Türkiye, uzun zamandır uluslararası sözleşmelerle emperyalist bir provokasyonun kıskacında. Sakın Türkiye’yi dev aynasında görmeyin, reelpolitik düşünün. Anti-Personel mayınların kullanımının, depolanmasının, üretiminin ve devredilmesinin yasaklanması ve bunların imhası ile ilgili Ottawa Sözleşmesi kapsamında Suriye savaşı öncesinde Suriye sınırımızın mayınlardan temizlenmesi için uluslararası bir kampanya başlatılmış, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardaki yükümlülükleri hatırlatılmıştı.
Sonrasında ne oldu bir hatırlayın! Sınırlarımız kevgire döndü, yol geçen hanı oldu. O nedenle önümüze her konulan sözde uluslararası anlaşmalara imza atmak marifet sayılmamalı. Ottawa Sözleşmesi kimleri ilgilendiriyor!.. Anti-Personel mayınların kullanımının, depolanmasının, üretiminin ve devredilmesinin yasaklanması ve bunların imhası ile ilgili sözleşme metni, 4 Aralık 1997 tarihinde Ottawa’da (Kanada) imzaya açıldı, 1 Mart 1999’da yürürlüğe girdi. Türkiye; sözleşmeye 2003 yılında taraf oldu ve 1 Mart 2004’de yürürlüğe girdi. Ottava Sözleşmesinin yürürlüğe girmesinde, hükümet dışı kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri önemli rol oynadı. 1992’de Avrupa ve Amerika’da birkaç sivil toplum kuruluşunun başlattığı bir kampanya, 1997’de Ottowa Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle sonuçlandı.
Türkiye’ye yapılan baskıları anlamak mümkün değildi çünkü Türkiye, mayın üreticisi ülkeler arasında bulunmuyordu. Belçika, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Macaristan, İtalya ve İngiltere mayın ticaretini yasakladılar. Küba, Amerika Birleşik Devletleri ABD), Rusya, Mısır, İran, Irak, Burma, Çin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Kore Cumhuriyeti, Pakistan, Singapur ve Vietnam mayın üreticisi ülkeler arasında yer alıyor. Kampanyanın başında kim var? Mayın temizliği kampanyası Avrupa odaklı. Suriye savaşı öncesinde Türkiye - Suriye sınırındaki mayınları temizleme projesinin başındaki isim Uluslararası Kara Mayınlarını Temizleme Kampanyası’nın girişimiyle oluşturulan Cenevre Çağrısı kurucularından, Cenevre Çağrısı İcra Kurulu Başkanlığı yapmış, altı çocuklu, çocuklarının bir kaçı evlatlık olan Elizabeth Reusse – Decrey idi. Halen bu misyonunu sürdürüyor olmalı.
Avrupa’daki Kürt Enstitüleri ile koordineli çalışan, Türkiye sınırlarının kevgire dönmesinin arkasındaki karanlık isim, işte bu kadındı. Yıllarca burnumuzun dibinde yardım gönüllüsü veya STK gönüllüsü kisvesinde faaliyet gösterdiği, Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle Saddam rejimi döneminde görüşmeler yaptığı hatta yolunun Kandile düştüğü istihbarat raporlarında mevcut.
Elisabeth Reusse-Decrey; 16 Ekim 1953 İsviçre, Cenevre Kantonu doğumlu. Anadili Fransızca. Fransa ekolünden. İsviçre Sosyalist Parti üyesi ve yöneticisi. Asıl mesleği fizyoterapist. Uluslararası İnsan hakları örgütlerinde çalışıyor. İşkence karşıtı kampanyaların vazgeçilmez aranılan ismi. En popüler olduğu alan, Kara mayınlarına karşı uluslararası eylemleri koordine etmesi. İsviçre Parlamentosu Başkanlığı var. Ayrıca bu faaliyetlerinden dolayı 2005’te Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş. “Uluslararası Kara Mayınlarını Temizleme Kampanyası”, Avrupa Birliği’nin emperyalist amaçlarına hizmet ediyor!.. Uluslararası Kara Mayınlarını Temizleme Kampanyasının, kuruluş amacındaki sözde insani içeriğine rağmen, Avrupa Birliği’nin emperyalist amaçlarına hizmet ettiği söylenebilir. Türkiye’nin PKK ve IŞİD terörü karşısında içine düştüğü durumun en büyük sebeplerinden birisi, sınırlarının mayınlardan arındırılmasıyla sınırlarının, terör gruplarının denetimsiz geçişlerinin önlenememesidir. Hatırlayacak olursanız Avrupa ve Amerika basınında, Türkiye’nin sınırlarından terörist grupların geçişlerine göz yumduğu haberleri yapılmış, akılları sıra Türkiye’yi, uluslararası kamuoyunda terör işbirlikçisi göstermek istemişlerdi. 2010 yılında Türkiye’de toprağa döşeli, 977 bin 407 mayın mevcuttu. Aynı yıl konuyla ilgili başlatılan kampanyalarda farkındalık oluşturmak için bazı STK’lar ön plana çıkarıldı. Yapılan basın açıklamalarında Türkiye stoklarındaki mayınların imha işlemini de tamamlamadığı için sözleşmenin bu maddesini de ihlal etmeye devam ettiği gündeme taşındı. Türkiye’nin acilen doğu sınırlarındaki mayınları ne zaman temizleyeceğini ve özellikle olayların yaşandığı iç bölgelerdeki mayınların ne zaman, nasıl temizleneceğine ilişkin bir takvim ve program açıklaması için kamuoyu baskısı oluşturuldu. “Hudutların Kanunu” filmini hatırlıyor musunuz? Şimdilerde “Hudut Namustur” diyenler tutuklanmayı göze almak zorunda. Nedense birileri bu söze karşı alınganlık gösteriyor. Başrollerinde Yılmaz Güney ve Pervin Par’ın oynadığı yönetmenliğini Ö. Lütfü Akad’ın yaptığı 1966 yapımı Türk filminde, sınırda kaçakçılık yapan iki eşkıyanın, ölümüne mücadelesi anlatılır. Bir başka film 1999 yapımı, başrolde Kemal Sunal’ın oynadığı, Türk sinema filmi Propaganda. Oldukça hümanist mesajlar veren bu ikinci filmin bilinçaltı yönlendirme radarına yakalanan kesim, NeoOsmanlıcı muhafazakâr çevrelerdi. Çünkü filmde 1923 sonrası sınırların ayırdığı aynı dili konuşan insanların dramı anlatılıyordu. İşte özellikle Sol kesimin feodaliteye başkaldırı romantizmi ile İslamcıların daha doğrusu Neo Osmanlıcıların ümmetçiliği cilalanarak, sınırların mayınlardan arındırılması gerçekleştirildi. Şimdi anlıyorum ki hiçbir şey tesadüf ve hiçte görüldüğü kadar masum değil. AB ve ABD’nin ısrarcı olduğu Suriye sınırındaki mayınların temizlendiği alan, 510 kilometre kare ve 1954 yılında kaçakçılık ve usulsüz sınır ihlallerini engellemek için döşenmiş mayınlar burada gömülü. Maalesef AK Parti iktidarı, Türkiye'ye yapılan baskıları göğüsleyemedi. İşin ilginci, Avrupa orijinli kampanyayı ABD devralmıştı. Türkiye’nin mayın derdi Avrupalılardan sonra Amerikalı sığır çobanlarını da germişti.
Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi ve organik tarıma açılması konusunda Milli Savunma Bakanlığı’nın başlattığı ihale süreci sessiz sedasız ilerledi. 6 Şubat 2012’de Bakanlık, ihaleye teklif veren 50’ye yakın şirket ve ortaklığı ön elemeden geçirerek 20’ye indirdi. Finale kalanlar arasında çok çarpıcı isimler vardı. Tepe/Nurol ortaklığı, Cengiz İnşaat, Kolin İnşaat, Güneş İnşaat, Öztaş ve Onca, Hema Grubu, IBA İnşaat gibi önemli şirketlerin yanı sıra Türk Polis Vakfı da Mayın temizleme ihalesinde yabancı ortağıyla son 20’ye kalan firmalar arasındaydı. Süreç, Washington merkezli Sidar Global Advisors isimli danışmanlık şirketince takip edildi, raporlaştırıldı. Suriye sınırında mayından temizlenen bölge 360 milyon metrekarelik dev bir alan. Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerine yayılan Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlendikten sonra tarıma yılda en az 20 milyon dolarlık gelir getirebileceği belirtiliyordu. Beş kuruş bile gelmediği gibi elimizde avucumuzda ne varsa kaybettik. NATO, Suriye sınırımızı kontrol etti… Türkiye - Suriye sınırında 1955-65 ve 1993-97 yılları arasında bölgeye döşenen, NATO menşeli ve ABD’den getirilen anti tank (AT) ve anti personel (AP) mayınlarının temizlenmesi projesi NATO İkmal ve Bakım Teşkilatı tarafından projenin bitimine kadar adım adım denetledi. “O dönem, bu teslim oluşu onaylayan kolaylaştıran asker sivil bürokrat kim varsa hepsi YÜCE DİVAN’da yargılanmalı, hesap vermeli” diyenler var mı aranızda? Eğer varsa, o medeni cesarete sahipse gitsin şikayet etsin, İl/El mi yaman bey mi yaman görelim? Mayınların temizlenmesi gündeme getirildiğinde Suriye iç savaşı başlamamıştı ve DAEŞ/IŞİD terör örgütünün esamisi okunmuyordu. Türkiye için son derece stratejik bir alan olmasına rağmen, Suriye yönetimi ile yürütülen ikili görüşmelerle, dostluk ve ticari anlaşmalarla mayınlı alanların gereksizliği milletin ve devletin kolektif bilinçaltına işlendi. Bu bölgenin PKK’nın en önemli geçiş alanı ve aynı zamanda PKK’nın en güçlü insan kaynaklarına sahip bölge olduğu göz ardı edildi. Hatta Türk kamuoyunu ikna etmek için, çözüm süreci balonu şişirildi, PKK’nın silah bırakacağı propagandasına hız verildi. Türkiye’nin emperyalizm destekli etnik bölücülüğe karşı en çok egemen olması gereken bölge, mayınlı alanların temizlenmesiyle adeta güvenlik önlemlerinden arındırıldı, çırılçıplak bırakıldı. Tüm bunları bize altında imzamız olan Ottowa Sözleşmesi gereğince yaptırdılar. Sonrasında Türkiye, sınır güvenliğini sağlayamaz duruma düşürüldü. Irak ve Suriye’de hazırlanan bombalar Türkiye’nin can evinde patlamaya başladı. Hudutlarımız çırılçıplak savunmasız bırakılıyor!.. Güneydoğu sınırımızı patlattıkları yetmemiş olmalı ki yeni hedef bölge Doğu Anadolu sınırımız. Lakin akıllanmadığımız ortada. “Kökü mazide olan ati” demeye bin şahit ister. Mehmet Akif istediği kadar sine dövsün, feryat etsin, “Târîh’i ‘tekerrür’ diye ta’rîf ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi tarih?” Çünkü doğu sınırımızı da kendi ellerimizle Avrupa Birliği ile işbirliği yaparak, terör örgütlerinin ellerini kollarını sallaya sallaya geçebildikleri kalbur kasnak statüye kavuşturuyoruz. ‘Hudut namustur.’ diyorduk, askeri personeli eğitirken bu sözü beyinlerine kazıyorduk. Bu namusumuzu kendi ellerimizle kirleteceğimiz kimin aklına gelirdi? Avrupa Birliği ile Türkiye’nin eş finansman sağladığı, BM Kalkınma Programı (UNDP) işbirliğinde yürütülen “Türkiye’nin Doğu sınırlarında mayınların temizlenmesi ve sınır denetim kapasitesini arttırarak sosyo-ekonomik gelişimin sağlanması” projesi, Ağrı Dağı eteklerinde başladı. Projeye göre, Ermenistan, İran, Azerbaycan sınırındaki mayınlar temizlenecek. Mayın temizleme işini Güney Afrika ülkesinden bir firma yürütecek. Firma yetkililerin verdiği bilgiye göre, Iğdır’da 2 yıl sürecek olan projede, 15 milyon metrekarelik Ermenistan, Azerbaycan ve İran sınırında 222 bin mayının bulunduğu 511 mayınlı alanın temizlenmesi hedefleniyor.
Mayınların önce yeri tarayıcılar ve köpeklerle belirleniyor, ardından titiz bir şekilde temizleniyor. Çıkarılan mayınların kontrolü zırhlı araçlarla yapılıyor.
Kısmen bu süreç yürütüldü, Doğu Anadolu sınırımızda bazı bölgeler mayından arındırıldı. Arkasından ne oldu dersiniz? Doğu Anadolu sınırlarımızda büyük bir mülteci akını yaşandı.
On binlerce Afganistanlı düzensiz göçmen elini kolunu sallaya sallaya İran sınırından geçiş yaparak, Türkiye’nin içerisine dağıldılar. Şimdi onları ara da bul? Ağrı, Iğdır, Van illerimizin bulunduğu sınırlardan ülkemize mülteci akını kontrol altına alındığında, atı alan, Üsküdar’ı çoktan geçmişti.
O günlerde Başbakan Yardımcısı olan Veysi Kaynak; İran tarafından Türkiye’ye geçmeye hazır 3 milyondan fazla mülteci olduğu bilgisini vermişti. Ancak bu mültecilerin büyük bir çoğunluğunun, İran vatandaşı olmadığı daha çok Afgan mültecilerden oluştuğu anlaşılmıştı.
Şii İran Cumhuriyeti, Küresel Çeteye nasıl boyun eğdi?
Ksenophon’un ünlü kitabı Anabasis: Onbinlerin Dönüşü’nde anlattığı gibi bu düzensiz göçmenlerin Türkiye’ye doğru yürüyüşlerine İran devleti ne hikmetse yardımcı oldu ve göz yumdu.
Meğer anlı şanlı kanlı canlı bu “Şii Cumhuriyeti” de küresel çeteye teslim olmuş. Kasım 2019’da İran'ın başkenti Tahran'da Savunma Bakanı General Emir Hatemi'nin katılımıyla ilk Uluslararası Hümaniter Mayın Etkisizleştirme Eğitim Merkezi'nin faaliyete başlamasına ne demeli?
Kendilerince bahaneleri hazır; İran İslam Cumhuriyeti, Irak'la süren 8 yıllık savaştan kalan mayın ve mühimmat tehdidini tam olarak ortadan kaldırmak için bu eğitim merkezini açmışlar. Neymiş efendim, ayrıca diğer ülkelere de bu yolda edindiği tecrübeleri de aktarmaya hazırlarmış.
Son kavimler göçüne hazırlanın!
Gerçi uzak ihtimal gibi dursa da ABD’nin olası İran harekâtından sonra bu sayının artması ve Türkiye’nin İran sınırından büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalması işten bile değil. Eğer Orta Asya Turan coğrafyasından Çin'e yönelik bir savaş planlaması varsa siz asıl o zaman görün göç dalgasını!
Muhtemelen Türkiye - İran sınırı bu büyük göç dalgasını Anadolu havuzunda dizginlemeyi düşünüyorlar. “Şeytanın gör dediği bir şey” var, acaba Türk Ordusunun, İran sınırından Orta Asya'ya karayolundan intikalini kolaylaştırmak mı amaçlanıyor?
İran İçişleri Bakanı Ahmet Vahidi'nin bölge kaynaklı güvenliğin sağlanmasının İran-Türkiye ortak sorumluluğu olduğunu söylemesi bu mayın temizliğinden Ankara ile Tahran'ın rahatsız olmadığı anlaşılıyor.
Mayın Emperyalizmi!..
2008 yılında İsviçre'de kurulan ve bu alanda dünyadaki gelişmeleri takip eden, Landmine and Cluster Munition Monitor (Mayın ve Misket Bombası Monitörü) adlı kuruluş 2018 tarihli raporunda, Türkiye'nin dünyada en fazla anti-personel mayınının bulunduğu ülkelerden biri olduğunu açıklamış.
Mayın temizliği ve mayınlarla misket bombalarına karşı uluslararası anlaşmalara katılımın dünya çapında arttığını ve geçen yıl 128 kilometrekarelik alanın mayınlardan arındırıldığı belirten raporda Türkiye; Afganistan, Angola, Irak ve Yemen gibi 10 ülkeyle birlikte 100 kilometrekareden fazla mayınlı alana sahip ülkeler arasında yer aldığı belirtilmişti.
Türkiye'nin bildirdiği verilere göre 164 kilometrekarelik toplam 3 bin 61 mayınlı bölge bulunuyor. 701 bölge ise şüpheli alan statüsünde bulunuyor. Türkiye, 2017 yılında açıklanmış 9 bin 313 mayınla dünyada en fazla mayın bulunduran üçüncü ülke konumunda.
Türkiye'nin önünde yalnızca Finlandiya ve Bangladeş bulunuyor. Türkiye 2018’e kadar envanterindeki 5 bin 159 mayını imha ettiğini örgüte bildirmiş. Türkiye 2017'de toprak altında 26 bin 381 mayını da imha ettiğini açıklamış.
Mayınların temizlenmesi için uluslararası anlaşmalara imza atan Türkiye'nin 1 Mart 2014'e kadar elindeki mayınları temizlemiş olması gerekiyordu. Türkiye 2014'te ek süre talep etti ve son tarihi 8 yıl uzatarak 2022'ye çekti.
Türkiye’nin en doğusunda 4.2 milyon metrekare alana “anti personel mayın” döşenmiş...
Türkiye’nin en doğusunda yaklaşık 4.2 milyon metrekare alanda bulunan anti personel mayınlarının temizlenmesi amacıyla AB tarafından finanse edilen, UNDP ve Milli Mayın Faaliyet Merkezi (MAFAM) tarafından yürütülen projenin ikinci etabı, Türkiye-İran sınırında yapılacak açılış programıyla başlatılıyor.
AB, sınırlarımıza ne karışır?
Proje kapsamında Iğdır'a gelen AB Delegasyon Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer-Landrut ve beraberindeki Sivil Toplum, Temel Haklar, Adalet ve İçişleri Bölüm Başkanı Alexander Fricke, AB Komisyonu Üyeleri Yeşim Boyalar ile Miray Akdağ ve Proje Yöneticisi Ulrich Rainer Iğdır’da.
Sanki Türkiye sömürge bunlar sömürge valisi. Parayı veren düdüğü çalar çünkü proje, AB tarafından finanse ediliyor. Az-buz para değil. Bu aşaması için projeye, 18 milyon avroluk bir tutar ayrılmış. Sürdürülecek projenin toplam tutarı 36 milyon euro. Bu para ile 80 bin adet kara mayını temizlenecek. Tabi buhar olup uçmazsa!
İktidar partisi neyse, onların rotası belli. Lakin Demokrat, Milliyetçi, Ulusalcı, Halkçı, Solcu, Liberal, Sosyalist, Komünist, Muhafazakâr değerler üzerinden politika yapan siyasi parti liderlerinden birisi çıkıp da “ne oluyoruz lan” diyemiyor? Neden demiyor?
Küresel emperyalizme başkaldırı yoksa oy da yok!
.
Ömür ÇELİKDÖNMEZ