Tahsin BULUT
Punto:
Dinle
Bugünlerde birçok kişinin, hatta birçok siyasetçinin ağzından 'hiçbir şey eskisi gibi olmayacak' şeklindeki klişe sözü sık duyuyoruz.
Bu sözü kullananların, neyi kastettiklerini, salgın sonrası nelerin nasıl olacağı konusundaki düşüncelerini,sözün içini doldurmadıkları için bilmiyoruz.
Sözlerimin başında hemen şunu söyleyebilirim.
Ben gelecekle ilgili çok iyimser değilim. Bunun iki nedeni var. Birincisi salgın hastalıkların ve büyük küresel krizlerin tarihine baktığımızda, krizler sonrasında daha büyük krizlere evrildiğimizi görüyoruz. İkincisi ise, insan denilen varlığın unutma ile malul olması ve hırslarına, arzularına, yıkıcı tutumlarına fütursuzca geri dönmesi.
Nasıl olmalı?
'Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak' şeklinde klişe bir sözün yerine, salgın sonrası dünyada ve ülkemizde neler, nasıl olmalı, bu yazımda onlardan bahsedeceğim.
Covid-19 salgını sonrası, 'Büyük Buhran' diye adlandırılan 1929 dünya ekonomik krizinden belki de daha ağır bir ekonomik kriz bekliyor hepimizi. Birçok ekonomistin anlattıklarından bunu anlıyoruz.
1929 krizi sonrası, demokrasiler gerilemiş, krizden en çok etkilenen Almanya Hitler faşizmine sürüklenmiş ve milyonlarca insanın öldüğü, büyük insanlık trajedilerinin yaşandığı İkinci Dünya Savaşı'na giden yol açılmıştı.
Şüphesiz bugünkü dünya, bu deneyimleri yaşamış ve ağır bedeller ödemiş bir dünya. Ancak otoriter liderliklerin itibar gördüğü, özgürlüklerin kısıtlandığı, devlet idarecilerinin mafya ile işbirliği içine girdiği bir yönetim tarzının, giderek dünyayı etkilediği de bir gerçek.
Dünyadaki mevcut durum
Bunca demokrasi deneyine rağmen, merkeziyetçi yönetim anlayışının giderek güçlendiği bir dönemdeyiz. Trump dönemi ABD'de, yerel yönetimlerin hala güçlü olmasına rağmen, uluslararası politikalara ve çevre politikalarına karşı ciddi bir sivil toplum tepkisi ile karşılaşmıyoruz.
1980'li yıllardan bu yana ABD'de giderek etkileri artan ve dış politikada son derece saldırgan bir tutum öneren Neoconservative'ler(Yeni Muhafazakarlar-Neoconlar), dünya için oldukça tehdit edici politikalar izlemektedirler.
Covid-19 salgını sonrası bu politikaların daha da sertleşeceği, küresel ısınma ile zaten yeterince tehdit altında olan dünyanın ve insanlığın, yeni ve çok daha kapsamlı bir savaşla karşı karşıya kalabileceği endişesini taşıyorum. Umarım yanılırım.
İspanya İç Savaşı'nın ve Hitler döneminin tanığı ünlü Amerikalı düşünür ve yazar Noam Chomsky, birkaç gün önce internet üzerinden bağlandığı bir televizyon yayınında şunları söyledi: "Hitler'in radyoda yaptığı konuşmalarda, sesindeki tehditkâr dozu hatırlıyorum. Bugün Trump'ın konuşmalarını dinlediğimde de aynı şeyi hissediyorum. Faşist olduğu için değil, faşizm ideolojik yaklaşım gerektirir. Trump'ta sadece kendisini düşünen 'sosyopat bir palyaço' görüyorum. Konuşmalarının neden olduğu ruh hali, çocukluk korkularımı çağrıştırıyor. Dünyanın ve ülkenin kaderinin, Donald Trump gibi bir sosyopat şarlatanın elinde olduğu düşüncesi son derece korkunç."
Ben de bu kaygılara katılıyorum.
Dünya ne yapmalı?
Covid-19 salgını tüm dünyaya şunu gösterdi. İnsan denen varlık gücünü, zekasını doğayı ve diğer insanları yok etmek için kullanmamalı. Zira sonunda herkesi yok edebilecek mikroorganizmalar ansızın çıkıp gelebilmektedir. Zekamızın ve hırslarımızın aklımızı esir almasına müsaade etmemeliyiz.
Bir kere uluslararası ilişkiler daha açık, daha şeffaf hale gelmeli. İçe kapanma yerine, bölgesel ve küresel işbirlikleri daha da geliştirilmeli. Küreselleşmenin emek sömürüsüne dayanan ve kitleleri daha da fakirleştiren yönüne, geliştirilecek uluslararası işbirlikleri ile dur denilmeli. Birleşmiş Milletler, barışa, çevreye ve bu yöndeki işbirliklerine daha çok zaman ve kaynak ayırmalı.
Tüm dünyada nüfus planlaması büyük bir dikkatle uygulanmalı. Ülkeler ve insanlar bu konuda ikna edilmelidir. Biliyoruz ki, salgın hastalıkların bir nedeni de hızlı nüfus artışıdır. Sürdürülebilir verim eşiğinin aşıldığı bir dünyada, hiç kimsenin yaşama şansı kalmayacak.
Çevre konusunda başta ABD, Rusya ve Çin olmak üzere büyük kirleticiler, Kyoto Protokolü'ne riayet etmeli. Eriyen buzullara çare bulmak bakımından yeni protokoller hazırlanmalı.
Güneş ve rüzgar enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımlar hızla artmalı. Doğal kaynakların geriye dönüşü olmayacak biçimde tüketilmesine son verilmeli. Yani, sürdürülebilir verim eşiği dediğimiz, kendini yenileyebilme kapasitesi aşılmamalı.
Tüm dünyada gelir dağılımındaki dengesizlikler en aza indirilmeli, silaha olan yatırımlar azaltılarak, kaynaklar eğitime ve sağlığa aktarılmalı. Sosyal devlete dönüş çalışmaları hızlandırılmalı. Demokrasinin önündeki tüm engeller kaldırılmalı, bu konuda çok geri olan ülkelerde eğitime destek sağlanmalıdır. BM'nin bu yöndeki çalışmaları, yerkürenin her tarafında yaygın hale getirilmelidir.
Gıda üretimi insan sağlığını bozmayacak ve doğayı tahrip etmeyecek standartlarla yapılmalı.
Teknolojinin, biyokimyasal algoritmalarla elektronik algoritmaların aynı bedende buluştuğu yeni bir süper insan yaratma mücadelesi, bu alanda yapılacak hukuki düzenlemelerle denetim altına alınmalı. Çip takarak insanların bir merkezden yönetilme stratejisine ve bu yolla insanların birey olma vasfının, bireysel özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına müsaade edilmemelidir. İnsanın tekamülü doğal evrime bırakılmalıdır.
Hümanist değerler öne çıkmalı, özgürlüklerin önü daha fazla açılmalı, insanın doğuştan getirdiği temel hakları olan, yaşama, mülkiyet, inanma, inanmama ve düşünme hakları daha sağlam dayanaklara kavuşturulmalıdır.
Türkiye ne yapmalı?
İlk ve elzem olarak yapmamız gereken şey, bütün enerjimizi, dikkatimizi, kaynaklarımızın büyük bölümünü eğitime ayırmak olmalı. Toplumun her ferdini bilinçli bir ülke ve dünya vatandaşı yapmak için, tüm istismarlardan arınmış, partici mülahazaların ötesine geçmiş, çağın icaplarına, akıl ve bilime uygun bir eğitim sistemini, katılımcı bir anlayışla hayata geçirmeliyiz.
Çevre konusunda duyarlılığımızı geliştirmeli, kirletici sanayiden uzaklaşmalı, yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık vermeliyiz.
İktidar kavgalarının, çıkar kavgalarının, gözü dönmüş rant hastalıklarının, kültürel içerikli çatışmaların, yaşam biçimlerinin ve inanç istismarlarının üzerine çıkan, geniş gönüllü bir siyasal sisteme kapı aralamalıyız.
Demokrasimizi, ülkenin her bir ferdinin düşüncelerine önem veren, 'en temel insan hakkının kendisi ile ilgili kararlara katılma hakkı olduğu' gerçeğinden yola çıkarak, katılımcı bir noktaya taşımalıyız. Farklı düşünce, inanç ve görüşlere tahammül edebilen, farklılıklarla bir arada yaşama becerisini gösterebilen bir kültürün gelişmesi için çaba harcamalıyız.
Adaleti her şeyin üzerinde tutarak, zulme geçit vermemeli, gelir dağılımındaki dengesizliği gidermeli, kayırmacılığı ortadan kaldırmalıyız.
Devleti bireysel veya grupsal çıkarların rant paylaşım aracı olmaktan çıkarmalıyız.
Herkesin yararına bir düzen için, eşit rekabet koşullarında, şeffaf, adil, hukukun üstünlüğüne bağlı, yasalar önünde eşitlik ilkesini gözeten bir sistem kurmalıyız.
Geleceğin insanı
Bir virüs, bütün tartışmaları boşa çıkartacak salgınla bir anda hayatımızı anlamsızlaştırabiliyorsa, o zaman egolarımıza gem vurma zamanı da geldi demektir.
Geleceğin insanı kafasında çiplerle dolaşan, bir merkeze bağlımakineleştirilmiş insan değil, nefsini, hırslarını, duygularını denetim altına alabilmiş, taleplerini sınırlayan, hümaniter değerleri benimsemiş, aklı önceleyen, herkesin yararını düşünen, geniş gönüllü ve bunlar yönünde inkişafını sürdüren insan olmalıdır.
Yani erdem ve mutluluğu birlikte düşünmeliyiz.
Bunu başardığımızda, insan olmanın ve doğa ile iç içe yaşamanın hazzını eminim ki daha iyi hissedeceğiz.