

Buna biliyorsunuz içtihat deniyor.

Yani İslam dini her çağda kendini yenileyen, her çağda parlayan bir dindir ifadesinin tezahürüdür bu.

Bunu yapmazsanız bundan binlerce yıl önce o çağın problemlerine Kur'an ve sünnetin ışığında aklı ve ilmi kullanarak İslam hukuk bilginlerinin, İslam müçtehitlerinin o dönemin problemlerini çözmek üzere ortaya koydukları çözümleri tekrarlamış olursunuz.

Halbuki aradan geçen yüzyıllar içerisinde çağımıza kadar yüzlerce, binlerce yeni problem ve hayatın dayattığı binlerce meydan okuma var; onlara çözümler bulamazsınız.

Zaten o çağın hukukçu büyük alimleri o problemlerden haberleri de yoktu.

Dolayısıyla çağlar öncesinin, asırlar öncesinin problemlerine   getirilen çözümleri tekrarlarsanız kendinizi tekrarlamış olur, tembellik yapmış olur çağımızın da problemlerini çözemediğiniz gibi İslam'ın,Kur'an'ın ve de sünnetin çağın problemlerine çözüm getiremediği anlayışı yaygınlaşır ve insanlar çağın problemlerine çözüm getiren diğer filozofları, diğer fikirleri, diğer sistemleri benimsemiş olurlar.

Dolayısıyla çağlar boyunca Müslümanlar, Müslüman hukukçular ve devlet adamları çağın meydan okumalarına Kur'an, sünnet, icma ,kıyas çerçevesinde yeni çözümler aramışlar ve bulmuşlardır.

Bunu yapmaz işin kolayına kaçarsanız; o zaman çağın insanı sizde çözümü bulamaz da gider;

ya kapitalist düzenin, liberalizmin savunucusu olur, ya sosyalist olur, ya sosyal demokrat olur;

başka fikirlerde, başka sistemlerde çözüm arar.

İşte İslam şeriatının bu Nasuti yönünü çalıştırarak İslam'ın her çağda yeniden doğmasına, yeniden uyanmasına imkan sağlanmasına; yeniden doğuş, yeniden uyanış anlamına gelen "İslam Rönesansı" diyoruz biz.

Rönesans batılı bir kavram olması bakımından endişe ile karşılanmış olmasına rağmen batıda rönesansın gelişmesine İslam bilginleri ve İslam medeniyeti öncülük etmiş ve İslam'ın aydınlığında batıda yeniden doğuş, yeniden uyanış başlamıştır. Ve batılı buna kendi medeniyetlerine uygun olarak Batı rönesansı demiştir.

Bizim söz konusu ettiğimiz Batı kültür ve medeniyetinin rönesansı değil; İslam medeniyetinin rönesansı; yeniden uyanışı; yeniden doğuşudur söz konusu ettiğimiz.

Rönesans mana olarak yeniden doğuş, yeniden uyanış anlamına geldiğine göre ve İslam rönesansı da İslam'ın yeniden uyanışı, aslına uygun olarak yeniden dirilişi anlamına geleceğine göre "İslam Rönesansı" kelimesinden ürkmemek lazımdır.

Çünkü ilim ve hikmet müminin yitiğidir, kendi kayıp malıdır. Nerede bulursa alır.

Kaldı ki Batı rönesansına ışık tutan İslam olduğu için "İslam Rönesansı" öz be öz bizim malımızdır.

Kimileri de Rönesans kelimesi ile reform kelimesini birbirine karıştırmaktadır.

İslam'da yukarıda da izah ettiğimiz gibi yeniden uyanış, yeniden doğuş ve islamı her çağın idrakine söyletme, yani içtihat yapma, temel prensibi ta Hazreti Resulullah'tan itibaren bulunmasına rağmen 

İslam dininde Hristiyanlık gibi reform asla söz konusu değildir.

Çünkü İslam dininde bozulmuş hristiyanlıkta olduğu gibi, incilin bozulması gibi; Kur'an'ın bir bozulması söz konusu değildir.

Dolayısıyla Kur'an ilk vahiy edildiği zamandaki orijinalliği ile günümüzde aynen muhafaza edilmektedir ve ebediyen de muhafaza edilecektir.

Yine hristiyanlarda bir din adamları sınıfı olmasına rağmen İslam dininde bir din adamları sınıfı, bir ruhbanlar sınıfı yoktur. 

Her Müslüman dinini öğrenmek, yaşamak ve tebliğ etmekle mükelleftir.

İslam dininde bir din adamları sınıfı olmadığı gibi din adına insanları yönetme anlayışı yani teokrasi da yoktur.

Nitekim teokrasi kelimesi; zaten batılı ruhbanların devlet üzerinde tahakkümü anlamına gelen bir yapı olarak kurulmuş batılı, hristiyani bir kavramdır.

Dolayısıyla İslam'da bir din adamları sınıfı, bir ruhbanlar sınıfı olmadığı gibi bir teokrasi yani bir din devleti anlayışı da yoktur.

İSLAM ŞERİATININ ÇÖZÜMLERİ

Müslümanlar, Kur'an'ın ve sünnetin ortaya koyduğu ve daha sonra içtihatlarla çağın problemlerini Kur'an ve sünnet ışığında çözen içtihatlarla ortaya konan temel prensiplere uyarlar.

Ki bunlar din, dil, ırk,renk ayırmaksızın tüm insanlar için geçerli tabii ve evrensel ilkelerdir.

Yüce Kur'an'ın bu konuda vaaz ettiği temel hükümler:

muhakkak ki emanetlerin ehline verilmesi ve hükmedildiği zaman adaletle hükmedilmesi temel meseleleri başta olmak üzere;

 istişareye başvurmak, maslahatı gözetmek yani hem insanın hem de toplumun faydasını gözetmek, ıslahını,  salahını,hayrını gözetmek;

insanların mal emniyetini, can emniyetini, nesil emniyetini, akıl emniyetini ve insanların dinlerini, düşüncelerini, fikirlerini korumak; emniyetini güvence altına almak  ve benzeri Kur'an'ın tabii ve evrensel ilkeleri doğrultusunda bir devlet ve toplum düzeni oluşturmayı önerir ki; bu ortaya konan ilkeler Kur'an'ın tabii ve evrensel ilkeleridir ve herkesin üzerinde mutabık kaldığı, aradığı istediği temel hedeflerdir.

Siz gerek Kur'an'ın bu tabii ve evrensel değişmez lâhuti yönünü ve gerekse bunların çağımıza göre uygulanmasını ortaya koymak üzere bu temel prensiplerden hareket ederek ortaya konacak olan nasuti yönü; içtihatları, hukukçu bilginlerin ortaya koyacağı prensipleri ortaya koyarsanız bunları, hayata geçirirseniz; adaletiniz olursa, emanetleri ehline verirseniz, gerçek bir istişare yaparsanız: yani gerçek bir demokrasi; bütün insanları işin içine sokan bir istişare yaparsanız ve de insanların hayrına, toplumun hayrına ve menfaatine maslahatı gözetirseniz hem kimse İslam şeriatının düşmanı olmaz hem de onu herkes hararetle bekler ve benimser.

Ama siz gece gündüz "nas"tan, İslam'dan bahsedip; adalet diye bir şey bırakmazsanız,

 emanetleri din ,dil, ırk, renk, mezhep, parti, siyasi görüş ayrımı yapmaksızın; ehil ve lâyık olanlara verecek bir nizam kurmazsanız, meşveret ve şurayı; gerçek, sürekli, yaygın ve milli bir demokrasi haline getirmez; tek adam yönetimini hakim kılmaya çalışırsanız; ve insan ve toplum yararına maslahatı gözetmek yerine kamu malını israf eder çarçur eder; rebbana hep bana derseniz;

 tabii ki herkes o zaman sorar; 

Hani adaletin nerede?

Hani emanetleri ehline veriyor musun?

Hani istişaren hani şuran ? 

Hani ferdin ve toplumun faydasını gözetmek maslahatı dikkate almak?

Yok o zaman da olan olur adalet mülkün temeli olduğu için; adalet olmayınca mülk, vatan temelinden sarsılır,

emanetler ehliyet ve liyakat esasına göre verilmeyince, emanet zayi olunca da  ekonomik, kültürel, sosyal, manevi her alanda kıyametler kopmaya başlar.

İşte İslam rönesansı, İslam'ın yeniden uyanışı ve doğuşu dediğimiz budur değerli dostlar.

Tabii Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye'de ilk defa bu konuları irdeleyen bizlerden bir şeyler öğrenmiş olacak ki bu konuda bir şeyler söylemeye kalkmış; ama tabii olayı temelinden öğrenemediği ve bilmediği için de söylediği sözler hem yarım yamalak kalmış hem de neler söylemek istediğini de hiç kimse bir türlü anlayamamıştır.

CUMHURBAŞKANIMIZIN SÖYLEDİĞİ "İSLAM GÜNCELLENMELİDİR." İFADESİ YETERİNCE ANLATILAMAMIŞ VE ANLAŞILAMAMIŞTIR

Bilmem bu ortaya koymaya çalıştıklarımızla;  Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da ve bu meseleyi onun anlatması ile yeterince anlamayanlar da biraz olsun  anlama imkanı bulmuş olurlar mı?

Çağın meydan okumalarına Kur'an ve sünnetin ışığında çözümler getirmeyip bu tip slogan vari ifadeler ancak Müslümanın işin kolayına kaçması ve tembelliğini ifade etmiş olabilir.

İSLAM ŞERİATI VE MİLLET PARTİSİNİN TEMEL İLKE VE HEDEFLERİ VE PROGRAMI

Yukarıda izah ettiğimiz hususları tekrar bir bütünlük halinde ifade edecek olursak;

İslam dinini hak din yapan; onu diğer bozulmuş dinlerden ayıran; zaten din ile devletin yani günübirlik çirkin ve ahlaksız politika ile dinin ayrılmış olmasıdır.

İslam dininde bir din adamları sınıfı, bir ruhbanlar sınıfı olmadığı gibi; din adına devleti yönetme anlayışı da asla yoktur.

Ancak İslam dininin getirdiği devlet yönetiminde de esas teşkil eden temel ilkeler vardır.

Ki bu ilkeler bütün insanların üzerinde mutabık kaldığı tabii ve evrensel ilkelerdir.

Bunların başında emanetleri ehline vermek,

Hükmedildiği zaman adaletle hükmetmek,

Adalet noktasında kendi aleyhimizde, en yakınlarımızın aleyhinde ve rakiplerimizin ve düşmanlarımızın lehinde olacak olsa bile mutlaka adil şahitler olmak,

Kur'an'ın insan ve devlet yönetimi noktasında getirdiği temel tabii ve evrensel ilkelerden bir tanesi de istişaredir.

Kur'an'da bu konuda başlı başına bir şura suresi vardır.

İslam'ın devlet ve millet yönetimi noktasında getirdiği temel ilkelerden bir tanesi de seçilen yönetimi onaylamak anlamına gelen biattır.

Yani seçilen yönetimi; yönetilenlerin her birinin teker teker kabul etmesi, onaylaması anlamına gelmektedir biat.

Yoksa bu temel ilkelere uymayan bir yönetime biat edilmemesi gerektiği; onun onaylanmaması gerektiği uygulamalardan da çok net olarak bilinmektedir.

"Masiyette biat yoktur." temel ilkesi bunun çok açık bir ifadesidir.

Yani günümüz ifadesiyle gerçek, sürekli,yaygın ve milli bir demokrasi sözkonusudur.

Yine Kur'an ve sünnet uygulamalarının gösterdiği bir diğer tabii ve evrensel devlet yönetimi ilkesi de maslahattır.

İnsanın ve toplumun yararına olan her işi yapmak insanın ve toplumun zararına olan işleri ise yapmamak anlamına gelmektedir maslahat.

İnsanların mal emniyetini, can emniyetini, nesil emniyetini, akıl güvenliğini ve nihayet insanların din, fikir ve vicdan hürriyetini sağlamak maslahatın temel çerçevesini oluşturmaktadır.

İşte Allah'ın korumasını emrettiği bu maslahat ilkesinden;akıl güvenliği ve din güvenliği, fikir ve vicdan güvenliği ve hürriyeti noktasına geldiğimizde bu temel ilke de laiklik ilkesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Defalarca yazdım batılılar kendi yaşadıkları ortaçağda yıllarca süren ve yüzbinlerce kişinin katledilmesine sebep olan din ve mezhep savaşları sonunda laikliği Müslümanların ve özellikle Müslüman Türklerin uygulamalarından öğrendiği tarihi bir hakikattir.

Tabii bu arada mal emniyetini sağlamak açısından insanların ve toplumların sömürülmesini engelleyen faiz olayının kaldırılması, yine zekat ve diğer müesselerle insanlar elindeki artı değerlerin eşitlenmesi,

Yine getirilen miras hukuku ve diğer uygulamalarla yine kadın erkek yetim çocuk demeden insanların mal emniyetini temin etme hususları, zinanın engellenmesi ile insanların nesil güvenliğinin sağlanması, yine içki kumar ve uyuşturucunun yasaklanması ile insanların akıl emniyeti ve yukarıda belirtilen 5 temel güvenliğinin sağlanması garanti altına alınmaktadır ki bunlar tabii ve evrensel ilkelerdir ve siz bunları yeter ki uyguladıktan sonra hiç kimsenin bunlara diyeceği hiçbir şey olmayacaktır.

Dolayısıyla yönetim alanında Kur'an'ın ve sünnetin uygulamalarının çağımız açısından ifadesi olan 6 maddeyi Yeniden Milli Mücadeleciler ve Millet Partililer 6 madde olarak özetlemişlerdir.

Bunlar:

1- Gerçek bir hukuk devletinin kurulması,(adalet)

2- Gerçek bir demokrasinin kurulması,(İstişare, biat)

3- Gerçek bir laikliğin kurulması ve uygulanması,(maslahat)

4-Kur'an ve sünnetin ışığında; 

aklın, bilimin,yüksek, ahlakın ve adaletin yön verdiği gerçek bir Bilge devletin ve bilim toplumunun kurulması, ( maslahat, adalet, emanetleri ehline vermek, biat, maslahat)

5- Fakirliğin ve yoksulluğun sona erdiği ve herkesin maddi ve manevi güvenlik altına alındığı bir kerim devletin kurulması, 

6- Anadolu'yu bize vatan yapan Sultan Alparslan'ın dediği gibi:"Biz Türkler temiz müslümanlarız.

Bidat nedir bilmeyiz.

Onun için Allah bizleri aziz kıldı."

İfadelerinde de ortaya konduğu gibi bidat ve hurafelerden arınmış İslam'ın Kur'an ve sünnet temelleri üzerinde çağın idrakine göre insanlığa sunulmuş İslam'ın yeniden dirilişi, yeniden doğuşu anlamına gelen İslam rönesansı

İşte bu 6 temel ilke etrafında ülkemiz kısa zamanda maddeden ve manen yükselecek, yücelecek ve bir "Muhteşem Türkiye" haline gelmiş olacak;

 İslam medeniyeti Türk Kültür ve medeniyeti yeniden uyanacak ve bütün dünyaya bir barış medeniyetini, bir İslam medeniyetini, Türk İslam medeniyetini hediye edebilecektir.

Böylece tüm dünyada mazlumun gözyaşını dindiren ve zalimin karşısında nurdan bir set olan bir Muhteşem Türkiye doğacaktır.

Böylece yeryüzünde fitne fesattan eser kalmayacak ve mutlak, tabii ve evrensel din olan İslam dini;  onun temel ilke ve hedefleri yeryüzüne hakim olacak ve fitne ve fesattan eser kalmamış olacaktır.