Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremi, karada görülen dünyanın en büyük depremlerinden biri olduğu, yerli ve yabancı bütün bilim adamları tarafından kabul edildi. Bu süre içerisinde bu güne kadar olan bilgi kirliliği, yalan haber, algı operasyonları, sosyal medyada sahte hesapların uydurma yorumları, halkın gerçek bilgi almasını malesef engelledi. Bizde İç Anadolu Birliği, Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanlığı olarak arkadaşlarımızla birlikte aracımıza alabildiği kadar depremzedeler için ihtiyaç maddelerini koyarak yola çıktık. Tek derdimiz deprem gerçeği ile yüzleşmek, sorunları yerinde görmek, elimizden geldiği kadar destek ve yardımcı olmak, sadece gerçekleri dile getirip yazmaktı. Yazımızın kaleme alındığı şu ana kadar, Elbistan, Göksun, Afşin, Türkoğlu, Nurdağ, İslahiye, Hatay ve ilçelerini ziyaret imkanı oldu. Bugünden sonra, Gaziantep, Adıyaman, Urfa, Malatya'yı ziyaret edeceğiz inşaallah. Yazımızın ikinci bölümünde burada intibalarımızı aktarmaya çalışacağız. Şu ana kadar ziyaretini gerçekleştirdiğimiz il ve ilçelerde gördüklerimizle anlatılan ve TV lerde gösterilenlerden çok ama çok farklı. Buralar da kelimenin tam anlamı ile tam bir "yıkım" var. Başımızı çevirdiğimiz her yerde ya yerle bir olmuş binalar, ya da ayakta olup yıkılmayı bekleyen hasarlı binalar var. İlk etapda ne gördüklerimize inandık ne duyduklarımıza. İnsanlar depremin şiddetini anlatırken o an sanki depremi yaşıyor gibiydiler. Gözlerindeki korku ve tedirginlik hala belirgin bir şekilde duruyordu. Bazı il ve ilçelerde hızlı bir şekilde enkaz kaldırma çalışmaları yapılırken, depremin bıraktığı insanlar üzerinde ve yerleşim yerlerindeki hasarı anlatmak ve ifada etmekte güçlük çekiyorum. İnsanlar boş gözlerle olmayan evlerine bakarken ki duygularını anlatmak imkansız. Yıkım o kadar büyük ki ne diyeceğimizi ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz. Hani derler ya beterin beteri var diye. İşte tam da bunu Hatay'a-Antakya'ya geldiğimizde gördük. Bütün samimiyetimle söylüyorum, "Gözlerimize inanamadık" böyle bir yıkım kimse hayal dahi edemez. Ancak deprem filmlerinde görürdük. Ama o filmdeki senaryo Antakya'da gerçekleşmiş. Neredeyse ayakta kalan bina yok. Olanlarda yıkılmaya mahkum. Yıkımın bu kadar üst boyutta olmasının üzerimizde yaratmış olduğu, üzüntümüzü, kederimizi, çektiğimiz acıyı anlatmamız mümkün değil. Ya inanılmaz böyle bir yıkımda insanımızın ve çocuklarımızın hali! İnsanımızın acılarını, üzüntülerine, kederlerine, kan akan gözyaşlarına ortak olmak, onlara dokunmak, bir çocuğun başını okşamak, belkide onlara verilecek en büyük destek ve yardım. Onlarla yaşadıkları acıyı öyle bir yaşıyorsunuz ki sizde kendinizi bir depremzede olarak hissediyorsunuz. Onlarla aynı duygusal yoğunluğu yaşıyorsunuz. Kelimeler boğazınızda düğümleniyor, konuşamıyorsunuz, ne diyeceğinizi nasıl hareket edeceğinizi bilemiyorsunuz. O kadar büyük acı yaşıyorlar ki tarifi imkansız. Gerek ferdi gerekse kurulan çadır kentlere gittiğimizde, aşlarına ortak olduğumuzda beraberce oturup çayımızı yudumlarken "sessiz çığlık"larını hissetmemeniz mümkün değil. Buna rağmen yanlarında olmamız, onlara dokunmak istememiz, dertlerini, sıkıntılarını dinlemiş olmamız, zaman zaman gözlerindeki acıyı umuda ve mutlulağa dönüştürüyor. Kendileri için gelmiş bu insanlarla konuşmak onlara çok ama çok iyi geldiğini, sanki duygusal tedavi edildiklerini hissine kapılıyoruz. Konuştuğumuz insanların duygu ve düşüncelerini özetleyecek olursak; İlk gün herkes ama herkes ya kendi canını ya ailesinin canını ya da en yakınlarının canlarını kurtarma telaşına kapıldıklarını, tam bir "can pazarı" yaşandığını, hava koşullarının her şeyi ama her şeyi zorlaştırdığını, soğuk, ısı , ayaz kar ve yağmurun çalışmaları zaman zaman durma noktasına getirdiğini, depremin sadece kendi il veya ilçelelerinde olduğunu sandıklarını, bunun içinde gerekli yardımın zamanında niye gelmediği öfkesini yaşadıklarını gözyaşları içerisinde anlattılar. Zaman ilerledikçe depremin korkunç boyutlarını öğrendikçe kendi acılarını unuttuklarını diğer il ve ilçelerdeki başlangıçta yakınlarını sonrasında oradaki insanları düşündüklerini ifade ettiler. Yolların kapandığını, havalimanı kulesinin ve alanının işlemez hale geldiğini, köprü ve yolların hasar gördüğünü, trafiğin kilitlendiğini, hava muhalefeti dolayısı ile helikopterlerin işlevini yapamadığını, asker, polis, jandarma, Afad ve benzeri kuruluşların da yıkım ve kayıpları olduğu gerçeğini öğrendiklerinde acılarının, korku ve tedirginliğe dönüştüğünü anlattılar. İnsanımız kaybettiklerine ağlıyorlar, acılarını yaşıyorlar ama gün geçtikçede bundan sonra ki hayatlarının nasıl olacağı sorusunuda sormadan edemiyorlar. Biz çok net olarak şunu ifade ettik. "Devlet bütün kurumları ile yanınızda, devlete güvenin. Bu kadar olağanüstü bir yıkım karşısında dünyanın en modern ve zengin ülkesi bile zorluk ve sıkıntılar yaşayacağını, bütün bunlara rağmen devletin bunların üstesinden geleceğini ifade ettik. İnsanımız vefalı, kendisine uzanan ellerin kıymetini çok iyi biliyor. Başta devletimiz olmak üzere bütün sivil toplum kuruluşlarına, güvenlik güçlerine kendilerine her konuda yardıma gelenlere duydukları mihneti büyük bir duygu sanağı içerisinde ifade ettiler. İstekleri vardı; En kısa zamanda hayatlarını kendi topraklarında devam ettirecekleri bir ev. Evleri yapılırken geçmişteki yapılan hataların asla yapılmaması. Yani zemin etüdüne çok iyi incelenmesi ona göre en son teknolojiye göre yapıların yapılması. İmar izninin sadece yapılaşma yapılacak olan yerlere verilmesi. Bununla beraber alt yapının zamanında yapılması. Denetimin mutlak surette ciddi bir şekilde yerine getirilmesi. İkili ilişkilerde çıkar ve menfaatlerin son bulacağı tedbirlerin alınması ve görevlerini yerine getirmeyen, ihmal edenlerin cezalarının caydırıcı bir şekilde artırılması. Ve binaların başımıza çökmesine neden olanların mutlaka ibret olacak şekilde en ağır cezayı almaları. Hepsinde yerden göğe kadar haklılar ama en son isteklerine baktığımızda gözlemlerimizle ne kadar haklı olduklarını gördük. Yıkılan binaların yanında yıkılmayan binaların olması, yıkılan binaların moloz yığını haline gelmesi, bazı binalarda "çizik" dahi olmaması, asla imara açılmayacak yerlerin imara açılması, yapı izni verilmeyen yerlere yapı izni verilmesi bu flaketin boyutlarını büyüten etmenler olduğunu gördük. Gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, anlatılanları bir sonraki yazımızda devam etmek istiyoruz. Bütün bu çekilen sıkıntılar ve acılara rağmen iyi olan güzel olan şeylerde elbette var. Devletin sıcak eli yanında STK lar ve gönüllü yardımseverler. Ben burada Ankara Sivil Toplum Platformunun (ASTP) çalışmaları yanı sıra bütün STK lara en içten şükranlarımı, teşekkürlerimi vatandaşlarımız adına iletmek istiyorum. Bunun yanı sıra öyle gönüllüler var ki gözlerimizi yaşarttı. Bunlardan sadece bir kaçının ismini ifade etmek istiyorum. Kahramanmaraş'ta çadır kentte depremzede vatandaşlarımızın her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere canla-başla çalışan, varını yoğunu ortaya koyup imkanlarını onlara seferber eden Merdan Balıkçılık İbrahim Sarı'ya, Faruk Oğuzhanoğlu'na, Sakarya'dan gelip Müsiad'ın desteği ve kendi ekibi ile binlerce insana yemek çıkartan, fedakarlıkta sınır tanımayan, Gurme Magazin Medya sahibi, gurme şefimiz Ufuk Güngör Hocamıza yine Antakya'da depremin ilk gününden itibaren orada bütün ekibi ile bulunan on farklı yerde şubeler açarak depremzedelerimizin, yiyecek, içecek ve yemek ihtiyaçlarını karşılayan, Avrasya Gastronomi Aşçılar Federasyonu (AGAFED) ve onun değerli başkanı Ahmet Karaman ve ekibine, yer darlığı nedeni ile isimlerini sayamadığımız bütün vatandaşlarımıza göstermiş oldukları olağanüstü gayretten dolayı her birine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Allah onlardan razı olsun diziyor. Deprem şehitlerimize Allah'tan rahmet dilerken, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Selam ve dua ile İsmet Taş - İç Anadolu Birliği Genel Başkanı Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanı |
İsmet TAŞ
Punto:
Dinle