‘Âilî inkılâb’ Mehmed Âkif’in Safahat’ının 3. kitabı olan Hakkın Sesleri’nde geçen bir kavramdır. Bunu ‘âile inkılâbı’ veyahut da ‘âile devrimi’ şeklinde ifade edebiliriz.
‘Âilî inkılâb’ Mehmed Âkif’in Safahat’ının 3. kitabı olan Hakkın Sesleri’nde geçen bir kavramdır. Bunu ‘âile inkılâbı’ veyahut da ‘âile devrimi’ şeklinde ifade edebiliriz. Şair, Balkan Savaşı hezimetinin bunaltıcı psikolojisi içinde, Kur’an-ı Kerim’den seçtiği bazı âyetlerin serbest tefsiri mahiyetinde şiirler yazmıştır. Bu şiirler başlıksızdır. ‘Âilî inkılâb’ ifadesi ‘Bir yığın kundakçıdan yangın görenler milleti’ mısraı ile başlayan şiirde yer almaktadır. Bu şiirin başında Bakara Sûresi’nin 11-12 âyetlerine ve tercümesine yer verilmiştir. “Onlara: ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın’ denildiği zaman ‘biz ıslahtan başka şey yapmıyoruz’ derler. Gözünü aç, iyi bil ki: Onlar yok mu, asıl müfsid onlardır, lâkin farkında değiller.”
45 mısralık şiirin 21 mısraında şair sözü âileye getirir:
Biz ki her mevcudu yıktık gâyesiz bir fikr ile; Yıkmadık bir şey bıraktık… Sâde bir şey: Âile. Hangi bir bünyânı mahvettik de ıslâh eyledik? İşte vîran memleket! Her yer delik, her yer deşik! Bunların ta’miri kabil… Olsa ciddiyet, sebat: Lâkin Allah etmesin, bir düşse şâyet âilât, En kavî kollarla hattâ kalkamaz imkânı yok. Kim ki kalkar der; onun hayvan kadar iz’anı yok! ‘Âilî bir inkılâb olsun!’ diyen me’yûs olur; Başka hiçbir şey kazanmaz, sade bir deyyus olur. Çünkü “çıplak” inkılâbatın rezalettir sonu… Ey denî kundakçılar, biz sizde çok gördük onu!
‘1913: yıkılmadık tek şey: âile
Şiirin altında 22 Mayıs 1913 tarihi vardır. Yaklaşık 110 yıllık bir metinle karşı karşıyayız. Âkif’in şiddetle karşı çıktığı “âile inkılâbı”nın Türkiye’nin batıcı, pozitivist elitinin, ‘aydınlarının’ bir fikri, ideali veya projesi olduğunu söyleyebiliriz.
Biz her türlü mevcudu gâyesiz bir fikir ile yıktık. Bir tek yıkmadığımız âile kaldı. Şair, “hangi yapıyı mahvettik de ıslah ettik?” sorusunu sorar. İşte memleket virandır, her yer delik deşiktir. Yine de ciddiyet, sebat olsa bunların tamiri mümkündür. Yani bu şekildeki hasarlar telafi edilebilir. Bunların maddî yıkımlar olduğunu düşünebiliriz. Türkiye’nin o günden bugüne maddî hasarlarını beli ölçüde giderdiği söylenebilir. Buna karşılık mânevî hasarlar konusunda iyimser olmak güçtür.
Mehmed Âkif, âilenin düşmesinin büyük bir felakete yol açacağını, en güçlü kolların bile onu düştüğü yerden kaldıramayacağını söyler. Şairin üslûbu gittikçe sertleşir: Kim ki âile düştüğü yerden kalkar der; onun hayvan kadar iz’anı yokdur.
Âile inkılâbı olsun diyenlerin böyle bir inkılâptan ellerine bir şey geçmez. Şair ağzını bozar: Bunların sadece “deyyus” olacağını söyler. Deyyus kelimesi düpedüz bir hakaret sözüdür.
Âkif, devrinde “âile inkılâbı” teranesi tutturanların, hatta bunu olmazsa olmaz sayanların varlığından haberdar olmalıdır ki, sözünü şöyle tamamlar.
Çünkü ‘çıplak’ inkılâbatın rezalettir sonu…
Ey denî kundakçılar, biz sizde çok gördük onu! Çıplak inkılapların sonu rezalettir, ey alçak kundakçılar biz o rezaleti sizde onu çok gördük! Mehmed Âkif 110 yıl önceden bugüne mesaj veriyor. Milletin muztarip evladı, gidişattan varılacak noktayı kestiriyor ve Türkiye’nin geleceğine yön veren pozitivist-laikçi aydınların kadın ve âile konusundaki yanlış düşüncelerini sert şekilde eleştiriyor.
Âile toplumun temeli mi?
Toplumun temeli âile; Anayasa’da böyle yazıyor. Fakat Cumhuriyet’in bir sosyal mühendislik projesi var. Bunu “kadınlar üzerinden modernlik” şeklinde formüle etmek mümkündür! Devletin temel metinlerine ‘âile toplumun temeli’dir diye yazanlar, kadınları modern hayata herhangi bir çerçeve çizmeden, bir norm-değer ortaya koymadan zorluyorlar. Bu Âkif’in sözünü ettiği âile inkılâbından başka bir şey değildir.
Cumhuriyetin 100. yılına yaklaşırken kadınlar üzerinden modernleşmenin sonuna geldiğimiz görülebiliyor. Âkif’in 110 yıl önce söyledikleri zamanımızın gerçeği oldu.
Batı emperyalizmi Müslüman toplumları azınlıkları kullanarak parçaladı. Bu azınlıkçı parçalama siyasetinin ikinci kademesi kadınların sahneye sürülmesidir. Onların dışarıdan yapmak istediklerini bir süre sonra Türkiye’yi yöneten pozitivist elit içeriden, inkılap iddiasıyla yaptı.
- • Kadını her hâl ü kârda evinden çıkarmak,
- • Mahremiyet kavramını hayattan kovmak,
- • Tesettürü men etmek,
- • Çıplaklığı-teşhirciliği özendirmek,
- • Bunun için plaj kültürünü yerleştirmeyi mesele edinmek,
- • Güzellik yarışmaları düzenlemek vb. işlere girişildi…
Velhasıl kadınlar kullanılarak toplumun bünyesi sarsıldı.
Erkeğin âile dışına zorlanması fantezidir. Kadının âile dışına zorlanması ise faciadır. Âkif’in tarif ettiği modernleşmeciler, kadının âile dışına çıkarılması sağlanmadan kendi modernlik projelerinin tam olarak gerçekleştirilemeyeceğini bilirler.
Kızı baba ocağıdan koparmak
Türkiye’de bu anlamda modernliğin zemini son yıllarda hayli genişledi. Bilhassa yükseköğretimin yaygınlaşması, daha fazla genç kızı baba ocağından, âileden koparıyor. Gençlerin içine düştükleri yeni sosyal muhit norm-değer çerçevesi olmayan bir çevre. İnsanları ahlâkiliğe yönelten mekanizmalar yok.
Yeni dünya sistemi insanlığı âilesizliğe zorluyor. Âile dışına düşürülen insan tekleri sorumluluğun da dışına düşüyor. Kendi, ben, teklik… insan tarifinin kapsamı dışına çıkıyor. Şunu unutmayalım: İnsan tek başın insan değildir!
Şiddetin dozunu medya yükseltiyor
Son yıllarda kadınlar üzerinden yürütülen propaganda mekanizması her şeyin önüne geçti. Kadınlar âilenin dışına zorlandıkça şiddet yükseldi, kadın cinayetleri arttı. Medya cihazı bu tür vak’aları köpürterek şiddetin dozunun yükselmesine sebep oluyor.
Kadın cinayetleri ekseriya ‘âile içi şiddet’ olarak sunuluyor. Ya âile dışındaki katledilen kadınları ne yapacağız? Bunların sayısı sürekli artıyor. Burada meşruluk çizgisinin dışına çıkmanın rolü ihmal edilemez. Meşruluk kavramı bilhassa mühimdir. Bazı şeyler “yasal”dır, yani kanun tarafından men edilmemiştir, fakat meşru değildir. Meşruluk ilahî bir çerçeveyi, hadleri bize hatırlatıyor. İlahî ölçü kadın ve erkeğin meşru beraberliğini tanzim ediyor. Bu meşruluk ihlal edilirse neler olabileceğini, nasıl felaketlerle karşılaşacağımızı ayan beyan görüyoruz.
Bugün topluma olağanmış gibi gösterilen ilişkiler, bu ilişkilerle ilgili sıfatlar (sevgili, erkek arkadaş vs.) meşruluğun tamamen dışında. Meşruiyet çizgisinin dışına çıkmanın olağan karşılanması felaketlere, fecaatlere yol açıyor.
Bu koşu âilenin sonunu getirecek
- • Âileyi sürdürülebilir kılan annelik temel bir değer olarak görülmüyor.
- • Kadınlar fıtratın dışına zorlanıyor.
- • Mahremiyet kavramı kadın üzerinden anlamsızlaştırılıyor.
- • Evlenmek, anne olmak, çocuklarını yetiştirmek artık özendirilen bir şey değil.
- • Çocuktan uzaklaştırılan kadınlar şefkat hislerini kediyle, köpekle tatmine çalışıyor.
- • Kız çocukları anne olmak için değil, kariyer sahibi olmak için yetiştiriliyor.
Kadınların öz evladı artık “kariyer”! Kadının çocuğu olmuşsa, o üvey evlat muamelesine tâbi tutuluyor. Onlar bakımevlerine, kreşlere, anaokullarına bırakılıyor; bakıcılara teslim ediliyor, kariyere koşuluyor. Bu koşu âilenin sonunu getirecek.
Ev, âile, eş, çocuk ve iş-çalışma dengesi kurulamazsa varılacak yer Âkif’in işaret ettiği yerdir! Sosyal hayatımızdaki son yıllarda, hem de “muhafazakâr” iktidar döneminde hızlanan değişme Âkif’in tahminini bile aşmış olmalıdır.