Piyasalar

İktidar muhalefet, imkanlar sınırlar

Punto:

Erken veya zamanında, Türkiye dolu dizgin seçime gidiyor. Kamuoyu araştırmaları muhalefeti önde göstermesine rağmen hiçbir şey garanti değil. Gündemin çok sık değiştiği, provokasyonlara açık ülkelerde dengelerin her an değişmesi mümkün. 7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimetle çıkan iktidarın bundan sadece 5 ay sonra 1 Kasım seçimlerinde oy oranını nasıl yükselttiği, buna hangi saiklerin neden olduğu hatırlardadır. İktidarın da muhalefetin de kendine göre avantaj ve dezavantajları var. Bu yazımda bunu ifade etmek istiyorum.

-Saray iktidarı gittikçe oy kaybediyor. Bunun birçok nedeni var. En başta yükselen enflasyon ve hayat pahalılığı... Ekonomik krizden toplumun bütün kesimleri, en çok da dar gelirliler etkilendi. İktidardaki düşüş ekonomik krizle orantılı ilerliyor. Ufukta ekonominin düzeleceğine dair bir belirti yok. Bu, erimenin devam edeceği anlamına geliyor. Toplum başarı kriterini genelde ekonomi üzerinden yapıyor.Ay sonunu getirebiliyor, karnını doyurabiliyorsa öteki unsurlara çok bakmadan notunu yüksek tutuyor. Ekonomi iyi değilse diğer alanlardaki başarı vatandaşın notunu değiştirmiyor.

-İktidarla ilgili diğer şikayetler ise hukuk güvenliğinin ortadan kalkması, otoriterleşme, devletin şahsileştirilmesi ve işe alımlarda liyakatin yerini yandaşlığın alması.Mahkemelerin AYM ve AİHM kararlarını uygulamaması, tahliye olan tutukluların iktidarın tepkileri sonrası tekrar tutuklanmaları, hoşa gitmeyen kararlar veren yargıçların sürülmesi, ağır suçlamalara muhatap olan bakanların, bürokratların göreve devam etmesi, yargının emir-komuta ile çalıştığı intibaını veren uygulamalar,sığınmacı sorunu, yaygın rüşvet ve yolsuzluk iddiaları... Bunlar en çok yakınılan konuların başında geliyor. Demokrasi ve hukuktan uzaklaşma ekonomik krizin de sebeplerinden biri. Ekonomik kalkınmada yabancı sermayenin önemi biliniyor.2010'a kadar Türkiye büyük oranda yabancı sermaye çekti. 2010'dan sonra hukuk ve demokrasideki azalmayla paralel olarak yabancı sermaye girişi de azaldı. Sermaye, hukuk güvenliğinin olduğu, denge ve denetleme mekanizmalarının iyi çalıştığı yere gider, her şeyin bir kişinin iki dudağı arasında olduğu, kararlarının -nas- sayılarak hukukun önüne geçtiği bir yere gitmez. Onun için ekonominin düzelmesi adalet ve demokrasinin avdet etmesine bağlı, bu yönde de herhangi bir düzelme emaresi görünmüyor.

İktidar blokunun bir başka dezavantajı da bir ittifak gibi değil, tek parti gibi hareket etmesi. Bugün artık bir AKP ve MHP'den bahsetmek çok zor, tek bir parti, Cumhur partisi var. Bazıları bunu avantaj olarak görebilir,ama gerçekte avantaj değil.Çünkü her parti farklı toplum kesimlerine hitap ediyor, her birinin etki alanı farklı. Tek parti gibi olmak bu alanın daralması anlamına gelir. Cumhur partisi bugün ne tam AKP tabanını tatmin edebiliyor ne MHP tabanını. Bu ciddi bir handikap. İnsicam veya tek seslilik her zaman partileri büyütmüyor, bazen dar bir alana hapsederek hedef kitlesini küçültebiliyor. Mesela Cumhur İttifakı ile birlikte AKP bir kısım Kürt kökenli vatandaşlarımızın, MHP ise, AKP'nin anti milliyetçi tutumundan rahatsız olan bir kısım milliyetçi oyları kaybetti. Bir parti gibi olduklarından ne AKP tam kendisi gibi olabiliyor, ne de MHP seçmeninin kendisinden beklediği politikaları güdebiliyor.

-Bir diğer dezavantaj, partili Cumhurbaşkanlığı sistemidir. Bu sistem halkı değil, sadece sistemin başındaki kişiyi koruyor. Hukuku atlamaya, keyfiliğe izin veriyor. Bir kişinin iradesini 84 milyonun iradesinin üstüne çıkarıyor. Ülkenin birliğini temsil etmesi gereken bir makamı bir partinin temsilcisi ve siyasi mücadelenin tarafı haline getiriyor. Halkın tamamında sahiplik duygusu uyandırmıyor. CB makamı, devleti temsil ettiğinden partili yanıyla devleti kendi vatandaşına karşı taraf haline getiriyor. Ülkeyi uçurma, şaha kaldırma vaatlerinin hepsinin boş olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Üç buçuk yıl içinde sistem hiç bir alanda iyileştirme sağlayamadı.Sistemin doğru uygulandığı ülkelerde, başkan sadece yürütmenin başı iken Erdoğan uygulamasında yürütmenin, yasamanın, yargının, TSK'nın, Merkez bankasının kısacası başı olan her şeyin başı olarak kabul ediliyor.Demokrasi seçim kazanmaya indirgendiğinden seçimi kazanan her şeyi kazanmış olur mantığı ile hareket ediliyor.Siyasetin hukuk yerine kişiye endekslenmesi, bürokrasiyi devletin adamı olmak yerine tek adamın adamı olmaya yöneltti. Netice; başkanlık sistemi değil, bir nevi seçilmiş krallık, milletin devleti değil, şahsımın devleti oldu.

CB Erdoğan'ın geçmişte müthiş bir performansı vardı, bir günde birkaç miting yapabiliyor, ülkeyi karış karış gezebiliyordu. Rakipleri bu baş döndürücü hıza yetişemiyordu. Kılıçdaroğlu, onun hedef kitlesine hitap edemiyor, Bahçeli ise herhangi bir aksiyon gösteremiyordu. Bugün şartlar çok değişti, Erdoğan eskisi kadar gezemiyor, kontrol altında tuttuğu büyük medya gücüyle kitleleri etkilemeye çalışıyor. Ancak özellikle ekonomide düzelme, sıçrama olacağına dair verilen sözlerin boş çıkması Erdoğan'ın inandırıcılığına büyük darbe vurdu. İnandırıcılığını yitiren liderler süratle oy tabanlarını da yitirirler. Hala belli bir kitle desteğini muhafaza etmesi belkilerle ilgilidir. Belki düzelir beklentisi bir kısım seçmeni yerinde tutuyor, ama her belkinin umut kadar umutsuzluğu da içinde taşıdığı unutulmamalıdır.

Her sıkışıklıkta dinin kullanılması başlarda dindarlık olarak algılanan bu tavrın zamanla istismar olarak algılanmasına yol açtı. Eleştirilerin dinle boğulmaya çalışılması bu algıyı derinleştirdi.AKP giderek bir silah olarak kullandığı bu imkanı kaybetti. Son faiz politikasına nas kılıfı giydirmenin yarattığı tepki bu silahın ters tepmeye başladığını gösterdi.

İktidarın avantajlı olduğu alanlar da var. Bir defa büyük bir medya blokunu kontrol ediyor. Manipülatif yayınlarla halkı etkileme imkanını koruyor. Günümüzde her türlü sosyal mühendislik medya üzerinden yapılıyor. İktidar hala bu gücün tek sahibi.

Saray, toplumsal tabanını kaybettikçe devlette güçlendi. FETÖ tasfiyesi, iktidara kadrolaşmak, militanlarını devlete yerleştirmek için büyük bir alan açtı. Devlet, bütün mekanizmalarıyla mevcut yönetime çalışıyor. Seçim yaklaştıkça bu güç ve imkânı kullanarak kararsız seçmenlerin bir kısmını etkilemek mümkün. Bu devasa güç ve organize mekanizma ile provakatif eylemlere girişmek de mümkün. Bunlardan biri sokağı hareketlendirerek toplumda kaos ve istikrarsızlık endişesi yaratmaktır. 7 Haziran seçimleri ile 1 Kasım seçimleri arasında değişen seçmen tercihlerinin en önemli nedeni patlayan bombalardı. Bununla o bombaların iktidarla bir ilişkisi olduğunu elbette iddia etmiyorum. Ama bu iktidarı kendileri açısından yararlı bulanlar bu yola baş vurabilirler. Bunun da mümkün olduğunu bilmek gerekir.

MUHALEFETİN İMKANLARI,SINIRLARI

Muhalefet son yirmi yılın en avantajlı dönemini yaşıyor; şartlar adeta muhalefeti itekleyerek, iktidara mecbur ediyor. Muhalefetin tek yapması gereken şey yelkenlerini doğru açmak, rüzgarı arkasına alabilmektir.Giderek derinleşen ekonomik kriz, yargının siyasallaşması, kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine geçilmesi,inat ve kibir siyaseti,rüşvet ve iltimas iddiaları,iktidar blokunu temsil eden parti liderlerinin birer öfke seansına dönen konuşmaları, dinin ikbal ve kazanç aracı haline getirilmesi, ehil olmayan kadroların iş başına getirilmesi, bakan ve bürokratlarla ilgili iddiaların takipsiz bırakılıp geçiştirilmesi, hukuktan, demokrasiden uzaklaşılması, sığınmacı sorunu, dış politikada yapılan yanlışlar, anti demokratik uygulamalar gibi konular muhalefete geniş bir siyaset alanı açıyor.Muhalefet için susarken bile büyüme imkanı sunan siyasal ve toplumsal şartlar var. Bütün mesele, muhalefetin toplumun öncelik ve beklentilerine göre politik bir dil tutturması ve daha iyi bir Türkiye'ye kitleleri inandırmasıdır.

Muhalefetin iktidar blokunun aksine tek parti gibi davranmaması da bir avantajdır. İYİ parti kendi siyasetini, CHP kendi siyasetini yapıyor. Her parti önce kendi önceliklerini dile getiriyor. Bu da farklı kitlelere ulaşma, onları etkileme imanı veriyor. CHP, HDP dahil tüm partilerle görüşebiliyor, İYİ parti ise HDP siyasetine daha mesafeli. CHP klasik sol seçmenine merkez seçmeni ilave etmeye çalışırken, İYİ parti milliyetçi, demokrat, muhafazakar, Atatürkçü, hatta sosyal demokrat kitlelere hitap edebiliyor. İki partinin hitap ettiği seçmen tabanı neredeyse toplumun yüzde 70-80'lik kesimini teşkil ediyor.Partilerin birbirinden bağımsız siyaset izlemeleri onlara geniş bir alanda siyaset yapma imkanı sunuyor.Bu partilerin dışında SP ile DP'nin aynı çatı altında olması muhafazakar seçmenle, merkez sağ seçmen arasında köprüler kurmayı kolaylaştırıyor.SP'nin bu tarafta olması Erdoğan'ın siyasetini üzerine oturtmak istediği biz/onlar, Müslüman/kafir, İYİ partinin bu tarafta olması milli/gayri milli zeminini çürütüyor.

Muhalefet blokunun büyüme, yeni ortaklar kazanma ihtimali varken, iktidarın böyle bir şansı yok.Bu bloka GP ile DEVA'nın katılma ihtimali Erdoğan'ın İYİ Parti ile CHP'ye kapatmaya çalıştığı kitlesinin kapılarını açacak.İki parti de en çok AKP tabanını etkiliyor.Erdoğan'ın eski arkadaşlarını CHP ve İYİ partiye yaptığı gibi kolayca suçlaması mümkün değil. Bu da ciddi bir avantaj.

Öte yandan geçmişte Erdoğan seçim çalışmalarında açık ara önde idi. Seçim süreci boyunca Türkiye'yi baştan başa dolaşıyor, muhalefet onun hızına bir türlü yetişemiyordu. Bugün şartlar değişti, muhalefet bir kaç koldan Türkiye'yi adım adım dolaşıyor.Tembel muhalefet dönemi gerilerde kaldı. Sadece İYİ Parti lideri Akşener bile Erdoğan'dan daha fazla il-ilçe gezisi yaptı. Muhalif liderlerin neredeyse tamamı sahada. Bu da medya ambargosunu aşamayan muhalefete büyük avantaj sağlıyor.

Başkanlık sisteminin 4 yıl dolmadan tıkanması başka bir avantaj. Sistem değişikliğinde verilen hiç bir söz tutulamadı.Yargı işlemiyor, işe alımlarda yapılan adaletsizlikler, ihalelerin hep aynı firmalara verilmesi, toplum vicdanında derin yaralar açıyor. Adalet, demokrasi, iş, ekmek, huzur vaat edebilen bir muhalefetin açık ara ipi göğüslememesi için hiç bir sebep yok.

Muhalefetin dezavantajları da var.En başta erken zafer duygusunun yaratacağı tembellik, ve söylem değişikliği.Siyasette kesin diye bir şey yoktur. Sandıklar açılmadan hiç bir tahmin gerçeği ifade etmez. Kazanacağız demek doğru bir taktik, kazandık demek yanlış bir taktiktir. Biri güce göre hareket edenleri bu tarafa çeker, öteki rehavete ve kazanmış gibi hareket etmeye neden olur. Nitekim muhalif bazı yazar veya siyasetçinin şimdiden mahkeme kurup, yargılama yapmaya başlaması bunun göstergesidir. Nasıl olsa kazandık diyerek fol yok yumurta yokken yargılama yapmak toplumu korkutur,ucu bana da dokunur diye düşünen herkesi karşı tarafa iter. Yargılamak siyasetçilerin işi değil, mahkemelerin işidir. Siyasetçiye düşen biz değil, soracaksa yargı hesap sorar demek ve yargıyı bağımsızlaştırma vaadinde bulunmaktır.

Çok vaat inandırıcılık sorununa neden olur. Muhalefetin bileşenlerinden Kılıçdaroğlu partisini eski saplantılarından kurtarmaya çalışarak büyük bir iş yapıyor.Ancak aşırı vaatçilik ile de inandırıcılığını kaybediyor. Her şeyi yaparım demek bazen hiç bir şey yapamam anlamına gelir.İş arayanların ne iş olsa yaparım beyanı neyse her konuda vaat vermek de odur. Muhalefet liderleri dikkat ve himmetlerini toplumun önceliklerine göre tanzim ettikleri ölçüde başarılı olurlar. Çok farklı alanlara dalmak propagandanın etkisini azaltır.Toplumun öncelikleri bellidir; ekonomi, adaletsizlik, mülteciler,başkanlık sistemi ve yolsuzluk iddiaları. Propagandanın başarısı belli konulara odaklanılmasına bağlıdır. Konular dağıldıkça başarı şansı azalır. Muhalefet hala bir öncelikler stratejisi oluşturamadı.Sayın Akşener bu konuda daha planlı hareket edebiliyor. İl gezilerinde vatandaşı konuşturarak işsizliği, ekonomik krizi, adaletsizliği birinci ağızlardan dile getirerek eleştirilerini toplumun öncelikleri ile sınırlı tutarak daha etkili olabiliyor.

Bir başka sorun, CB adaylığı meselesidir. Erdoğan karşısında biz ve onlar ayrımını yapabileceği bir rakip ister.Siyasal İslam için en uygun aday, siyasal İslam'ın bizden değil diyebileceği bir adaydır.Din düşmanı diyebileceği bir parti, din düşmanı diyebileceği bir aday Erdoğan için en uygun adaydır. Muhalefet içinde böyle bir parti de, böyle bir aday da yok. Ancak Erdoğan'ın rahatlıkla istismar edebileceği isimler var. Önüne geleni FETÖ'cü, terörist, HDP/PKK işbirlikçisi olarak niteleyebilen bir parti ve lider var. Muhalefetin başarısı çıkaracağı adayın istismara açık olmamasına bağlıdır. Yanlış hesap her şeyi alt üst edebilir.

İktidar bloku toplu bir çözülmeyi devlet imkanları ve kontrol ettiği medya ile önlüyor. Ulufe ve propaganda. Muhalefetin böyle bir imkanı yok.Halk Tv, KRT gibi televizyonlar dar bir çevreye hitap ediyor. Fox Tv eski tadında değil. 7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimetle çıkan iktidarın bundan 5 ay sonra 1 Kasım seçimlerinde oy oranını nasıl yükselttiği, buna hangi saiklerin neden olduğu hatırlardadır. Vatandaş her gün onlarca medya organının tek taraflı yayınına maruz kalıyor. İçeride fakirleştikçe dışarıda memleketin uçtuğunu sanıyor. Dünyanın sefalet, Türkiye'nin bolluk için olduğuna inandırılıyor. Kendi sefaletini, yoksulluğunu bile algılayamaz hale getiriliyor. Muhalefetin bu kesimleri etkilemesi için büyük çaplı mitinglerle, il ilçe gezileri yapmaktan başka şansı yok. Bu da hem zamanın tasarruflu kullanılmasını engelliyor, hem de medyanın ulaşabildiği kadar geniş bir alana ulaşama imkanı vermiyor.

Muhalefet halkta büyümesine rağmen devlette küçülüyor.Seçim dönemlerinde provokasyonları önleyebilecek araçlara sahip değil.Vatandaşa büyük maddi imkanlar sunma imkanı yok.Bu, sadece ekonomi üzerinde muhalefet yapmanın seçim dönemlerinde kullanılan devlet imkanları ile çökebileceği anlamına gelir.Onun için bu ihtimal hesaba katılarak bir kaç başlık üzerinden muhalefet yapılması gerekiyor.

Son yirmi yılda(Suriye ve PKK hariç) Türkiye savaşa girmedi.Ama kutuplaştırma siyaseti toplumu savaş yorgun haline getirdi.Muhalefet bugüne kadar çatışmacı bir dil kullanmadı.İktidarın kitlesini muhalefetin telkinine kapatmak için kullandığı ayrıştırıcı dile uymadı. Ama erken başarı duygusuyla zaman zaman dilini sertleştirenler de oldu. Kontrol edilemeyen kesimlerin ortamı sertleştirerek iktidara malzeme sunma ihtimali de başka bir handikap.Saray politika üretme kapasitesini kaybetti, ama kriz ve kaos üretme kapasitesi var. Bunu önleme kapasitesinin olmaması muhalefetin zaaflarından biri.

İktidar bloku başarı için hiç bir sınır tanımıyor, hukuku çiğneyebiliyor, yalan söyleyebiliyor. Tehdit, şantaj, parmak sallama, hapishaneyi gösterme, yargıyı tehdit aracı olarak kullanma bunlardan bazıları. Hukukla bağlı olmamak iktidar blokuna geniş bir hareket alanı sunuyor. Muhalefet ise yasaların ağına takılma, tuzağa düşme korkusu ile daha temkinli ve sınırlı hareket etmek zorunda kalıyor. Bu hassasiyet bazen politikalarına korkunun yön vermesine neden oluyor. Korkunun yönetimi altına girmek, politikasızlık ve hep savunmada kalmaktır. Bu da bir parti için intihardır. AKP'li belediyelerde her dolap çevrilirken, İstanbul belediyesinin teftişe alınması hukukun hukuksuzluk için kullanılmasının son örneklerinden biridir. Muhalefetin yargıyı sopa gibi kullanan iktidar karşısında bu tuzağa düşmesi her an mümkün. Bu da başka bir dezavantaj.

Bütün bu imkan ve zaaflar birlikte düşünüldüğünde büyük bir hata yapılmadığı, doğru bir adayda karar kılındığı takdirde muhalefetin önümüzdeki seçimi açık ara almaması için hiç bir sebep yok.Şartlar muhalefeti başarıya, iktidarı yenilgiye zorluyor. Kale boş değil ama, kaleci de artık eski formunda değil