Ahmet Rauf AKAY
Punto:
Dinle
Kimsenin kendini güvende hissetmediği bir ülkede hiç bir sorun çözülmez. Şu sıralar en çok pandemiyi konuşuyoruz. İnsanlık bu salgına mağlup oldu, şimdiye kadar alınan hiç bir tedbir yayılmayı durduramadı.
Önümüzdeki günlerde ilk aşılar denenecek, bu aşılardan biri, belki de en etkili görüneni Almanya'da iki Türk'ün bulduğu aşı. Önümüzdeki hafta dağıtıma çıkacak aşı hem Almanya'ya, hem de aşıyı bulanlara büyük paralar kazandıracak.
Şimdi sormak lazım bu insanlar niçin burada değil de Almanya'dalar?
Nobel kazanan Aziz Sancar da yurt dışında yaşayan değerlerimizden.
Niye burada değiller, çünkü burada hukuk güvenliği yok, bilimsel araştırmalar için gerekli özgür ortam yok. Siyasi hava her gün yeni düşmanlar üretebiliyor. Bugün muteber olanın yarın mücrim olmayacağının garantisi yok. Bu dediklerimin teyidi için şu son elli yıla bakmak kafi, kimler düşman ilan edilmedi ki? Ülkücüler, solcular, dindarlar, ulusalcılar şunlar bunlar. Geriye kimse kaldı mı? Hayır! Bir ülke düşünün ki, neredeyse düşman ilan etmediği toplumsal kategori kalmamış, bu durumda insanlar yarınına nasıl güvenle bakabilir?
Bu noktaya gelişimizin bir çok sebebi var. Suçu, insanların eylemlerinde değil, fikirlerinde, düşüncelerinde, mensubiyetlerinde arıyoruz. Düşman ilan edilmek için suç işlemiş olmanıza gerek yok, siyasi iktidarın istemediği bir düşünceye veya mensubiyete sahip olmak yetiyor.
Bir ülkeyi ileri götüren, -yetişmiş kadroları,- bir başka ifadeyle nitelikli insan sermayesidir. Bu sadece bugünün sorunu değil, neredeyse demokrasi tarihimizin tamamının en belirgin rengi. Siyasi rekabette en çok hain kavramının kullanılması da bu gelenekselleşmiş hastalıktan kaynaklanıyor.
Her ülkede suç işleyenler vardır. Yargının görevi bunları toplumdan ayıklamaktır. Modern hukuk sistemleri eyleme dönüşmemiş, soyut fikirlerle ilgilenmez. Şiddet teşvikçiliği olmadığı müddetçe her fikre kendini ifade hürriyeti tanır. AİHM kararları da bu yöndedir. İfade özgürlüğünün olmadığı yerde çözüm de olmaz. Sorunlarını çözen toplumlar konuşan toplumlardır. Bizde çoğu zaman konuşmak bile büyük bir suçtur. Toplumlar konuşamadıkları zaman çatlar, dağılırlar.
Bilim, bir düşünce ameliyesi ve onu özgürce ifade edebilmenin sonucudur. Yetişmiş kadrolar o özgürlüğü bulamadıkları için buradan kaçıyorlar.Çünkü vur deyince öldürüyoruz. Düşman denilince içine husumet duyduğumuz herkesi koymak için çırpınıp duruyoruz.Her gün oyunun kurallarını değiştirip, hukuk istikrarını yok ediyoruz. Böyle, böyle otoriterleşmeye, toplumda çatlaklar oluşturmaya zemin hazırlıyoruz.
Bir Hindistan Başbakanının, "biz doktoralı kadrolarımızla övünüyoruz, onlar sayesinde bu noktaya geldik şeklindeki" sözleri bu gerçeğin ifadesidir. Satılan fabrikalara, kaybedilen ekonomik değerlere ağlıyoruz. Ama kaybedilen insan sermayemiz hiç aklımıza bile gelmiyor. Oysa asıl kayıp, bu ülkeye katma değer katacak insan sermayemizi küstürerek, korkutarak, özgürce düşünme ve üretme kanallarını tıkayarak, kaçırmamızdır. Ülkeler, üreten, keşfeden, icat eden insanlarla büyür.Büyük düşünürler, büyük sanatçılar herkesin herkese düşmanca baktığı, herkesin herkesi susturmaya çalıştığı bir iklimde yetişmez. Günümüzde geri kalan ülkelerin aynı zamanda -büyük adam- kıtlığı çeken ülkeler olması boşuna değildir. Ya demokrat, özgürlükçü, hukukla bağlı bir ülke olacağız, yahut o hain, bu satılmış diyerek enerjimizi birbirimizi yiyerek tüketip, amatör lige düşmüş bir ülke olacağız. Bu siyaset, büyük ülke siyaseti değildir.