Bir ülkeyi, "Geri kalmışlık" içerisinde bırakmak istiyorsanız bunun en iyi yolu; o ülkeyi, terör, kargaşa, kaos, bunalım, adına ne derseniz deyin, sürekli olarak bunlarla meşgul etmelisiniz. Yıllarca başımıza sardıkları PKK belası, gezi eylemleri, 15 Temmuz ve Türkiye'ye yönelik bilinen ve bilinmeyen bir çok operasyonlarla geldiğimiz nokta bu...
Bunlardan dolayı ne bilimsel bir çalışma veya araştırma yapabilirsiniz ne de gelişme ve ilerlemeye dair her hangi bir şey. Çünkü sizi başka hayati şeylerle meşgul ediyorlar. En basit örneği, 15 Temmuz'un altıncı yıl dönümünde hala fetö belası ile uğraşıyoruz. Bizi kontrol altında tutmak için yarın başka birşeyi başınıza sarabilirler.
Tarihte savaşların nedenlerine baktığımızda ideolojilerin inhisarcılığını görürüz. Ülkeler veya milletler kendi ideolojilerinin hakim olabilmesi, kendi çıkar ve menfaatlerinin korunabilmesi için nasıl acımasız bir şekilde davrandıkları, insan hayatının onlar için hiçbir anlamı olmadığını görürüz.
Bütün bunları üst üste koyarsak, son yüz yılda olan savaşların asıl ve görünmeyen nedeninin "Gıda, su ve enerji" olduğu Rusya-Ukrayna Savaşı ile günyüzüne çıktı.
Kendimize şöyle bir bakalım bu savaşın neresindeyiz? Tam da merkezinde.
Dünyada kendi kendine yeten bir kaç ülkeden biri olduğumuz bir gerçek. Ama bu böyle devam eder mi ona bakmak lazım.
Öncelikle en az Savunma Sanayimiz kadar önemli olan tarıma, hayvancılğa, suyumuza ve enerji üretimine ne kadar önem veriyoruz?
Her geçen gün ekilebilir tarım arazilerinin oranının düşmesine neden engel olamıyoruz? Boşa akıp giden sularımızı neden kontrol altına alamıyoruz? Yer altı barajlarımızı ve yer altı sularımız konusunda yeterli çalışmayı neden yapamıyoruz?
Ülkemiz toprakları küçükbaş hayvancılığa uygunken neden hala büyükbaş hayvancılıkta ısrar ediyoruz?
Tarım arazilerine neden sanayi tesisleri kurulmasına veya imara açılmasına izin veriliyor? Erezyon nedeniyle kaybedilen tarım arazilerini söylemiyoruz bile...
Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz.
Bugün kendi kedimize yeter durumdayız belki ama yarın yetmeyeceği kesin. En verimli şekilde kullanılmayan sınırlı olan topraklar, bir gün sürekli artan nüfusu besleyemeyeceği aşikar.
Peki neden bu güne kadar bunlara bir çözüm bulunamadı? Ve en önemlisi, "Milli Tarım Politika"mız oluşmadı? Oluşmuşsa da neden bunun yansımalarını göremiyoruz? Başa dönelim. Hem de en başa. İstikla Savaşını en imkansız halde kazanmışız ama son derece önemli insan unsurunu kaybetmişiz. Tarlaları ekip-biçecek insanımız yok denecek kadar az. Bir takım atılımlar yapılmış, çalışmalara başlatılmış ama yetersiz. Yanmış, yıkılmış, talan edilmiş, insanı yorgun, bitkin, yaralarını sarmaya çalışan bir ülke.
Hemen arkasından İkinci Dünya Savaşının getirdiği kıtlıklar üstüne üstlük baskı ve zulümlerin olduğu insanımızın asla unutamayacağı şeflik dönemi.
Türkiye 60 lı yıllarda biraz toparlanmaya başlamış ama hemen arkasından ihtilal olmuş ve ülkemiz bir kez daha geriye atılmış.
Ve ondan sonra her on yılda bir ya ihtilal olmuş ya anarşik olaylar alabildiğine fazlalaşmış ya da terör örgütleri başımıza musallat edilmiş. Yani başımızı kaldırdığımız anda başımıza vurulmuş. Milli Tarım Politikamız hiç olmamış.(Elbette beyinleri ve mideleri ile dışarıya bağlı siyasilerimiz sayesinde)
Bugün geldiğimiz noktada son yüz yılda üstü örtülü gizli bir gıda savaşının olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır.
Bahanelere mi sığınalım? Elbette hayır. Ancak başımıza gelen her belanında bir nedeni olduğunu unutmayalım. Peki milli birlik ve beraberliğimiz oluşmuş mu? Siyasilerimiz milli bir mesele karşısında birleşmişler mi? Politikacılarımız çıkar ve menfaatlerini ülke çıkar ve menfaatlerinden üstün tutmuşlar mı? Dışarıdan beslenen medya ve siyasiler sayesinde ülke ne hale getirildi?
Bütün bunların ışığında, gıda savaşları ile su ve enerji savaşanı aynı anda değerlendirmemiz gerektiği gerçeğini de asla unutmayalım. Peki ne yapalım?
Kendi menfaatleri için dünyayı ateşe vermeye çalışanlara karşı mutlaka bir savaş verilmeli. Gizli bir elin dünyada tarımda tekelleşmeye gittiğini açık bir şekilde görelim. Tarımsal ürünlerin ihracatına mutlaka sınırlar koyalım.
Milli tohum ve gübre konusunda milli hassasiyet göstermemiz, topraklarımızın en verimli bir şekilde bilimsel metodlarla kullanmamız gerektiğini asla unutmayalım.
Topraklarımızı bilinçsiz bir şekilde kullanarak öldürdüğümüzü görelim artık. Bunun içinde, bilim ile tarımı, tarım ile teknolojiyi mutlaka ama mutlaka birleştirmemizin elzem olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
Dünyada gıdayı kontrölleri altına almaya çalışan ülkelere karşı kendi ülkemizi korumaya almanın yollarını acilen devreye sokalım.
Bu ülkeyi siyasi çıkarları uğruna feda etmeye kalkanlar bunun bedelini mutlaka öderler...
İsmet Taş - İç Anadolu Birliği Genel Başkanı
Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanı