Punto:
Dinle
Tanrı inancı, dinlerin inanç esaslarının en önemli sacayağını oluşturmaktadır. Çünkü inanç sistemindeki diğer esaslar, genelde tanrı inancı etrafında şekillenmektedir. Dinlerin tanrı inancı hakkında en güvenilir kaynaklar, her dinin kendi kutsal kitaplarıdır. Ancak her dinde tüm inananlar, din mensupları kutsal kitapları tetkik etme ve anlama imkânı bulamadığından çoğunluğun din ve tanrı anlayışı genelde halk arasında popüler ve çok okunan, tali eserler aracılığıyla şekillenmektedir. Böylesi eserlerin bazıları, inanç esaslarını daha sade ve anlaşılır, özüne uygun şekilde insanlara sunma ve öğretmeyi başarabilirken, bazıları da gereksiz ayrıntı ve tartışmalara girerek yanlış anlaşılmalara, bilgi kirliliğine ve doğru tanrı telakkisinden sapmalara sebep olabilmektedirler. Bunun için bu tür eserlerin temel inanç esasları açısından incelenmesi, kritik edilmesi insanlara sağlıklı bir inanç esası, doğru bir tanrı telakkisi öğretilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Zira böylesi bir çalışmayla söz konusu eserlerin eksik ve yanlış yönlerinin tespit edilme ve düzeltilme imkânı doğacaktır. Böylece halkın inanç algısını oluşturan yaklaşımlar anlaşılabilecektir.
Bu bildiride İslam’ın diğer dinlerden en önemli ayırt edici özelliği olan ve pek üzerinde durulmayan, “inançta adalet” düsturuna değinecek, sonra da inançta adaletin zirvesi olan tevhit inancıyla ilgili olarak Alvarlı Efe’nin şiirlerinde tevhit inancının ele alınışını inceleyeceğiz.
İslam’ın “İnançta Adalet” Düsturu
Adalet kavramı, sadece hukuki zeminde kullanılan bir kavram değildir. Dolayısıyla biz bu bölümde “İnançta adalet” ifadesine dikkat çekmeye, İslam’ın inançta adaleti gözetme düsturuna vurgu yapmaya çalışacağız. Çünkü kanaatimizce İslam’ı diğer dinlerden ayıran en önemli özellik inançta adaleti gözetmesidir. Diğer bir ifadeyle, Yahudilik ve Hıristiyanlığın tahrif edilmesi ve günümüzde uydurulmuş bir din seviyesine düşürülmesinin sebebi kanaatimizce bu dinlerde inançta adalet düsturuna gereği ve yeteri kadar riayet edilememesidir.
Adalet, her şeyi yerli yerine koymak, hayır ve şer/mükâfat ve mücazat bakımından herkesin, her şeyin hakkını vermek, ölçülü ve dengeli davranmaktır (Ragıp Isfahanî, 2009: 551).
Dolayısıyla diğer ilahi dinler ve adaletin yukarıda zikrettiğimiz anlamı göz önüne alındığında bize göre,-artırılması mümkünse de- İnançta adaletin aşağıda zikrettiğimiz üç hususta ele alınması, izah edilmesi mümkündür. Böylece dinin temel inanç esaslarından Allah’a, Nübüvvete ve Ahirete iman /konusu vurgulanmış olacaktır. İnançta adalet,
1. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, dolayısıyla şirkten uzak durmak,
2. Diğer ilahi dinlerin peygamberlerine ve bozulmamış haliyle kitaplarına da inanmak,
3. Dünya ile Ahiret arasında denge kurmaktır.
Burada İslâm’ın inançta adalet düsturunun bu üç yönü açıklanmaya çalışılacaktır.
1. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, dolayısıyla şirkten uzak durmak
İslam’a göre mutlak adalet sahibi olan Allah’ın hakkı, her haktan önce gelir, bu hakkın temeli ise Allah’ı var ve bir bilmek, Allah’ın ortağı, dengi, eşi ve benzeri olmadığına inanmaktır. İşte bu, kanaatimizce inançta adaleti gözetmek sayılırken, inançta adaletsizlik, ise ya Allah’ı hiç tanımamak ya da O’na ortak koşmaktır. Dolayısıyla İnançta adalet, Allah’ı inkâr ile çok tanrıcılık arasında bir tercih yaparak, Tevhit inancına sarılmaktır.
Adaletin gerçekliği, olgular arasında eşitlik ve denge kurmaktır. Her şeye hak ettiği payı verip, her şeyi hak ettiği yere koymaktır, bu yönüyle inançta adalet ise, hak olana iman etmek, Allah’ı hakkıyla takdir etmektir (En’am, 91; Zümer, 67; En’am, 1).
İslam’da Adalet kavramının, hassaten kullanıldığı hukukî çerçeveden taşarak, varoluşun her alanına yayıldığı; insani ve hukuki düzenlemelerin yanında dinî ve ahlaki bir erdem olmasından dolayı ilahi bir değer taşıdığı da görülmektedir. Meselâ Cenab-ı Hakk'ın zâtında ve sıfatlarında birliğini ifade eden "tevhid", adâletin zirvesine işaret etmektedir. Çünkü, tevhid inancının zıddı olan "şirk", kendilerine muhayyel varlık elbisesi giydirilmiş olan bazı nesneleri, kişileri ve güçleri "ulûhiyyet" makamına yükseltmektir ki bu, zulümlerin en büyüğüdür (Kılıç, 2012: 2). Nitekim Lokman (a.s.), oğluna vermiş olduğu öğütlerinden birinde şöyle demektedir: "Ey oğulcuğum, Allah'a şirk koşma! Çünkü şirk, muhakkak ki büyük bir zulümdür" (Lokman, 13).
Çok geniş bir kavram alanı olan, "zulüm" terimi ise, genel bir ifadeyle "bir şeyi, müstahak olmadığı bir makama yükseltmek" diye tarif edilir. Bu bağlamda zulüm ve onun bir çeşidi olan şirk, "inançta adâlet" fikrinin, düsturunun yokluğu, kaybolması demektir. Adâlet'in, hukûken ve fiilen yokluğu bir kaos ortamı doğuracağı gibi, inançta adaletin eksikliği ya da yokluğu ise akîde buhranı, sınırsız bir izafiyet ve şaşkınlık olacaktır. (Kılıç, 2012: 3)
Bu noktadan baktığımızda kanaatimizce Hıristiyanlık inançta adaleti gözetememiş, Tevhidi bozarak teslis inancını ihdas etmiş ve Tanrı inancını izah edilemez bir duruma sokmuştur. Sonunda teslis, “izah edilmesi güç, inanılması zorunlu bir sır” şeklinde formüle edilmiştir (Küçük vd., 2009: 366). Üç ayrı tanrı kabul edilince, Baba Tanrı yanında Oğul İsa ve Kutsal Ruh da Tanrı sayılmıştır. Dolayısıyla İslam’a göre Allah’ın kulu ve elçisi olan İsa (as), tanrı seviyesine çıkarılmış, tersinden düşünürsek Tanrı da insan seviyesine indirgenmiş, böylece Tanrı hakkında adalet ve denge bozulmuştur. Dolayısıyla tanrı inancı hakkında inançta adalet düsturu gözetilmemiştir.
Hıristiyanlara göre Hz. Âdem ilk günahı işlemeden önce insan, manevi derece olarak yücelikte tanrıya yakın bir seviyedeydi, ilk günahtan dolayı insan düştü ve kurtarılmaya muhtaç, çaresiz bir hale geldi. Tanrı insanı bu durumdan kurtarmak için, oğlu İsa’yı tanrı olarak yeryüzüne gönderdi, İsa da çarmıha gerilerek insanlığı bu öldürücü günahtan kurtardı, yani “insan tanrı olsun diye, tanrı insan oldu”. İsa tanrı sayılınca azizler de peygamber seviyesine çıkarılarak, onların şefaat edeceğine inanılmaya başlandı (Polat, 2008: 177). Kısaca Kur’an’a göre Hıristiyanlar, “Allah, üç ilahtan üçüncüsüdür” , Mesih Allah’ın oğludur, Yahudiler ise “Üzeyir Allah’ın oğludur” (Tevbe, 30) diyerek, inançta adalet düsturuna riayet edememiş, şirke, küfre düşmüşlerdir. Hâlbuki, İslam inançta adalet düsturunu gözeterek, Allah’a Allah olarak, Peygambere peygamber, evliyaya da evliya olarak inanılmasını emretmiş, her birinin yerini ve değerini ayrı ayrı korumuş, dolayısıyla kutsallık ve inanç konusunda bir denge gözetmiş, kaos ve kargaşaya mahal bırakmamıştır.
2. Diğer ilahi dinlerin peygamberlerine ve bozulmamış haliyle kitaplarına da inanmak
Kur’an’ın genel din politikası ve diğer dinlere bakışında da inançta adalet düsturuna riayet ettiğini, inançta adaleti gözettiğini görmekteyiz. Şöyle ki, Kur’an, İslam dışı inanç sistemlerinin zaruri varlığını ve müntesiplerinin mevcudiyetini kabul eder, inanç mensuplarına karşı da en adil, insani ve mantıki politikayı takip eder. Zorla İslam’a girilmesini tasvip etmeyerek “sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kafirun, 6) prensibi ile herkesi inancı ile baş başa bırakır. İslam hiçbir dini duyguyu baştan hemen reddetmez, toptan yok saymaz, onları muhatap alır, dinler, doğrularını tasdik eder, yanlışlarını düzeltir, dolayısıyla diğer dinler üzerinde tasdik edici, teyit edici gözetici ve şahit olma fonksiyonu icra eder (Aydın, 1989: 6-9).
Kur’an Ehl-i Kitap kabul ettiği Yahudi ve Hıristiyanlığı orijinali itibariyle hak din kabul eder, mensuplarını da hak din mensubu görür, bozulmamış halleriyle onlara ters düşmez, onları tasdik ve te’yid eder. Kur’an İncil’i ve Tevrat’ı doğrular ve onları te’yit eder (Aydın, 1989: 9-10). Dolayısıyla bu haliyle onların peygamberlerine, kitaplarına inanır ve peygamberler arasında bir ayrım gözetmez. İslam dünyasında Meryem, İsa, Yakup, İbrahim vb. isimlerin yaygın olması bunun en güzel somut örnekleridir.
Kur’an’da “Onların putlarına sövmeyin…” (En’am, 108) emri, Hz. İsa’ya Allah tarafından vahyedilen İncil’in “bir Hidayet ve Nur” (Maide, 46) ve Hz. İsa zamanındaki Hıristiyanlara “bir hidayet olarak” (Âl-i İmran, 4) gönderildiğini gayet açık ifadelerle belirterek, asliyeti yönüyle Hz. İsa’nın peygamberliğinin ve getirdiği İncil’in temizliğine ve tatbikine dikkat çekerek (Aydın, 1989: 13), onları kendi kitaplarına uymaya çağırması inançta adalet düsturunun en güzel örnekleridir.
3. Dünya ile ahiret arasında denge kurmak
Adalet kelimesinin, denge anlamını dikkate aldığımızda, İslam’ın dünya ile ahiret arasında güzel bir denge kurması bu konuda inançta adalet düsturunu gözettiğini göstermektedir. Zira malum olduğu üzere Yahudilik dünya menfaatini ön plana çıkaran, Hıristiyanlık ise daha çok ahiret ve ruhbanlıkla ilgili hususlara ağırlık veren dünyayı yeren bir dindir.
Yahudilikte Âhiret hayatı, Hıristiyanlık'ta ise dünya hayatı ihmal edilmiştir. Kur’ân ayetlerinden de anlaşıldığı üzere Yahudiler, Âhiret hayatından çok dünya hayatına düşkün, Ahiretten umutlarını kesmiş ve Allah'ın azabını önemsemeyen insanlar hâline gelmişlerdir (Bakara, 94-95; A'râf, 169; Mümtehıne, 13). Ahd-i Atik'in ilk beş kitabında (Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye) Âhiret inancının yer almaması, sürgün sonrası geç dönem peygamberlerinde cılız bir şekilde ortaya çıkması da yukarıdaki hususu desteklemektedir. Buna mukabil, İncil'e ise genellikle uhrevîlik ve ruhanîlik sinmiş durumdadır (Ekin, 2003: 1-2).
Hâlbuki İslam bu konuda da inançta adalet düsturuna riayet ederek dünya ile ahiret arasında önemli bir denge kurmuş, müminlere hem dünyada huzurlu ve mutlu olmanın hem de ahirette cennete girmenin yollarını öğretmiştir.
İslâm’ın ana hedefi, insanlığın dünya ve ahiret saadetini temin etmektir. İslâm'a göre asıl hayat, ahiret hayatıdır. İslâm'da dünyanın ihmal edilmemesi, dünyadan alınacak nasibin unutulmaması, ama gerçek hayat olan ahiretin ön plana alınması emredilmektedir.
Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak )ahiret yurdunu ara. Ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” buyurulmaktadır (Kasas, 77). Ahiretin ön plana alınması, müminlerin ahireti kazanmasına vesile olacağı gibi, dünya hayatına da bambaşka bir güzellik ve yepyeni bir anlam kazandıracaktır.
Alvarlı Efe’nin Şiirlerinde Tevhit İnancı ve sevgi dili
Yukarıda bahsettiğimiz gibi inançta adaletin zirvesi tevhittir. İslam’ı çok iyi anlayan ve inançta adalet düsturunun farkında olan Alvarlı Efe hazretleri de Tevhit konusuna şiirlerinde geniş yer vermiş, tevhitle ilgili İslam’ın düşünce boyutlarına ve temel inançlarına vurgu yapmıştır. Burada Efe hazretlerinin tevhit inancıyla ilgili görüşlerine yer verilecektir.
Tevhit
Tevhit, İslam inanç sisteminde en önemli inanç olarak yerini alır. Alvarlı Efe’de İslam’ın bu önemli inancına şiirlerinde geniş yer vermiş ve her fırsatta tevhit inancına vurgu yapmıştır. O tevhidin ne olduğunu açıklayarak tevhidi “Bir Allah’a imandır” diye tanımlamış ve Allah’ın birliğine tek olmasına iman anlamına geldiğini vurgulamıştır. O, Allah’ın âlemi yarattığını, insanın en mükemmel şekilde yaratıldığını, Hz. Muhammed’ın son peygamber olduğunu dörtlüğünde şöyle dile getirmiştir:
Âlemi halkeden Hallâk-ı âlem
Mükerrem halk olmuş ebnâ-yı âdem
Dest-i risâletde Muhammed hâtem
Tevhîd etmek bir Allah’a îmândır (Lütfi, 2011: 1246).
Tevhide Çağrı ve Tevhit Destânı
Tevhidi “bir Allah’a iman etmek” şeklinde açıklayan Efe Hazretleri, insanın tevhit nuruna boyanması gerektiğini, bu durumda insanda dinin ve imanın kâmil olacağını belirtmektedir. Dolayısıyla insanları tevhide çağırmakta şöyle seslenmektedir:
Dervîş gel nâr -ı aşka yan
Envâr-ı tevhîde boyan
Esrâr-ı ezkâr ile kan
Allah de gafletden uyan
Kâmil olur dîn ü îmân
Allah Vâhid Ehad Samed (Lütfi, 2011: 142).
Efe Hazretleri, Tevhid’e gelmekte geç kalınmaması gerektiğini vurgulayarak, yarın kıyamet koparsa geç kalınabileceğini belirtmekte, insanları Cenab-ı Hakk’ı her gün zikrederek huzur ve mutluluğu kazanmaya çağırmakta şöyle seslenmektedir:
Tevhîde buyurun bugün
Yarın kopar kıyâmetler
Zikredin Hakk’ı gün-be-gün
Kesbeyleyin seâdetler (Lütfi, 2011: 227).
Burada Efe hazretlerinin insanları tevhide çağırması iki şekilde değerlendirilebilir. Birincisi günümüzde teslise inanan Hıristiyanları tevhide yani İslam’a çağırdığını düşünebiliriz. İkincisi ise Müminlerin Tevhid inancı ve uygulamalarında birtakım kusurlar gördüğünü, tevhide yeteri kadar sarılmadıklarını müşahede ettiğini, dolayısıyla yanlış içerisinde olduklarını düşünerek, Tevhid ehli olanların Allah’ı unutmaması, gün be gün hatırlayıp zikretmeleri gerektiğini vurgulayarak ancak o zaman saadeti bulacaklarını ifade etmektedir.
Halka-i tevhîde gelin
Lezzet-i tevhîdi bulun
Cân u dilden zâkir olun
Hakk’a edüp inâbetler diye seslenmektedir (Lütfi, 2011: 227).
Alvarlı Efe, ölmeden önce uyanan, şeriatın yolunu tutarak, bir ve tek olan Allah’a dayanan, İslam ve iman nuru saydığı Tevhide boyanan müminlerin her şeylerinin tertemiz olacağını vurgular.
LUTFÎ der ki aman ölmezden uyan
Şerîati dut bir Allah’a dayan
Îmân İslâm nûr -i tevhîde boyan
Ol zemân her şeyin mutahher olur (Lütfi, 2011: 260).
Efe, tevhitte birçok kerametin olduğunu belirterek, tevhit denizinin nuruna batmaya, Ehl-i Tarik’e katılmaya çağırarak; Allah’ı zikreden zâkirlerin, nura zarf olacaklarını, yüksek makamlara kavuşacaklarını ve büyük şereflere nail olacaklarını vurgular.
Halka-i pîrâne el at Zâkirler zarf-ı nûr olur
Nûr-i bahr -i tevhîde bat Makāmât-ı âlî bulur
Ehl-i tarîka kendin kat Tevhîd meydânına gelür
Tevhîddedir kerâmetler Bulur zâkir şerâfetler (Lütfi, 2011: 228).
Alvarlı Efe tevhide o kadar önem vermiştir ki, onun destanını yazmıştır. Tevhidi sevgili edinen kişinin, ezeli ve ebedi olan Allah’ı gönülden seveceğini, Tevhid ehlinin feraset nuru ile dolacağını gözünün hidayet güneşi ile göreceğini saadet gemisiyle menziline varacağını ve iftihar edeceğini beyan eder. Ayrıca tevhitten başka kurtuluşa götürecek bir yol olmadığına, mevcut varlıkları yaratan Allah’ın birliğine vurgu yapar.
Tevhîd Destânı
Bir dâsitânım var mü’min-i dindâr
Her kim etmiş ise tevhîd-i dildâr
Kâdir u Kayyûm’u sever gönülden
Gece gündüz söyler aman yâ Gaf fâr
Ehl-i tevhîd nûr -i ferâset ile
Görür gözü mihr-i hidâyet ile
Sefîne lücce’i seâdet ile
Varır menziline eder iftihâr
Bu mahlûk varlığı hâlika delîl
Basîret ehli ol gel olma alîl
Tevhîdden mâ‘adâ yokdur bir sebîl
Mevcûdun mûcidi birdir âşikâr (Lütfi, 2011: 599).
Tevhidin Yeri
Tevhidin ne olduğunu belirten ve destanını yazan Efe Hazretleri, tevhidin yerinin neresi olduğunu da açıklamıştır. O’na göre imanın nuru, Müslümanların yüzünde, tevhidin zikri sözlerinde, tevhidin tasdiki de gönüldedir. Ayrıca azalarımız da onu tasdik eder. Efe Hazretlerine göre Müminin kalbi, tevhid denizidir (bahri tevhid) ve insan bu sayede zevk ile şaduman olur.
Nâm-ı Muhammed bizdedir Tevhîdin tasdîkı dilde
Envâr-i îmân yüzdedir Îmân ile İslâm elde
Ezkâr-i tevhîd sözdedir Nûr-i hidâyet gönülde
Merhamet kıl yâ Rabbenâ Merhamet kıl yâ Rabbenâ (Lütfi, 2011: 94).
Her pâremiz tevhîd eder
Her a‘zâmız tasdîk eder
Yok şerîkin tahkîk eder
Merhamet kıl yâ Rabbenâ (Lütfi, 2011: 95).
LUTFİYÂ dâru’l-emân mü’minlere tevhîd olur
Bahr-i tevhîd kalbimizdir zevk ile şâdım gelür (Lütfi, 2011: 247).
Tevhidin Yararları
Alvarlı Efe, tevhidin yararları, faydaları ve insana kazandırdıkları üzerinde önemle durur. Tevhidin Rahman’ın en temiz isimlerinden biri olduğunu, dilleri şad, gönülleri abad ettiğini ve zikredenleri muratlarına kavuşturduğunu belirtir. Tevhidin insanın imanına burhan/delil olduğunu vurgulayarak, kalbe safa, batıni hastalıklara şifa olduğunu belirtir.
Buyurun halka-i tevhîd Tevhîd dilleri şâd eder
Gülistân-ı îmândır bu Zâkiri ber -murâd eder
Îmânları edin tecdîd Gönülleri âbâd eder
Seâdetli zemândır bu İsm-i pâk-i Rahmân’dır bu
Tevhîd kalbe verir safâ Bâde-i tevhîdi için
Emrâz-ı bâtına şifâ Kayd-i mâsivâdan geçin
Tevhîd eder ehl-i vefâ Eflâk-i aşka per açın
Îmânına bürhândır bu. Câzibe-i cânândır bu
Cân bahş eder zâkirlere Taht-ı tevhîdi kur dilde
Nûr-i tevhîd şâkirlere Fırsat ganîmetdir elde
Bak zikirde mâhirlere Tevhîd ile ol her halde
Yüzünde nûr ayândır bu. Ezkâr içre sultândır bu
Tevhîd ile Hakk’a dayan
Envâr-ı tevhîde boyan
Eltâf-ı Hakk’a ol şâyân
Zâkirlere emândır bu (Lütfi, 2011: 410).
Efe Hazretleri başka bir şiirinde yine tevhidin faydalarını konu edinerek, insan gönlünü gül bahçesine benzetir. Tevhid sayesinde insanın gönlünde güller açacağını, manen yükselerek yedi feleği geçip, arşa uçacağını ve insanın benliğini terk ederek tevhid ile nefsi öldüreceğini ifade eder. Böylece tüm makamları geçerek maksadına ulaşacağını ve muhabbetle uçacağını belirtir. Tevhidin sırrını serinde elmas bir tac edinen kişinin hak ile batılı güneş gibi ayıracağını ve seçeceğini böylece istikamette olacağını ve ilâhi mana şarabından içeceğini vurgular.
Gül-gülistân-ı gönül güller açar tevhîd ile
Yedi eflâki geçer Arş’a uçar tevhîd ile
Nûr-i dîdâr -ı dilârâyı güzel seyr kılan
Terk eder benliğini nefsi biçer tevhîd ile
Yetişir maksûduna kat-‘ı makāmât ederek
Per-i pervâz-ı muhabbetle uçar tevhîd ile
Sırr-ı tevhîdi serinde edinen tâc-ı güher
Hakk’ı bâtılı güneş-veş o seçer tevhîd ile
LUTFİYÂ nûr -i ferâset îmânın şu‘lesidir
Mey-i mânâ-yı İlâhî’den içer tevhîd ile (Lütfi, 2011: 453).
Başka bir şiirinde ise tevhidin faydalarından en önemlisini dile getirir ve tevhidin insanın imanına burhan/delil olduğunu ve tevhid hakikatini taşıyan müminleri Cenab-ı hakkın muzaffer kılacağını vurgulamaktadır.
Men arefden dersin alan
Mârifete tâlib olan
Esrâr-ı tevhîdi bulan
Şerâb-ı eynemâdandır (Lütfi, 2011:
Mihr-i vahdet âşık olmuşdur ezelden tâ ebed
Hâmil-i tevhîd olanı Hak muzaf fer eylemiş (Lütfi, 2011: 290).
Çâr-etrâfıma eyledim nazar
Gördüm eşyâ olmuş dür ile güher
Mahall-i merkezden verdiler haber
Dediler tevhîddir bürhânın senin (Lütfi, 2011: 398).
Tevhidin Nuru, Şahidi ve Sırrı
Alvarlı Efe Hazretleri, tevhid inancını eserinde ayrıntılı diyebileceğimiz genişlikte işlemiş, tevhitle ilgili hemen her hususa değinmiştir. Nitekim tevhidin nuru, şahidi ve sırlarına da değinmiş, bunları izah etmiştir. Nur-i tevhid ile münevver olmanın büyük bir saadet, keramet ve büyük bir şeref olduğunu ve tevhid nuruyla nurlanan müminlere asla zelil bir durum olmayacağını vurgulamıştır.
Yâ Rab ne seâdet ne kerâmetdir
Arş’dan ferşe kadar ne şerâfetdir
Nûr-i tevhîd ile münevver olan
Ümmet-i Muhtâr ’e zelâlet mi var (Lütfi, 2011: 198).
Bu şekilde tevhit nurunu taşıyanın hangi nimetlere eriştiğini anlattıktan sonra tevhit nurunun yerine de işaret eden Efe Hazretleri, nur-i tevhidin dilde irfan ile göründüğünü belirtir.
Âlemleri var eyleyen bir Allah Halâvet-i Kur ’ân zâhir sözünde
Secdeler eyleriz hasbeten lillâh Nûr-i Rahmân nümâyândır yüzünde
Fânîdir mâsivâ Bâkî’dir Allah Sırr-ı tevhîd sürûru var gözünde
Nûr-i tevhîd dilde irfân iledir Bu şerâfet şân-ı Osman iledir (Lütfi, 2011: 145-146).
Tevhidin yerini tespitten sonra tevhidin şahidi konusuna da değinerek, İslam’ın beş şartından olan oruç, namaz, hac ve zekatın tevhidin şahidi olduğunu belirtir ve tevhit ehlinin İslam’in bu beş şartına uyması gerektiğini vurgular.
Tevhidin sırrını ruhunun derinliklerinde hisseden, bulunduran müminlerin ibadetlerle ünsiyet yakınlık ve derin bir bağ kurduğunu, dolayısıyla ibadetlere şevkle devam edeceğini belirtir. Sırrı tevhidi bulanın kalbinin cennet, ruhunun rahmetle dolacağını zikreder. Allah sevgisinden dolayı Sırrı-ı tevhidin ehlullaha surur olduğuna vurgu yapar.
Savm ile salât hacc ü zekât şâhid-i tevhîd
Şürûtu ile eyle tamâm emre itâat (Lütfi, 2011: 131).
Niceler sırr -ı tevhîdi derûnunda edüp ibkā
Muhabbetle derûnunda ibâdetle edüp ülfet (Lütfi, 2011: 133).
Hâmil-i tevhîd olanın kalbi cennetdir bugün
Sırr-ı tevhîdi bulanın rûhu rahmetdir bugün (Lütfi, 2011: 346).
Sırr-ı tevhîd ehlullaha sürûrdur
Bu kerâmet hubb-i Sübhân iledir (Lütfi, 2011: 147).
Tevhidin sırrına erenlerin kazançlarına değindikten sonra, insanın kalbini gül bahçesine benzeterek insanın kalbinde açan güllerin tevhidin sırrına dair nişaneler olduğunu, tevhit sırrı kalbe cila verince Allah sevgisinin yüzde parlayan bir nur göstereceğini ifade eder.
Gülistân-ı dilde açılan güller, Ashâb-ı tevhîde nûr -i tecellâ
Esrâr-ı tevhîdden nişân gösterir. Erişdi oldular nûr -i mücellâ
O gülşende hikmet okur bülbüller Sırr-ı tevhîd kalbe verince cilâ
İlm ü irfân nûr -i zî-şân gösterir. Hubb-i Mevlâ nûr -feşân gösterir (Lütfi, 2011: 186-187).
Tevhit ve Hz. Muhammet
Alvarlı Efe, tevhidin birçok yönünü dile getirdikten sonra, Tevhid ve Hz. Muhammet (sav) ilişkisine değinmiştir. Allah’ın bize büyük bir merhamet göstererek Müslümanları Ehl-i iman eylediğini, Hz. Muhammed’i rahmet olarak göndererek onun sayesinde müminleri ehl- tevhit kıldığını ve ilahi sırlara eriştirdiğini vurgulamıştır. Yine iman nuru ile bizleri nurlandırdığını tevhidin sırrı ile temizlediğini, imanı tasdik ve ikrar ederek muzaffer olduğumuzu ve Kur’an-ı başımıza tâc ettiğini ifade etmiştir.
Kerem-i Kerîm’den azîm merhamet Nûr-i îmân ile kılmış münevver
Bizi Mevlâ ehl-i îmân eylemiş Sırr-ı tevhîd ile etmiş mutahher
Göndermiş bizlere Ahmed’i rahmet İkrâr u tasdîkle olduk muzaffer
Ehl-i tevhîd ehl-i irfân eylemiş Başımızda tâcı Kur ’ân eylemiş (Lütfi, 2011: 284).
Hz. Muhammed’in peygamberlerin en sonuncusu, Allah’ın sevgilisi, faziletli insanların sultanı olduğunu, Cenab-ı Hakk’ın onun zatına Kur’an’ı gönderdiğini ve Hz. Muhammed’in ashab-ı tevhide korkusuzca başvurulacak ve sığınılacak güvenilir bir yer olduğunu dile getirir.
Hâtemü’l-enbiyâ Ahmed-i Muhtâr
Habîb-i Kibriyâ sultân-ı ebrâr
Gönderdi zâtına Kur ’ân’ı Gaffâr
Ashâb-ı tevhîde dârü’l-emândır (Lütfi, 2011: 246).
Allah’ın Hz. Muhammed (s.a.v’)’ i Âlemlere rahmet kıldığını ve Allah’ı evvela tevhid edenin Hz. Muhammed (s.a.v) olduğunu, Allah’ı tevhid Hz. Muhammed’i tasdik edenlerin cennete gireceklerini vurguladıktan sonra, tevhid inancını taşıyanların kıyamet günü O’nu bekleyeceklerini, Hz. Muhammed’in şefaat edeceğini, O’nun tevhid arşının kubbesinde en büyük nur sahibi ve peygamberler meydanının en merdi olduğuna dikkat çeker.
“Rahmeten li’l-âlemîn” kıldım seni Kendini evvelâ tevhîd eyleye
Evvelâ tevhîd eden sensin beni Nûr-i tevhîd anı te’yîd eyleye
Beni tevhîd seni tasdîk edenler “Rahmeten li’l-âlemîn” kıldım seni
Yarın Firdevs-i a‘la’ya gidenler Evvelâ tevhîd eden sensin beni (Lütfi, 2011: 71-77).
Hâmil-i tevhîd olan gözler seni yevmü’l-kıyâm
Ey şefâ‘at mâdeni mansûr -i Hak Hayru’l-enâm (Lütfi, 2011: 87).
Arş-ı tevhîd kubbesinde neyyir -i a‘zamdır ol
Merd-i meydân-ı nübüvvetdir Muhammed Mustafâ (Lütfi, 2011: 96).
-i Tevhidin Özellikleri
Yukarıda açıkladığımız şekilde tevhitle ilgili önemli hususlara değinen Efe Hazretleri, tevhit ehline canının kurban olduğunu tekrarlayarak tevhit ehli müminlerin özelliklerini saymakta, inançta adaletin en önemli yönlerinden biri olan iman esasları arasında ayrım gözetmeden her birine eşit değer verip gereğini de adaletle yerine getirdiklerine işaret eder.
O’na göre ehli tevhid Allah’ın emirlerine itaat eder, emrolunduğu gibi ibadet eder, namazları tadil-i erkana riayet ederek kılar, kalp huzuruyla Allah’ı niyaz eder, canı dilden severek zekatı verir, tüm hareketleri Kur’an’ın emriyledir, iman ile bin bereket bulur, ramazanda oruç tutar, dualarında kavminin bağışlanmasını diler, tevhit ile uykusunu terk eder, kalbinin derinliklerinde Allah sevgisi, gözünde ve gönlünde Allah korkusu yer alır ve Allah’a yakınlıklar bulur.
Ciğerim pâresi gözümün nûru Fermân-ı Mevlâ’ya itâat eyler
Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân Emrolduğu gibi ibâdet eyler
Tâc-ı seâdetim sadrım sürûru Nefsini rûhunu hidâyet eyler
Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân
Ta‘dîl-i erkânla kılar namazı Cân ü dilden sever verir zekâtı
Huzûr-i kalb ile eyler niyâzı Kur ’ân emriyledir hep harekâtı
Per-i muhabbetle eder pervâzı Îmân ile bulmuş bin berekâtı
Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân
Şehr-i Ramazân’da dutar savmını Beytullah’ı zâir olmak murâdı
Cenâb-ı Allah’dan diler kavmini Muhabbetullahdır dilde îrâdı
Tevhîd ile terkeylemiş nevmini “Allâhümme yessir lenâ” feryâdı
Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân
Sadrını doldurmuş envâr -ı tevhîd Zıyâ verir hayâ ehl-i îmâna
Tevhîd eder her dem ezelde sa‘îd Ehl-i hayâ lâyık olur gufrâna
Kamer-i hidâyet gönlünde cedîd Kurbiyyetler bulur Zât-ı Rahmân’a
Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân
Derûnunda dâim hubb-i Rahmânî
Gözünde gönlünde havf-i Rabbânî
LUTFÎ olsun böyle kulun kurbânı
Ehl-i tevhîd olan câne cân kurbân (Lütfi, 2011: 351).
SONUÇ
İslam’ın yukarıda ifade ettiğimiz gibi en önemli özelliği inançta da adaleti uygulaması, “inançta adalet” düsturuna hassasiyetle riayet etmesidir. İnançta adalet düsturu sayesinde iman esasları arasında ayrım yapmadan, hepsine eşit derecede değer verilmesi, uygulamaya geçirilerek, ifrat ve tefritten uzak dengeli bir inanca, sağlıklı bir dini hayata sahip olmak mümkün olacaktır. İnanç ve amel konusunda doğru yerde, doğru noktada durulacak ve ahrette kurtuluşa götüren; dünyada da huzur ve mutluluk temin eden bir hayat sürmek mümkün olabilecektir. Zıtları görüp yaşamak, onları dengelemek, hayatta ve inançta adalet ve dengeyi sağlamak, gerçekten büyük bir sorumluluk ve önemli bir iştir. İnançta adalet gözetilmez ve bu düstur göz ardı edilirse Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki gibi bilgi kirliliği, karmaşa ve tahrifler kaçınılmaz olabilir. Temelsiz bina kurulamadığı gibi, “inançta adalet” düsturuna riayet edilmeksizin sağlıklı bir dini inanç kurulamaz ve yaşatılamaz.
Allah’ın varlığı ve birliği esası üzerine bina edilmiş olan İslam, en son ve en mükemmel dindir. Allah, kendisine olan iman ve sevgiden dolayı Müslümanların gönüllerinde taht kurmuştur. Bu yüzden gerek sanat ve gerekse edebiyat gibi birçok alanın konusunu Allah’la ilgili hususlar oluşturmaktadır. Bu araştırma göstermektedir ki, Alvarlı Efe Hazretleri’nin HulâsatüʼL-Hakāyık adlı eserinde Allah’ın zikredilmediği konu yok gibidir. Alvarlı Efe Hazretleri, tevhit konusu üzerinde önemle durmakta, tevhitten başka kurtuluşa götürecek yolun olmadığını vurgulamaktadır. Tevhitle şirk-i karşılaştırmakta, Allah’ın şirki asla kabul etmeyeceğini belirtmektedir.
İslam kaynaklarında Allah inancı her fırsatta ve ortamda bahsedilen ve üzerinde önemle durulan bir konudur. Alvarlı Efe Hazretleri de şiirlerinde tevhit inancını vurgulamış, bu inancın önemini anlatmaya gayret etmiştir. Tevhit inancını sade, anlaşılır bir üslupla ve kelamî problemlere, tartışmalara girmeden halka ve okurlarına anlatmış saf, berrak ve doğru bir tevhit inancını tesis etmeğe çalışmıştır. Böylece adeta teslise karşı tevhidin önemini ve değerini vurgulamıştır. Zaman zaman diğer peygamberlere, kitaplara vb. inancı dile getirerek, İslam’ın dünya ahiret arasındaki denge kurmasına işaret ederek İslam’ın inançta adalet düsturunu şiirlerinde göstermiştir.
Efe Hazretleri’nin HulâsatüʼL-Hakāyık adlı eserinde tevhit hakkında verdiği bilgilerin Ehl-i Sünnet anlayışına tamamen uygun olduğunu görmekte, şiirlerinin çoğunun ayet-i kerime ve hadisi şeriflerden mülhem olduğunu müşahede etmekteyiz. O, şiirlerinde tevhit inancının özünü, nüvesini vermektedir. Kelam ve akait kitaplarında uzun uzadıya anlatılan, biraz da karmaşık hale getirilen inanç esaslarını, çok kısa beyitlerle sade ve bir o kadar da etkili şekilde dile getirmektedir.
KAYNAKÇA
AYDIN, Mehmet (1989), Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Selçuk Üniversitesi Yayınları No:61, Konya.
EKIN, Yunus” İslam'da, Dünya - Ahiret Dengesi Açısından İnfakın Önemi” Yeni Ümit Dergisi, Temmuz - Ağustos - Eylül 2003 Sayı :61 Yıl:16 s. 1-2. http://www.yeniumit.com.tr/ konular/detay/islamda-dunya-ahiret-dengesi-acisindan-infakin-onemi#.UU6FUDA5nIU
ERZURUMLU, Nazım, “İslam'da Adalet”,http://www.ilkadimdergisi.net/node/359 (01.03.2013)
KILIÇ, Sadık, “İlahi Adaletin Üç Buudu”, http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/ilahi-adaletin-uc-buudu (05.12.2012)
KÜÇÜK, Abdurrahman, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük (2009), Dinler Tarihi, Berikan Yayınları, Ankara.
LÜTFİ, Hâce Muhammet (2011), HulâsatüʼL-Hakāyık ve Mektûbât-I Hâce Muhammed Lutfî, Yay. Kurulu Hüseyin Kutlu, Hasan Mazlumoğlu, Hakkı Canat, Hüseyin Doğru, Esma Biçer, Damla Yayınevi, Beşinci Basım, İstanbul.
POLAT, Kemal (2008), Katolik Hıristiyanlıkta Azizlik ve Azizler, Salkım Söğüt Yayınevi, Ankara.
RAGIP İSFAHANİ (2009), Ebul-Kasım Hüseyin, b. Muhammed, Müfredatü Elfazi’il Kur’an, Dâru’l-Kalem, Şam, (a,d,l,) mad.