Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
Punto:
Dinle
15 Temmuz Cuma gününe geliyordu. O gün Başsavcılık FETÖ Askeri Yapılanması ile ilgili dosyayı mahkemeye vermişti.
Ağustos Yaş kararlarının doğrudan bu örgüte mensup olup davaya sanık olarak düşen üst düzey subayların atılması yönünde tecelli edeceği de çoktan belli olmuştu.
Tam da darbe kışkırtıcılığı için bulunmaz bir ortamdı.
Koskoca orduları, birlikleri, silahları elinde bulunduran komutanlar, böylesi bir gücü durduk yere niye devretsinler ki? ABD ile Türkiye arasında mekik diplomasisi ma’lumdur. Bunun üstüne bir de cemaat ve CIA ilave olunca seyreyleyin o demlerde Adil Öksüz gibi birçok şurası burası oynayan adamların ne çapraşık ilişkiler içinde olduklarını…
FETÖ’cü bir darbenin geldiğini yıllar yıllar evvel Fatih Eryılmaz haber vermişti.
15 Temmuz akşamı Fatih Eryılmaz ile buluşacaktık. Ben anneme, o da annesi gibi bir ocağa Emniyet Sarayı’na gitti. Çünkü Fatih 10 yaşından beri Polis okullarında okuyordu. Daha küçük yaşlardan beri FETÖ denen ve bin yıl boyunca emsali görülmemiş Haşhaşi örgütünün yapısını çözmüştü. FETÖ ile ilgili kitaplar yazanlar ondan çok yararlandılar.
Fatih Eryılmaz, o buluşamadığımız gece Emniyet’in önünde bir zamanlar aynı sıraları paylaştığı ve fakat ruhunu ve kalbini devleti ele geçirmeye çalışan din kisveli CIA bağlantılı örgüte satmış polis arkadaşlarının bu masum milletin çocuklarının nafakasından kısıp da verdiği zırhlı personel taşıyıcı içinden attıkları kurşunların hedefi oldu. Ön karın boşluğuna giren ağır makinalı kurşunu Fatih’in sırtında 15 santimetre çapında delik açmıştı.
Öldürmeyen Allah öldürmüyor.
Yıllardan beri Fatih Eryılmaz, FETÖ ile mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor. Biz de söylüyoruz ama o, aynı zamanda nasıl mücadele edilmesi gerektiği yolunda görüşler, somut fikirler ortaya koyuyor.
Mücadele ederken de asla mağdur yaratılmaması ve adaletin incinmemesi gerektiğini hatırlatıyor. Bunu yaparken öğrenciliğinden beri bu örgütün kendisine nasıl bir kumpas kurduğunu, soruşturmalarla meslekten soğutmaya çalıştığını, defalarca sürgün yemesini hatta o çirkin darbe gecesinde vurulup haftalarca hastanede yattığını unutamamasına rağmen.
Alman Anayasasından örnek veriyor gazimiz. Almanlar Nazi baş belasından kurtuldular. Nazi felaketi onlara bir cihan savaşı ardından milyonlarca can kaybına, mal kaybına, şehirlerinin düşman işgali altında çiğnenmesine yol açmış; en mühimi de çalışkan bir millete, bütün dünya nezdinde itibar kaybı yaşatmıştı.
Almanlar Anayasal olarak Nazi ile mücadelelerini siyaset üstü yapabildiler. Nazileri beş kısma ayırdılar. Ve onlara en ağır cezaları lâyık gördüler. Bu örgütün bir daha yeşermemesi için ortam hazırladılar. Islah olanlarını çok sıkı tespit ettiler. Kayırmacılık yapmadılar. Benim Nazi’m senin Nazi’n filan demediler. Nazilerle mücadele edeceklerde bazı şartlar aradılar. Nazi artıklarını ıslah edecek, topluma kazandıracak veya cezalarını çektirecek ehliyetli kişileri seçerken eskiden de bu örgütle hiçbir bağı olmamasına ve Naziliğin geçer akçe olduğu zamanlarda da mücadele etmiş olmasına önem verdiler.
Ne yazık ki şimdilerde Fetö örgütünün siyasî ayağının 4 yıl boyunca tespit edilmemesi sadece iktidarı çürütmüyor, bütün siyasal yapımızı, dolayısıyla devletimizi çürütüyor.
Devlet çürüyünce de geriye kalan siyasî partiler, birer kokuşmuş yumurtalı menemen artığıdır.
Bir kere siyasî ahlâk gereği olarak FETÖ ile mücadelede bir zamanlar bu örgüte temenna düzen hiçbir gazeteci, siyasetçi, işadamı, akademisyen artığının konuşamaması icap eder. Ne gezer, bilakis bunlar hâlâ medyada, üniversitede, siyasette en muteber adamlar.
Böyle mücadele olur mu?
Adam diyalog toplantısına katılmış, üstelik de buraya Fetullah Gülen’in isteği ile üst düzeyde katılmış olduğu halde bir devlet kurumunun başına getirilebiliyor. Filhakîka bu kurum, böylesi dinimiz için tehlikeli olan cemaatlerle gerçekten uğraşan bir kurum: yani Diyanet İşleri Başkanlığı… Ben çok yakından biliyorum ki FETÖ örgütü ve onun dinimizi istismar eden geçmiş bütün uygulamalarını en fazla eleştirenler, yine ilahiyatçılarımız. Nasıl ki Fatih Eryılmaz gibi kahraman gazi polislerimiz emniyet teşkilatında mücadele ettiler, elbette ki dinimizi tedris eden şa’şaya debdebeye, gösterişe, ağlamalara zırlamalara pirim vermeyen ehil din adamlarımız da inanç sahasında üzerlerine düşeni yaptılar. İşte bu noktada cemaatin devlete, ekonomiye, bürokrasiye sızmaya çalışan hamlelerini devlet mekanizması ile birlikte siyasal iktidar ve tüm aklı başında adamlar bertaraf etmeli idiler.
15 Temmuz sonrası gerekten başta Cumhurbaşkanımız olmaz üzere kimi siyasîler, mes’ûliyet bilinci içinde günahkâr olduklarını itiraf ettiler. Milletimizden özür dilemeyi bildiler.
Peki, bunun gereğini yerine getirdiler mi? maalesef bu soruya olumlu bir cevap veremiyoruz.
Devlete, yani siyasal alana Fatih Eryılmaz’ı dinlemesini salık veririz. Siyasal alan derken de iktidarı ve muhalefetiyle birlikte siyasî sorumluları kastediyoruz.
Dinlemezlerse ne olur? Çürüme devam eder. Çürüyen elmayı ne yaparız? Kızıl Elma olsa da, Ekşi Alma olsa da çürüyen hiçbir şeyi yaşatmaya hamledemeyiz.
Onu toprağa kararız.
O kadar.