Piyasalar

Ermenistan Haçlı Zihniyetin Öncü Kuvveti Mi?

Punto:
(Pusula Gazetesinden Alınmıştır) Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali KAFKASYALI, Günümüze Işık Tutan Tarihsel Gelişmeleri Gazetemize Anlattı. - Türklerin Ermenilerle ilk karşılaşmalarının tarihteki yerinden ve zamanından bize bilgi verir misiniz? - Türkler, İran coğrafyasını ve Anadolu’yu yurt edindiklerinde bu coğrafyaların muhtelif yerlerinde Ermeni topluluklarıyla karşılaşmışlardır. Ancak Revan yakınlarındaki Eçmiyazin bölgesine Ermeniler 1441 yılında Karakoyunlular zamanında Kilikya bölgesinden küçük bir dinî grup olarak gelmişler ve az bir zamanda burada üç tane kilise yapıp dinî faaliyete başlamışlar. Eskiden beri buranın adı “Üçmüezzin”dir. Azerbaycan Türkleri kadimden beri buraya “Üşmüedzin” derken Ermeniler “Eçmiyadzin” derler. Bazı Türk tayfaları ise yapılan üç kiliseye istinaden “Üçkilse” adını kullanırlar. Bu konuyla ilgili bir şehir efsanesinde şöyle anlatılır: Alpaslan, 5 Ramazan 1064 Cuma günü Ani şehrini fethettikten sonra atını meydana sürüp muzaffer askerlerine atlarına binmelerini emreder. Herkes atına biner. Ardından ikinci bir emir verir: “Kılıç çekin!” der. Bütün askerler kılıçlarını çekip selam durur. Ulu Hakan Alpaslan muhafızlarıyla meydanın yanı başındaki kilisenin önüne gider. Atını muhafızlarına bırakıp kilisenin damına çıkar. Mavi Gök Kubbe’de “Allahuekber nidaları” yankılanır. Anadolu’ya ilk ezanı okur. Cuma namazından sonra da burada büyük bir cami yapılması talimatını verir. O günden beri halk gönlünde bir inanç vardır. Alpaslan Anadolu’yu ezan sesiyle kutsamış ve Türkün kılıcıyla Bizans’ın gözünü kamaştırmıştır. Onun için Anadolu “Türkiye” olmuştur. Yine bir şehir efsanesinde şöyle anlatılır: Alpaslan’ın Tiflis önlerinde kurduğu otağına beyleriyle birlikte gelen Kazak-Borçalı Karapapak Türkleri toplu hâlde Müslüman olur ve Büyük Hakan Alpaslan’a tabi olurlar. Alpaslan, yol kavşaklarında, merkezi yerlerde camiler yapılmasını emreder. Çukursaad bölgesindeki yol kavşağında da bir cami yapılması için bir grup Alp-Eren ile üç müezzin gönderir. Orada üç minareli bir cami yaparlar. Halk o günden sonra oraya Üçmüezzin der. Yıllar sonra Ermeniler buraya yerleştirilince yakılıp yıkılan caminin yerine üç kilise yaparlar. Bazıları buraya “Üçkilse” dese de Azerbaycan Türkleri “Üçmüedzin”; Ermeniler de “Eçmiyadzin” derler. - Ermenilerin gelip burada kilise yapmalarındaki maksatları ne olabilir? - Tamamen Müslüman Türklerin meskûn olduğu bu bölgeye bunların gelip yerleşerek “dinî faaliyet” yapmaları elbette ki tesadüfi değildir. Sonradan anlaşılmıştır ki, bu çalışma Haçlıların “ileri karakol” kurma faaliyetidir. Türk birliğinin, Türk gücünün engellenmesi, parçalanması projesidir. Haçlıların kendi tabiri ile Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Projesidir. - Haçlıların böyle bir projesi olmuş mudur? Bu konuya biraz açıklık getirir misiniz? - Elbette. Bakınız, Türkler 11. yüz yılın ortalarında Anadolu’ya adım atar atmaz Hristiyan âlemi şimdiki Nicol Paşinyan gibi “Türkler geliyor, bizi haritadan silecekler.” diye yaygaraya başlar. Tabii ki yaygarayla kalmaz tedbirler düşünürler. Aldıkları tedbirlerin, yaptıkları plânların tam sayısını bilmek mümkün değil. Şu var ki Haçlılar tarafından 1281’den 1913’e kadar kesintisiz 632 sene içerisinde Türk birliğini bozmak, Türk yurdunu paylaşmak için yüze yakın proje yaptıkları tespit edilmiştir. Ünlü diplomat Djuvara Paris’te 1914 yılında yayımladığı “Cent projets de partage de la Turquie (1281-1913)” Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje adlı eserinde bu plân ve projeleri birer birer açıklamıştır. Bu projelerde Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin nasıl dağıtılıp paylaşılabileceğini detaylarıyla ele almışlardır. 632 yıl sonra yani 1913 yılına gelindiğinde Türk İmparatorluğunu parçalayıp paylaşmayı başarmışlardır. Bu projelerden sadece birinde Türklere reva görülmek istenen önerileri görmek bile Haçlıların niyetlerini anlamaya yeterlidir. - Bu öneriyi bizimle paylaşır mısınız? Elbette. Üniversite gençliğimize hümanist filozof, ilahiyatçı bilgin olarak tanıttığımız Erasmus’un, 1530’da hazırladığı projede, Hristiyan ülkelerin nasıl bir araya gelebileceğini, hangi yollardan giderek Osmanlı Devletini yenebileceğini sonunda nasıl paylaşabileceklerini anlattıktan sonra şu iddiada bulunur: Türkler geçmişleri karanlık yabani insanlardır. (Gens barbara obscurae originis.) Önerisi de şudur: “Hristiyanların varlığını sürdürebilmesi için Türklerin yok edilmesi gerekir.” (Sic julareturcum ut exisstat chrtistianus, si dejicere impium, ut exoriatuır pius.) Yalnız Erasmus değil Hristiyan ilahiyatçılarının tamamına yakını bu fikirdedir. Dikkate şayan bir durumdur ki bütün bu plân ve projeler kiliselerde, katedrallerde yapılmıştır. Onun için Müslüman Türk coğrafyalarında oluşturulan dinî kuruluşlar daima Haçlıların ön karakolları olarak görev yapmışlardır. Hristiyan ekip bulamayınca da bazı sözde “Müslüman kisveli” cemaatleri ön karakol, hatta işgal gücü hâline getirmişlerdir. Bu cümleden 1441’de Revan’ın yakınında kurulan Eçmiyadzin Ermeni Kilisesi kelimenin tam anlamıyla Haçlıların ön karakolu ve Türk İmparatorluğu’nun böğrüne dayatılan hançer olmuştur. - Erasmus niçin İslâm âlemini değil de “Türkleri yok etmek gerekir.” demiştir? - Tabii ki Erasmus’un “Türkleri yok etmek gerekir.” demesi sebepsiz değildir. Çünkü Türkler, İslâm dinine intisap eder etmez İslam’ın bayraktarı olmuşlardır. Türkler, daha Anadolu’yu Türkiye yapmadan Ortadoğu’yu, Hicaz’ı sahiplenmiş, İslam halifesi başta olmak üzere Müslümanları kanadının altına almış, haçlılara göğüs gerip kaş çatıp kılıç çekmiştir. Şimdi pek çok sözde Müslüman ülke yöneticilerinin yaptığı gibi boynuna Hristiyan ülkelerin verdiği madalyayı asıp, entarisini giyerek onların her isteğine amade olmamıştır. Hâl böyle olunca yani Türkler, İslâmın ve Müslümanların şemsiyesi ve kalkanı olunca, Hristiyanlar tarafından hedef tahtasına konulmuştur. İlk Rus Çarının şu cümlesinde bunu görmek mümkündür: Türkleri mahvetmeden İran’ı öldürmeye kalkmayın, çünkü Türkler İran’ı öldürmenize izin vermez. - Ermenileri örgütleme meselesi ne zaman ve kimler tarafından başlatılmıştır? - Bu konuyu anlaşılır kılmak için 19 yüzyılın başlarına gitmek gerekir. Sekiz asırdan çok Güney Kafkasya, İran ve Anadolu’da yaşayan Ermeniler, “Millet-i Sadıka” (Sadık Millet) adlandırılıp Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin müşfik kanatlarının altında neşvünema bulmuşlardır. Ne dinlerine ne dillerine ne eğitim öğretimlerine ne de siyasi ve sosyal faaliyetlerine müdahale edilmiştir. Osmanlı Devleti zayıflamaya yüz tuttuğunda, gözlerini Kafkasya’dan ayırmayan Ruslar, Osmanlı Devletine böğür oku olacak gayri Müslim cemaatlere el atmaya başlamıştır. Güney Kafkasya, Anadolu ve İran’daki Ermenileri ele almanın en iyi ipinin Gregoryen Kilisesi olduğunu iyi bilen Ruslar, ilk iş olarak bu kiliseyi ele geçirmeyi düşünürler. Rus Çarı bizzat devreye girerek Ermenilerin en çok itibar ettiği ve rahiplerini Osmanlı Padişahlarının atadığı Eçmiyazin Kilisesinin (Katogigosluğu) yönetimini Osmanlı yönetiminden ister. Osmanlı yönetimi Ruslarla anlaşmazlığa düşmemek için çarın isteğini kabul eder. İlk olarak 1802 yılında Rus taraftarı bir rahip atanır. Daha sonra buranın yönetiminin atama ve azillerini Rus Çarı üstlenecektir. Ruslar Kafkaslara inmeye başlayınca onlara teşne olan Ermeniler, hasretinde oldukları sahiplerini bulmuş gibi Rusların vaz geçilmez nökeri olurlar. O günden itibaren Ruslar, duygularıyla hareket eden bu sadık bendelerin yakasını hiç elden bırakmaz, piyon yapıp istediği yerde kullanır. 1813 Gülistan Antlaşmasıyla sonuçlanan birinci Rus işgalinde olsun, Türkmençay Antlaşmasıyla sonuçlanan ikinci Rus işgalinde olsun Güney Kafkasya, Güney Azerbaycan ve Doğu Anadolu’daki Ermeniler, Eçmiyazin Kilisesinin desteği ile Rusların yanında yer alır. Ruslar, Aras Nehri’ne kadar Azerbaycan topraklarını sahiplendikten sonra Tahran Kaçar Hükûmeti’yle yapılan Türkmençay Antlaşması’na çok maksatlı bir madde dikte ettirir. İşte Ermenileri örgütleme meselesini kimlerin yaptığını bu madde de görebiliyoruz. Başka bir sözle Rusların Kafkasya üzerine kurguladıkları plânı bu maddede açıkça görebiliyoruz. 15. madde şu anlama geliyordu: “İran coğrafyasında yaşayan ve bu savaşlarda Rusların yanında yer alan Ermeniler, bir yıl içerisinde mal varlıklarıyla birlikte Rus hâkimiyetine alınan Kafkasya’ya göçebileceklerdir.” Böylece Ermenilerin Kafkasya’ya resmî olarak yerleştirilmesi bu antlaşmayla başlamıştır. 20 Mart 1828 günü tasdik edilen Türkmençay Antlaşması’ndan bir gün sonra Çar I. Nikola, Ermeni nökerlerini bir yere toplayabilmek için bir ferman yayımlayarak, kadim Revan ve Nahçivan hanlıklarını "Ermeni Vilayeti" ilan eder. Bununla da müstakbel Ermenistan’ın temelini atmış olur. Bu tarihte Ermeni Vilayeti yapılan coğrafyada yer alan 1125 köyün 1111’inde tamamen Türkler yaşamaktadır. Üç ay içerisinde İran’dan (Güney Azerbaycan’dan) 8.249 Ermeni aile yani 45.000 Ermeni ile 500 Yezidi Kürt ve bir miktar Süryani aile mal varlıklarıyla getirilip Revan, Nahcivan və Karabağ bölgelerine yerleştirilir. 1826’da Yeniçeri Ocağının kapatılmasını ve bir yıl sonra da Fransız, İngiliz ve Rus güçlerinin Navarin’de Osmanlı donanmasını yakmasını fırsat bilen Çar I. Nikola, doğudan ve batıdan Osmanlı Devleti’ne saldırıya geçer. Bir taraftan İstanbul önlerine, diğer taraftan Muş’a Erzincan’a kadar ilerler. Tuna boylarından Batum’a kadar Karadeniz’in kuzeyi tamamen Rusların eline geçer. Çok zor durumda kalan Osmanlı Devleti, Ruslarla Edirne Antlaşması’nı yapmak mecburiyetinde kalır. Yapılan bu antlaşmaya Türkmençay Antlaşmasındaki 15. maddenin hemen hemen aynısını 13. madde olarak yazılır. Bununla Osmanlı Devleti’ne “Türkiye'nin işgal edilmiş arazilerinde bulunan Ermenilerin 18 ay içerisinde taşınan malları ile birlikte Rusya'ya göçme hakları” taahhüt ettirilir. Bu yenilgiden sonra Osmanlı Devletinin Kafkasya, İran Türklüğü ve Hazar ötesi Türk halkları ile ilişkileri çok zorlaşır. Osmanlı Devletinin sadık dostları olan Kırım ve Kafkas halklarının talihi Rusların eline geçer. Kars'tan 14.044 Ermeni aile (70.220 kişi); Erzurum'dan 7.288 Ermeni aile (36.440 kişi); Beyazıt'tan 4.215 aile (21.075 kişi), Ardahan'dan 67 Ermeni aile (335 kişi) alınarak Revan, Karabağ, Gökçe, Ahılkelek, Ahıska bölgesine yerleştirilir. Gürcü kayıtlarına göre 67 Yezidî Kürt aile de (324 kişi) yine oraya götürülür. - O devirde bahsettiğiniz yerleşim yerlerinde Ermeni halkı yok mudur? - Yukarıda dediğim gibi çok azdır. Rus ve Gürcü kaynaklarına göre Revan, Nahçıvan ve Karabağ’ın şehirlerinde, köylerinde 1828 yılından önce toplam 9 bin ermeni nüfusu vardır. İki yıl içerisinde 90 bin Ermeni İran’dan; 150 bin Ermeni de Türkiye’den göçürülerek Ermeni nüfusu 249 bine çıkarılmıştır. Ermeni Kilisesinin ünlü papazı Nerses, Urmiye ve çevresinde yaşayan 15 bin Süryanînin de "Ermeni Vilayeti"ne göç ettirilmesi için çok çalışmış fakat başarılı olamamıştır. Çok az sayıda Süryani Ermeni Vilayeti’ne göç etmiştir. - Ruslar bununla ne yapmak istiyorlardı? Bu sorunuzun cevabını Kafkas Rus Orduları Komutanı General Paskeviç’in Çar’a gönderdiği yazılarda görmek mümkündür. O yazılarında şöyle der: Başta Ermeniler olmak üzere İran, Anadolu ve Rusya içlerinden getireceğimiz Hristiyan halkları Kafkasya’ya yerleştirip sağlam bir set oluşturabilirsek Anadolu Türklüğünü besleyen Kafkasya ve Asya Türklüğü damarını kesmiş oluruz. Kafkasya ve Orta Asya ile bağları kesilen Osmanlı Devletini, Balkanlardan çıkarıp Anadolu’da boğmak zor olmaz.” - Kafkaslardan Anadolu’ya gelen göçlerden de bahseder misiniz? Kafkasya ve Azerbaycan’ı işgal eden Ruslar, bu coğrafyada çok büyük katliam yapıp halka zulmederler. Özellikle işbirlikçi Ermeni çetelerinin eliyle yapmadıkları zulüm kalmaz. Çeşitli bahanelerle, kimine siz Şeyh Şamil’e yardım ettiniz, kimine siz Osmanlı Devletine yardım ettiniz, kimine siz İran Türkleriyle işbirliği yaptınız diye Avar, Azeri, Adıge, Abhaz, Balkar, Çeçen, Çerkez, İnguş, Kabartay, Karaçay, Karapapak, Kumuk, Lezgi, Nogay, Oset gibi Müslüman Kafkas halklarını yurdundan yuvasından çıkarıp kovarlar. Yüz binlercesini de öldürürler. 1876 yılına kadar Osmanlı Devletine “Kafkas” veya “Çerkez” muhacirleri adı altında göç eden Kafkasyalıların sayısı 700.000'e ulaşmıştır. Osmanlı coğrafyasından antlaşmaya bağlı olarak büyük bir göç dalgası da 93 Harbi sonrasında 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’nın 7. maddesine dayalı olarak yapılmıştır. Türkmençay Antlaşmasının 15. ve Edirne Antlaşması’nın 13 maddesinin benzerini bu defa bu antlaşmanın 7. maddesinde görüyoruz. Harp tazminatı olarak alınan Kars, Ardahan ve Batum şehirlerinde yaşayan Türkler, Osmanlı topraklarına; Osmanlı ülkesindeki Hristiyanlar da bu şehirlere göçebileceklerdir. Üç yıl içerisinde resmî kayıtlara göre 82 bin Türk bu yerlerden ayrılıp Anadolu içlerine göçmüştür. Ünlü Rus ansiklopedisi “Ensiklopediçeskiy Slovar – Karskaya Oblast”ta yazdığı gibi zoraki göç ettirilen Türklerden boşalan köylere Osmanlı Devleti arazisinden davet edilen Ermeni, Rum, Yezidî, Süryanî (Asûrî) gibi Anadolu halkları ile Rusya’dan getirilen Alman ve Estonyalı halklar ve Ukraynalı, Malakan, Duhobor gibi milliyetleri sahih olmayan çiftçiler, mal varlıkları ile birlikte yerleştirilir. Kemal Karpat’ın yazdığına göre 1881-1914 yılları arasında Kafkaslardan 500 bin insan Türkiye’ye göçmek mecburiyetinde kalmıştır. Kafkasya’yı, Türklerden arındırma ve Ermenilerin sayılarını artırma hareketlerinden biri de Birinci Dünya Savaşı yıllarında yapılır. Ruslar, Sarıkamış hareketinde ve daha sonra Kars, Ardahan savaşlarında Osmanlı Ordusu’na yardım ettikleri gerekçesiyle 1915 yılının ilk üç ayında bölge halkı köy köy kılıçtan geçirilir. Binlerce Müslüman Türk öldürülür, binlercesi yurdunu yuvasını terk edip didergin düşer. - Ermenistan’ın kurulması nasıl olmuştur? - Ermeniler Bolşevik ihtilâlini müteakip Ruslar adına Osmanlı Devletine ve Azerbaycan’a yaptıkları hıyanetin karşılığını talep ederler. Bunun üzerine Bolşevikler, 29 Mayıs 1918’de başkenti kadim Türk şehri Revan olan bir Ermeni Devleti kurdururlar. Kurulalı bir iki gün olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, Bolşeviklerin baskısı yüzünden kendi toprakları üzerinde Ermenilerin devlet kurmalarına ses çıkaramaz. Böylece Ermenilerin Azerbaycan topraklarına getirilmelerinin üzerinden yüz yıl geçmeden göçmen geldikleri ülkede 9500 km kare toprak üzerinde devlet sahibi olurlar. Bir zamanlar Rusların nökeri olan Ermeniler artık Moskova’nın şımarık çocuğu olmuşlardır. Her fırsatta Moskova’nın sayesinde Azerbaycan toprağından parça parça koparıp alırlar. Ermeni hükûmeti, 1920’de Sovyet hâkimiyetini gönüllü kabul ettik diye yine bir bahane bulup Moskova’nın kapısına dayanır. Moskova, Azerbaycan’ın batı kısmındaki Şerur-Dereleyez bölgesinin bir kısmı ile Zengezur’un Mehri bölgesini Ermenilere işgal ettirir. Tabii ki bu danışıklı dövüştür. Bu bölgeyi işgal ettirmekle Azerbaycan ile Nahçıvan’ın bağlantısı kesilir. Aynı zamanda Türkiye’nin Kafkasya’ya açılan kapası kapatılır. Diğer yandan Ermenistan İran’la sınırdaş olur. Türkiye’nin müdahalesi olmasa Nahçivan’ı da işgal edeceklerdir. Dağlık Karabağ ise Muhtar Vilayet olarak Azerbaycan’ın terkibinde kalır. 1922 yılında Ermeni bürokratların Moskova yönetimini yönlendirmesiyle Azerbaycan’ın sınır şehri Kazak’ın 379.984 desyatin (yaklaşık 400.000 hektar) arazisi Ermenistan’a verilir. Bu arada Moskova ve Kars Antlaşmaları gereğince 1921-1924 yıllarında yapılan mübadelede Kars ve çevresine 45.000 Türk göçü gelir. Buna mukabil Van, Muş, Erzincan, Erzurum, Ardahan ve Kars’tan da 100 bin civarında Ermeni, Ermenistan’a göç eder. 1928’de sınırların düzenlenmesi bahanesiyle yine Kazak şehrinin 75.909 desyatin (yaklaşık 80.000 hektar) mümbit arazisi ve 79.208 desyatin (yaklaşık 85.000 hektar) yayla arazisi Ermenilere verilir. 1929 yılında Sovyet yönetimi tarafından Kars Antlaşması bozularak Nahcivan’ın 9 köyü Ermenistan arazisine katılır. Kafkasya’da Türk nüfusunun azaltılıp Ermeni nüfusunun artırılması çalışması hız kesmeden devam eder. İkinci Dünya Savaşı başlamadan Adigön, Ahıska, Aspindza, Ahılkelek ve Bogdonovka şehirlerinden eli silah tutan 47 bin Türk genci silah altına alınıp Alman cephesine gönderilir. Bunlar Sovyetler Birliği namına savaşırken 1944 yılının Kasım ayında Moskova’nın emri üzerine bu beş şehir ve 219 köyünde sakin bulunan 107.202 Müslüman Türk, Orta Asya’ya sürgün edilir. Bunlardan 14.895’i yolda ölür. Sürgün edilenlerin yerine Ermeniler yerleştirilir ve onların evleri barkları, arsa ve arazileri, bütün mal varlıkları Ermenilere paylaştırılır. Ahıskalıların sürgününden ilham alan Ermeni bürokratları Stalin’den Ermenistan’daki Türklerin de sürgün edilmesini isterler. Stalin kabul eder. 1948-50 yıllarında 100 bin Müslüman Türk aile Mil-Muğan ovasına sürgün edilir. Onların evleri barkları, arsa ve arazileri, bütün mal varlıkları da Ermeniler arasında paylaştırılır. 1992 yılına gelindiğinde Rusların marifetiyle sınırların bozulmazlığı anlaşmasını hiçe sayarak 26 Şubat’ta bütün dünyanın gözü önünde Hocaalı Soykırımını yapıp Azerbaycan arazisinin %20’sini işgal ettiler. Bir milyondan fazla Azerbaycanlı göçmen durumuna düşürüldü. - Sayın Hocam geçmişten günümüze yaşanan süreci çok güzel izah ettiniz. Geçmişten beri yaşananları göz önüne aldığınızda bugün yaşananlar ve gelecekte yaşanması muhtemel durumlar hakkında neler söylersiniz? Bugün Azerbaycan Kazak Şairi Rıfat’ın dediğini yapmaktadır ve doğru yapmaktadır. O der ki: “Yurttan düşmanı kovmak, Yurdu düşman elinde görmekten daha kolaydır.” Azerbaycan işgal edilen topraklarını tamamen işgalden kurtarmadıkça masaya oturmamalıdır. Masaya oturunca da mutlaka Zengezur’un Mehri bölgesini sahiplenip Nahçivan – Azerbaycan yolunu açık tutmalıdır. - Verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ederim. - Ben de teşekkür ederim.