Erdal GÜZEL
Punto:
Dinle
Kurban Bayramı’na sayılı günler kaldı.
Kurbanlıklar yavaş yavaş piyasaya çıkmaya, çarşılarda ve evlerde bayramın heyecanı kendini hissettirmeye başladı.
Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı Erzurum’da bütün canlılığı ile yaşandığı gibi, Kurban Bayramı da Erzurum’da yüzyıllar ötesinden gelen inanç ve gelenek anlayışı içerisinde kutlanır.
Bizim dönemimizdeki Kurban Bayramı coşkusu ile günümüz Erzurum’undaki Kurban Bayramı kutlamalarının pek farkı olmadığını gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.
Gelişen teknolojinin getirdiği bazı yenilikler dışında, dini bayram kutlamalarının özünde pek fazla değişen bir kültür erozyonunun olmaması, Erzurum’u farklı yapan özelliklerinin başında gelmektedir.
Bayramdan önce evler; dip köşe, kapı pencere demeden tertemiz hâle getirilir, cümle kapısının önündeki tahta eşik bile silinir, pırıl pırıl edilirdi.
Evlerimizdeki temizlik anlayışının ve Erzurumlu hanımların hamaratlıklarının azalmadan devam etmesi ise “Temizlik imandandır” düsturunun güzel bir yansıması olarak günümüzde de uygulanmaktadır.
Evin küçük kızları bu temizlik işlerinde annelerine yardım ederek hayatın ilk derslerini öğrenirler, yani “Öğüdü yuvada almaya” başlarlar.
Kurban kesecek aileler, ya bağlantıları oldukları köylerden kurbanlıklarını getirir veya şehrin muhtelif yerlerinde kurulan kurban pazarlarından alırlar.
Ailenin büyüğü kurbandan anlıyorsa kendi gider, eğer bu konuda bilgi sahibi değilse işten anlayan bir arkadaş veya yakını vasıtasıyla kurban alımı yapılır.
Genelde evin erkek çocukları da kurbanı alacak aile büyüğü ile gider, gelecek yıllar için tecrübe kazanırlar.
Kurbanın alınıp eve getirilmesi çokta zevkli ve meşakkatli olur, inat eden veya zapt edilemeyen hayvan zorda olsa evin kapısına getirilir, evin hanımı ve kızları pencerelerden bakarak meraklarını giderirler.
Pazarda, hayvanın kapak attığına (Dişinin çıkıp çıkmadığına), yani yaşını doldurduğuna bakıldığı gibi, hayvanın süslü olmasına da dikkat edilir; sıkı pazarlıkların yapılıp kurbanın alınmasıyla birlikte, işin büyük bir kısmı halledilmiş olur.
Kurbanlıkların ağızlarının açılıp dişlerine bakılması da yine pazarın renkli görüntülerindendir.
Bir hayvanın ağzı, dişleri var mı diye o kadar çok açtırılmış ki hayvan bir müddet sonra Pavlov’un şartlı refleks olayı gibi, müşteriyi görür görmez ağzını açmaya başlamış, bu komik durum, pazar esprileri içerisinde hâla anlatılmaktadır.
Pazarlık halinde oldukça ilginç sahnelerin yaşandığı ortamlarda, satıcının kurbanının özelliklerini öne çıkarmak için: “Bey, küspe yememiştir, evin malıdır ” tarzındaki sözleri de en çok işitilenler arasındadır.
Bir de alıcıyla satıcının arasını yapmak için aracı olan ve onların tokalaşmalarını sağlayarak kollarını sallayan, “Miyanci” ismindeki şahısların da pazardaki rolleri görülmeye değerdir.
Pazar da parayı verip kurbanı alan şahsa: “Bey, kaça oldu” diye sorulmadan da edilmez, bu şekilde piyasanın nabzı tutulmaya çalışılır.
Rayicin üzerinde kurban alanlar ise verdikleri paranın çokluğuna bakmazlar, ibadetin ruhuyla, ucuz ve pahalı kavramlarından uzak durmaya çalışırlar.
Eskiden evlerde, bahçeler veya münasip yerler çok olduğundan, kurbanın birkaç gün evvelinden alınıp getirilmesinde bir sıkıntı yaşanmazdı.
Kurbanın su ve ot işine bakmak çocukların sahiplendikleri bir iştir, bunun hem sevabı, hem de farklı bir hazzı olduğu için, evin erkek çocukları bu görevi zevkle yaparlar.
Eskiden kurban gezdirme adeti vardı, bu alışkanlık yavaş yavaş ortadan kalktı.
Kurbanlıklar krapon kâğıdıyla süslenir, sırtlarına bir seccade veya gösterişli bir örtü takılır, caddede gezdirilirdi.
Nişanlı kızın evine gidecek koçların süsüne ise daha bir özen gösterilir, koçun anlında kurdeleye bağlı altın hiç eksik olmaz, oğlan tarafının maddi gücü iyi ise koça beşibirlik de takıldığı olur.
Oğlan evi tarafından nişanlı kızın evine koçu götürene bahşiş vermek de usuldendir.
Eskiden arife günü hamamlar tıka basa dolar, bayram namazına kadar müşterilerini ağırlarlardı. Arife suyu ile yıkanmak, hoş bir alışkanlık olarak hâlâ devam etmektedir.
Bayram Namazı’ndan önce siparişlerini yetiştirmek için çalışan esnafın başında terziler gelmekteydi.
Hazır giyimin olmadığı dönemlerde elbiseleri terziler dikerlerdi ve bir elbise diktirmenin epeyce safhası vardı.
Kumaşın beğenilmesi, kestirilmesi, ölçünün alınması, tekrar tekrar provaya gidilmesi, neden sonra siparişlerin yetiştirilmesi ve nihayet elbiseye kavuşulması, epeyce uzun soluklu bir işti.
Arife günü dağıtılmak üzere eve getirilen arafalıkların başında kâğıtlı şekerler ve kabuklu fıstık gelmektedir.
Bazı aileler ise arafalık toplamaya gelen çocuklara para vererek onları sevindirir.
Zamanımızda arafalık torbalarının yerini naylon poşetlerin aldığını görmekteyiz.
Mahallenin çocukları arafalık toplamaya çıktıklarında hiçbir ev onları incitmez, boş çevirmez, arafalıklarını verir, tatlı dille yolcu ederler.
Bu ne güzel bir adettir. çocuğun komşu evine rahatça girebilmesi, bir şeyler isteyebilmesi, onun kimliğinin kazanmasında ve sosyal hayat içerisine girmesinde belki de attığı ilk adımlardan biridir.
Yeğenağa’da oturduğumuz yıllardı, mevsim kıştı, iyice kar yağıyordu, hangi bayram olduğunu hatırlamıyorum, ama mahallenin çocuklarına katılıp ilk arafalık topladığımı bugün tebessümle hatırlıyorum.
Arafalık torbam olmadığı için verilenleri papağıma ve ceplerime doldurup eve gelmiş, sobanın başında hazine bulmuş gibi sevinmiştim.
Bayramdan on veya üç gün önce oruç tutup, bayram sabahı kesilen kurbanın etinden yemek, yine bizim töremizdendir.
Çocukluk dönemlerimizde memlekette fazlaca bolluk yoktu, ekonomik gelirler düşük olduğu için, alınan her yeni şey bizlere müthiş bir heyecan verirdi.
Bayram gelmeden önce, alınacak bayramlıklarımızın hayali ile yatar kalkar, bayramlığımız gelince onu yatağımızın başucuna koyar öylece uyurduk.
Bayramdan önce evlerde baklava, börek, kete, çörek açılır; çeşit çeşit turşular küplerde hazır bekletilirdi.
Arife günü ikindi namazında veya bayram namazından sonra mezarlıkları ziyaret etmek, bugün de unutulmayan güzel alışkanlıklarımızdandır.
Günlük ibadetlerini aksatanların bile bayram namazlarını kaçırmamaları, bayram namazına ayrı bir özen göstermeleri, Anadolu coğrafyasında olduğu gibi
Erzurum’da da yaygın bir anlayış olarak göze batmaktadır.
Küçük erkek çocukların bayram namazlarına götürülmeleri ise geçmişi geleceğe taşımanın en anlamlı ifadesidir
Gününden önce evdeki balta, satır, bıçak ne varsa bilenir, tahta kütük temizlenerek ortaya çıkarılır, bu suretle bayram için her türlü tedbir alınmaya gayret edilir.
Bayram namazından sonra kurbanlar kesilmeye başlanır, kesimi bilenler bu işi kendileri yapar, bilmeyenler ise kesimi kasaplara yaptırırlar.
Akan kana parmak basıp çocukların alınlarının ortasına vurmak ise bu zamanda da göze çarpan bir özellik olarak sürdürülmektedir.
Kurban duası okunarak tekbirler eşliğinde kurban kesilir, kasabın işi bittikten sonra aile tarafından etler üçe bölünürek bir bölümü komşu ve akrabalara, bir kısmı fakir fukaraya, diğer kısmı ise aileye kalacak şekilde pay edilir.
Tepsi içerisinde komşulara ikram edilen etler, uzak mesafedeki yakın beraberliklerin ne güzelde bir örneğini yansıtmaktadır.
Hele, bayram kışa rast gelmişse, kurban etinin keyfi sobada yapılan kebaplarla bir başka olurdu.
Evde pişen kurban etinden, bayram görmesine gelen misafirlere ikram edilmesi ise yine yaşattığımız güzel adetlerimiz arasındadır.
Genelde bayramın birinci günü, hayatta olan ailenin en büyüğü kimse (Anneanne, dede, babaanne) onun evinde toplanılır, yenilir, içilir, eller öpülür, dualar alınır, çocuklar bayram harçlıklarıyla sevinir; sonra akraba, arkadaş, komşu ve taziye evlerine gidilerek beraberliğin en güzel örnekleri verilir.
Çocukluk dönemlerimde bizim ailenin en büyüğü rahmetli nenem (Anneannem) olduğundan, bayramların ilk günü ailece nenemin Ayazpaşa’daki evine gider orada toplanırdık.
İki katlı evin üstünde nenem, alt katında ise rahmetli ezem oturduklarından, bizim için Ayazpaşa’da ki bu eve gitmek büyük bir mutluluktu.
Kurban Bayramı’nın ilk günü bu ev oldukça hareketli olurdu. Kurbanın kesilmesinden, parçalanıp dağıtılmasına kadar olan tüm safhalarda, nenem bizzat müdahil olur, leçeğinin iki ucunu ayrı ayrı kenarlardan başının üstüne atar, bir elinde satır, diğer elinde bıçakla, sanırsınız ki Nenehatun Aziziye’de düşman üstüne gidiyor görüntüsü verirdi.
Nenemin verdiği bayram harçlıklarını aldık mı ilk işimiz Herkül veya kovboy filmlerinin oynadığı sinemaya gitmek olurdu.
Bayram günleri yası olan evlere gidip taziye dileklerinde bulunup, o ailenin acısını hafifletmek, kederi paylaşmak “Hüküm Allah’ındır” şaşmaz kuralını hatırlatıp, fatiha okumak, yine bizim kaybetmediğimiz değerlerimiz arasındadır.
Allah’a yaklaştıran manasına gelen kurban kelimesi, Erzurum’da o kadar benimsenmiştir ki erkek çocuklarına Kurban ismi verilmesi, günlük hayatta “Kurban olim, yüzen kurban, kurban kesim, seni yaratana kurban, seni verene kurban” gibi duaların bulunması, konuşmalarımızda “Hele kurban, buyur kurban, kurban adın bağışlarmısan” gibi kavramların yerleşmiş olması, yine bizim Erzurum’a özgü bir farklılıktır.
Sevgi ve kardeşliğin ifadesi olan dini bayramlar, İslam coğrafyasının her köşesinde neşe ve coşku içinde kutlansa da Erzurum’da bayramlar bir başka heyecan içerisinde yaşanır ve bu suretle geçmişten günümüze gelen her türlü alışkanlıkların, örf ve adetlerin nesilden nesile intikali sağlanır.
En değerli hazinemiz olan bayramlarımızın, Erzurum’da gelecekte de aynı şuur ve disiplin içerisinde geçmesini temenni ediyor, tüm okurlarımın Kurban Bayramlarını kutluyor, sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum.
Ecz. Erdal GÜZEL