Erdal ÇİL
Punto:
Dinle
Doyduk mu ne?
Neden bırakıp kalktık sofradan, üstelik iştahımızın da en arttığı zamanda?
Merhum bozkırın tezenesi: “Tatlı dile güler yüze, doyulur mu doyulur mu” derken doymadan kaldırmışlar bizi sofradan.
Ondandır yüzümüzün gülmemesi ve dilimizin acılığı.
Kulaklarımız küfürden ve bayağılıktan başka şey duymuyor.
Gençlerimizin: ‘Çok Satanlarına’, ellerindeki kitaplarına bakıp, dillerini gördükçe dehşete kapılıyorum. Dili bu kadar bayağı kullanan kitabın içeriğinin de bir o kadar bayağı olduğunu ben söylemesem de sizler tahmin ediyorsunuzdur.
Çeşitli kitap sitelerine girerim arada. Geçenlerde, Çok Satanlar kısmına bakıp başka sitelerde de aynı kategoriye girmiş kitaplardan bazılarını sipariş etmiştim. Birisini okumaya başladığımda gördüm ki: dehşet!
Ne bırakacağımı, ne nereye saklayacağımı bilebildim.
Öyle ya; evde, kitaplığımda olur da başkasının eline geçerse?
Ne içerik, ne içerik!
Resmen bir porno kitabı sanki!
Sonra diğerlerine baktım.
Adını ilk defa duyduğum bir yerli yazar. Meğer ne çok kitabı varmış da haberim yokmuş. Zihin o kadar dağınık ve sayfalar arasında anlamsızca dolaşıyorsun. Resmen zaman öldürüyorsun. Ama öyle cümleler, öyle tasvirler, öyle düşünceler seriyor ki yazar gözünüzün önüne; inanın eşinizle bile paylaşmaktan imtina edeceğiniz başlıklar. Hayatınızda göreceğiniz, duyacağınız en aşağılık küfürlere bile şapka çıkartır küfürler okuyorsunuz habire.
Medya dilinin, sanat dilinin, iletişim dilinin, şiir dilinin, siyaset dilinin bu denli sert ve seviyesiz oluşu toplum olarak dilimizin ne kadar bizi ifade ettiğini anlatmaya yetiyor aslında.
Bu dille biz ne derdimizi anlatabiliriz ne de birbirimizi anlarız.
Gözü bizim üzerimizde olan düşmanlarımız için bundan daha keyif verici ne olabilirdi ki?
Diline bile sahip olamadığımız bir çağdan daha büyük ne tehlikesi bekler ki bizi?
Dinlediğimiz şarkılar, izlediğimiz diziler, okuduğumuz gazeteler-kitaplar ne Yavuz’un, ne Yunus’un dili olmadığı gibi Yahya Kemal’in de Hacı Taşan’ ın da dili değil.
Böyle olunca da yani ne dünümüzle ne günümüzle konuşabileceğimiz bir dilimiz yoksa yarına dair de söyleyecek bir şeyimiz kalmıyor.
Bu dil, medeniyet inşa etmez!
Bu dil olsa olsa bizi boş verdirir. Anın içinde, kendimizden geçirtip içine gömer, hapseder anca.
Bu dil, ne yılanı deliğinden çıkarır ne de yaramıza merhem olur.
Bu dil geçmişimizi unutturur, bizi zombileştirir. Dünden kopardığı gibi küfre de alıştırarak dinden de koparır atar bizi. Bırakın tarihe mal olmuş kahramanlarımızı, gün gelir dedemiz, babamızla bile anlaşamaz hale getirir, çocuğumuzla bile yabancılaştırır bizi.
Bu dil Karacaoğlan’ın da, Yunus’un da anlattığı aşkın dili değildir. Bu dil Neşet’in Leyla’sına, Karakoç’un Mihriban’ına ulaşan dil de değildir. Bu dil Arif Nihat’ın bayrağına uzanan, Neşet Ertaş’ın annesini anlattığı: “Tatlı dillim güler yüzlüm, hey ceylan gözlüm / Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen” diye aradığı tatlı dil hiç değil.
Bu dil, ne Edirne’den Kars’a uzanır ne de Altay’lardan Tuna’ya.
Bu dil bizi Anadolu’nun çoraklaşmış bozkırında üstelik mahcubiyetimizle yapayalnız bırakacak bir dildir diyeceğim ama mahcubiyet de edep ile ilgili olduğundan acaba o günler geldiğinde az da olsa edebimiz kalır mı diye de tereddüt etmiyor değilim.
Gelin, bu coğrafyada bu bayağı, bu edepsiz, bu küfür dilini bir seferberlikle yok edelim! Küfretmeyi mizah sayan, sanatı müstehcenlikten ibaret gören, türkülerimizi dangıl-dungul hale getirerek insanımızı yamyam kabileleri gibi edepsizce zıplatmaktan başka hiçbir amacı olmayan, estetiği olmayan, ruhu olmayan, kulaklarımızı tırmalayan gürültüyü müzik diye bize dayatan, edepsizliği edebiyat diye gösterenlere hak ettikleri tepkiyi gösterelim.
Eyyüb-El Ensari’nin bağrının üstünde, Hacı Bektaş’ın sinesinde, Hacı Bayram’ın üzerinde tamtam seslerine, vahşi ulumalara, edepsiz kahkahalara müsaade etmeyelim. Bu topraklar bize atalarımızın mirası olduğu kadar çocuklarımızın da emaneti. Emaneti kirletmeyelim!
Oradan buradan devşirdikleri ve Oxford Sözlüğüne doldurdukları 500.000 kelime ile caka satan İngilizlere, gelin 572.000 kelimelik Türkçe Büyük Sözlüğe (TDK) sığdıramadığımız kelimelerimiz ile cevap verelim.
Gün; titreyip dilimize dönme günü.
Ama sakın bu çağrıma da lütfen istirham ediyorum: AYNEN diyerek cevap vermeyin!
Çok şükür halen, çok çok büyük bölümünü kullanmasak da bizi ifade edebilecek inci taneleri gibi sözcüklerimiz var.
Bilmesek de, görmesek de, kullanmasak da bizi bekleyen, yolumuzu gözetleyen, aramızda dolaşmak isteyen, bizi özleyen kelimeler…
Dilimiz onlarla tatlı, onlarla güzel.
Tatlı dile doyulmuyor sultanım!
Hadi gel! Dilimize geri dönelim.