Punto:
Dinle
EVLİLİĞE İLİŞKİN TÜRK TELEVİZYON PROGRAMLARININ ETKİSİ VE SOSYOLOJİK ANALİZİ
Televizyondaki aile programları konusundaki yaklaşımları ölçtüğümüz bu çalışma üç aşamada ele alınmaktadır. Birincisi medya toplum ilişkisi, ikincisi katılımcıları geleneksel evlenme ve aile sorunlarını paylaşma kültürü, üçüncüsü ise katılımcıların aile programlarına bakışı.
Televizyonun Günlük Hayattaki Etkisi ve Tutum Oluşturmasına Katkısı
Televizyon-Toplum ilişkisinin analizini destekleyen, alt yapısını oluşturan iletişim araçlarından hangisini daha sıklıkla kullandıklarını yönelttiğimiz soruya katılımcılarımız şu şekilde cevap vermişlerdir.
Tablo 1. Örneklem Grubunun Kullandığı İletişim Aracı Durumuna Göre Dağılımı
İletişim Aracı N %
Radyo 31 8,26
Televizyon 254 67,74
Gazete 24 6,4
İnternet 21 5,6
Tümünü 45 12
Toplam 375 100
Medya toplum ilişkisinde televizyonun aile hayatımızın bir parçası haline geldiğine,katılımcıların da bu çerçevede tercih ettikleri en çok iletişim aracı olarak televizyonu işaret ettikleri bu konuda yapılan birçok araştırmada da tespit edilmiştir. Bu çerçevede medyanın gündem belirlemesini, programlar üzerinden ölçmeye çalışmamızın amacı,programların “televizyonu bir ev ortamı aracı” olarak tarif eden bakış açısıyla uyumlu olması sebebiyledir. Hayatımızın her dakikasında ve yaptığımız işin her anında televizyon gerçeğiyle uyumlu haldeyiz. Bundan dolayıdır ki, yapısalcı bakış açısı televizyon kullanımını “ortamsal ve düzenleyici” olarak ikiye ayırmaktadır. “Ortamsal kullanım” televizyonun ev dekorasından fon müziği şeklinde kullanımına kadar etkin bir şekilde, evin iç halini tanımlayan argümanlara tekabül etmektedir. Televizyonun düzenleyici kullanımı ise, televizyonun bireylerin davranışlarını şekillendirmesi, alışkanlıklar oluşturması ve zihniyet temelinde eylem refleksi geliştirmesi gibi açılımlara tekabül etmektedir.
Katılımcıların televizyonda sunulmakta olan evlenme programlarının geleneğimize ve kültürümüze uymadığı, aile sırlarının ekranlar karşısında deşifre edilmesini tasvip etmedikleri tespitlerimiz içindedir. Programların içeriğine yönelik sorduğumuz sorulara yine yüksek oranda olumsuzlamalar da tespitlerimiz arasındadır.
Toplumsal temelde bireylerin zihninde aile kavramı, hep kutsallık söylemiyle vurgulandığı için zihinsel yansıması değerler çağrışımıyla açıklanmaktadır. Aile hayatını şeffaflaşmasını doğuran programlar, geleneğin pratik yansımasından dolayı değerler sisteminde olumsuzlaması kaçınılmaz olmaktadır. “Bize özgülük” diye tanımlanan aile hayatının varlık temeline yapılacak her türlü müdahale, öncelikle bireylerde yabancılaşmayı doğuracağı için katılımcılar, programları geleneksel temelde bir yere oturtmadıklarını söylemişlerdir.
Programların beğenilmemesi yüksek çıkmıştır. Buna mukabil çağrışımlarla programlardan haberdar olmayı tespit etmiş durumdayız. Çağrışımları doğurabilecek tarzdaki soruya verilen cevaplarda, bir bilinçaltı yansıması olduğu dikkatimizi çekmektedir. Bu duruma şahit olmanın psikolojik yansıması olan ruh hali, şahitliği ve tanıklığı sorumlulukla açımlayan kültürel yapıdan kaynaklanması, bireyleri “söylem masumluğuna” götürmektedir. Söylem masumluğu, kültürel anlamda kötülüğün konuşulmasının dahi kınanması anlamında kullanıldığı için sosyal-psikolojik halin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Kişisel olarak işlediğimiz bir günahı Tanrının bildiği gerçeğine rağmen adlandırmakta zorluk çeken psikolojik durum, söylemleri ikincil dillere yöneltmiştir. Sıkıntılar hep insanın suç işleme potansiyeli gerçeği üzerinden “olabilirlik” kavramıyla potansiyelinin gölgesinde seyreden bir dille tartışılmaktadır.
Özellikle evlilik programlarından haberdar olmayı doğuran bir diğer sebep de televizyon tekniği açısından değerlendirilmelidir. Araştırmamız, gerçek olan sanallaştırılarak zihinlerde bulanıklığa yol açan evlilik programları, gerçeklerin varlığından şüphe edildiğini ortaya koymuştur. Televizyon tekniğinin hikâye üreterek zihinlere yönelme yapısı programların izlenme ve takip edilmesinde bir takım yerel unsurların da devreye sokulmasını gerektirmiştir. Bu programlarda, kahramanların kurduğu ilişki şekli daha düne kadar çevrede olanı ekrana taşıyacak tarzda olmalıdır ki izleyici kendinden bir şeyler bulabilsin. Eş seçimini kendisi yapamayan genç bir kız, virane bir evde 24 saat bir aşkın kurgusunda teselli bulabilmekle yetinmektedir. Gerçek hayata döndüğünde yapabildiği sadece kendisine şiddet uygulayabilmektir. Zihinsel şiddetini, renkli dünyaların kurgusundan gerçeğe dönerken bu şiddet bazen de fiziksel şiddete dönüşebilmektedir. Gerçek hayatta, programların kahramanıyla kurduğu yakınlığın tam tersiyle karşılaştığında önemini ve varlığını intiharla duyuranların olabilme ihtimalini de düşünmek gerekir. Yine kadın programlarında anlatılan bir olayın benzerini yaşayan kadın, programlarda üretilen çözümleri uygulamaya kalkıştığında karşılaşabildiği yine şiddet olabilmektedir.Göle’nin ifadesiyle, “talk şovlar” ve “reality şovlar”, canlı yayınlarla gerçek yakalanabilir
veya anlaşılabilir illüzyonuna sevk etmektedir. Bir yandan konuşulmaz olanlar seslendirildikçe, görünmez görüntülendikçe, tabular yıkılmakta, yasaklar kalkmakta ve birbirini dışlayan birbirine yabancı kesimler bir araya gelmektedir. Ancak bu biraradalık henüz ayrı ayrı çıkan seslere, notalara yeni bir harmoni kazandıramamıştır. Herkes konuşmakta ama Türkiye konuşamamakta.”
Bu makale Prof.Dr.Fazlı POLAT arzusu doğrultusunda EKEV AKADEMİ DERGİSİ’inden alınmıştır