Piyasalar

İNSAN ve SANAT

Punto:

En muhteşem sanat eserini bir hayvanın önüne bırakalım, hayvanın önündeki bir
şaheser olsa bile, en küçük bir etki uyandırması mümkün olabilir mi? Şahane bir
tablonun yer aldığı bir tuval ile mürekkebe düşmüş bir karıncanın üzerinde dolaşarak
anlamsız zikzaklar çizdiği bir kâğıt; güve için aynı değeri taşırlar; ikisi için de aynıdır..
İştahla yer ve bitirir… Demek ki, sanatın evveliyatında insan varlığı esas olduğu
kadar; sonuçlanmış bir ürün olarak sanatla muhatap oluş sürecinde de yine
düşünme, kavrama ve güzel duyuya sahip bir başlatıcı ve sonlandırıcı olarak insan
durmaktadır.

Ancak sanat eserinin oluşturucusu ve muhatabı kimliğini taşıyan insanın sanat
eserine karşı tutumu nasıl olmalıdır? Sanat için hem bir başlatıcı hem de oluşma
süreci sonucunda mütekâmil bir izleyici olarak insan için başlı başına bir sorundur
bu…

Genelde insanlar bir sanat eserine, ya bir meşguliyet vesilesi, ya izleyicinin dikkatini
çekerek şaşırtan bir olgu, ya zaman anlamında bir süre uğraşılacak-uğraştıracak bir
üst eylem ya da insani duyguların olgunlaşması için yol açacak bir girişim ve bu
anlamda da sanatçının ve izleyicinin toplum ve çevre hakkındaki görüşlerini yansıtan
koskoca bir olgular bütünü olarak bakmaktadırlar..
İster Doğu’da isterse Batı’da olsun sanat eseri izleyiciler için olsa olsa salt bir görüntü
ya da görüngü olarak sadece içsel bir duygulanım ve dalgalanma anlamı
taşıdıklarından öncelikle birer görüntüsel oluşum olarak önemlidirler…
İçinde çeşitli çöpvari kırıntılar bulunan suyla dolu bir havuzu düşünün; bu havuz bir
şeyle karıştırıldığın da elbette ki, kısa bir sure sonra içindeki bu çöp yığınını ve diğer
kırıntıları harekete geçirecek ve yüzeye çıkaracaktır. Oysa kısa bir süre sonra bu
karışım durulduğunda tekrar yatışacak ve sanki de içindeki o çöpvari yığın hiç
yokmuşçasına o durgun ve sade görünümüne yeniden kavuşacaktır.
İşte herhangi bir sanat eseri karşısındaki böylesi bir iç tepki insanda da gerçekleşerek
ilkel bir reaksiyonu ortaya çıkarabilmektedir. Öyle ki; bir sanat eseri karşısındaki                                                                                         beğeni sahibi insan-izleyicilerin yanı sıra o sanat eserini ortaya çıkaran sanatçılarda
da bu ilkel reaksiyonu hem bir ilk ve doğal tepki hem de bir anlamda; bile isteye
seçilmiş ve üzerinde yoğunlaşılarak oraya vurgu yapılmış-hedef edinilmiş bir başka
boyutta gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır.
Bir yandan üretilen bir değerler bütünü olarak sanatsal ürünü ve üreticisini diğer
yandan da yine bu üretilmiş değerler bütününden bir etik ve estetik devşirecek olan
izleyiciler toplamını gayesi izleyici-muhatabı hayret ve şaşkınlığa itmekten öteye
geçmeyen, izleyicinin ilgisini toplamak ve beğenilerine yön biçmekten ve hatta bu
beğenileri belirleyerek onlardan pragmatik kazanımlar devşirmekten başka bir anlam
içermeyen bu türden sanatsal girişim ve çabalar da bu anlamda sadece beğeninin
ilkel biçimlerine yönelik olmaktan ve bu şekilde bir anlam kazanmaktan başka bir şeyi
ortaya koyamazlar…

Oysaki sanatı evrensel ilahiyatın insanda aksülamel bulması gereken seküler bir
varyantı olarak tanımlayıp bu varyantın derinliklerinden sonsuzluğa-ebediyete yönelik
daha müteal-transandantal bir manevi hayat uğruna yararlanmak ve sanat eserlerini
vücuda getiren üstün yetenek sahiplerine olan hayranlıktan hareketle mütealiyet
düzeyinin dünya üzerindeki bütünlüğünü de içerecek tek –Bir- yaratıcıya yönelmek ve
o –Bir- olanı tanımaya çalışmak sanata daha bir yücelik kazandırır ve onu ‘İd’ den
‘Ego’ya dek salınıp duran ve temel olsa da geçici olmaktan kurtulamayan ilkel insan
duygularını doyurmak için kullanılan önemsiz bir araç olmanın da ötesine taşır..
Bu şekildeki bir Sanat algısının insana dair üstün ve aşkın yetenekleri ortaya
çıkararak daha derin bir alan açması bir yana, bir diğer insan özelliği olan fıtratın
alanındaki güzelliği ve yüce gerçekleri gözlemlemeye yönelik aşk ve iştiyakı ifade
etmesi yönünden de tamamen insani bir işlevle yüklendiği görülecektir.
Bütün bu açıklamalar nezdinde insanlık tarihinin pek çok devresinde sanata bakış
açılarının ortaya çıkardığı çeşitli meşrep ve üslup farklılıklarının izleğinde sanatın
değişen birçok türünün benimsendiği, mesela sanatın sanat için ya da toplum için
olması gerektiği biçiminde farklılaşan fikirlerin revaç bulduğu akım ve dönemlerin
ortaya çıktığı görülmüştür. Ama bütün bu gelişmelere şu gerçek ışığında bakılınca;
sanatın en yüce insani yeteneklerin ifadesi olması ile bile böylesi bir yaklaşımla şu
yada bu şekilde insanlığa dair bu geniş alan içerisinde ve insanın komplike yapısının
da bir mecburiyeti olarak bazen de insanlık dışı çirkin heves ve arzuları açığa vuran
bir araç olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu nokta da denilebilir ki; İnsanın
yücelmeye olan özleminin ve yüce insani yeteneklerin ifadesi olan sanatın böylesine
hayvani hevesler uğruna kullanılması her şeyden önce sanata karşı yapılan bir
haksızlık olacaktır.

Bu bağlamda Sanatın Batı’daki bu günkü halini bir sanatsal dönüşüm şeklinde
değerlendirerek, çağa özgü bir gerçeklik tasarımıyla ele alarak yaklaşacak olsak bile,
insana dair bu gerçeklik tasarımının erkekle kadının cinsel ilişkilerinin bir bardak su
içmek haddinde bayağılaşmasıyla başlamıştır. Milyarlarca para, milyonlarca kişinin
en değerli sermayeleri olan zamanları ve fikri çabalar sanat adına insandaki cinsel
duygu ve istekleri alevlendirmek yolunda harcanmaktadır; sanat adına nice film,
fotoğraf, roman vb. çalışmalar bu sahada hizmete alınmış durumdadır. Biri çıkıp da
bunlara: “Cinsel istek ve güç zaten insanda yaratılış itibariyle olması gerektiği kadar
güçlü bir halde bulunmaktadır.” Ve bu ilahi oranlamanın sanat ta dâhil başka hiçbir                                                                                       dış ivmeyle güçlendirilmesine gerek yoktur; bunu takviye etmeye çalışmak biraz da
Nietzsche’vari bir ayrımla Herodiyan ve Diyonisan taraflara yönelen ayrımda
Diyonisan bir eğilim takınarak hem sanatı hem de insanı normal çığırından çıkarıp
insanın cinsel çılgınlığa sürüklenmesine neden olacaktır…

Bu da herhangi bir ağrı için karılmış bir ilacın ancak hem o karışımı hem de tedavi
etmek üzere hazırlandığı rahatsızlığın odağındaki insanı bilenlerin denetiminde çeşitli
tahlil ve kontrollerden geçtikten sonra üretilip satılmasına müsaade edilmesine
benzer biçimde bir sanatsal algı alanı açar ki, işte sanatın da insanında tartışılması
ancak bu alandan devşirilen ölçütlerle mümkün olacaktır..
Aksi halde kutsala dair ve kutsalın aleyhine bir kısıtlamaya girişilerek bir yeni kutsal
dizayn etmek ve elde edilen bu seküler/kutsal dizaynın ölçütleriyle insan
özgürleşmesinin bir gereği olarak ‘ham’ bir özgürlük elde etmeye çalışmak ve bu
eylemin haklılığını savunan bütün girişimlerin insanı ilgilendiren konular olarak kabul
edilmesine rağmen kutsalın hakkını savunma yolunda daha ne kadar arsızlaşacak ve
arsızlaştıracaksınız demek isteyenlere de kendi üretimleri olan bir insan-sanat ve ruh
ketleşmesiyle karşı durmak ne kadar sanatkar olması bir yana ne kadar insani
olacaktır.

Sanatsal bağlamda İnanç ve ifade özgürlüğünün önemini kabul etmekle beraber,
sadece insanın ölçüleriyle konumlandırılan ve gündeliğin getirileriyle bulandırılan her
şeyi sanat olarak kabul etmenin bir başka açıdan da hem uğruna sanat üretildiği
iddiasında bulunulan ‘insan’ın derin anlamına hem de insan ve kutsal bağlamındaki
rasyonel ve manevi hayat hakkının dehanın yanardağından fışkırtılan lavlarla yakılıp
küle çevrilmesine izin vermek demek olacağını unutmamak