Piyasalar

Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje veya Tarihte bir Gezinti

Punto:

Sibernetik bilimi bugün gösteriyor ki: Sosyal hayat da fizik ve biyolojik hayat gibi canlıdır.
Yani düzenli, doğurgan ve ölümlüdür. Hz. Muhammed, bu sosyal kurumlar yüzyılda bir
yenilenmeli dedi. Her yüzyılda bir alim gelip bu ümmet için dinini yenileyecektir; yüzyıl
sonra, bugün yaşayanlardan hiç kimse dünyada kalmayacaktır, dedi. İlk Sosyolog olan İbn
Haldun da bu süreyi yüz yirmi yıl ile sınırlandırıyor. Nitekim Tevrat da Tekvin kitabında
insanın nihai ömrü 120 yıldır diyor. Evet, yüz yılda insan öldüğü gibi, kurduğu müesseseleri
de kokuşur. Onun için, varlığı ve hayatı evrimleşmek ve gelişmek üzere yaratan Allah, sürekli
olarak bu kokuşmuş kurumları dışardan gelen güçlerle yeniliyor. Hristiyanlık, 4. Asırda
Konstantin’e teslim olup kurumlaştıktan sonra 7. Asırda İslam ile yenilendi. İncillerden
anlaşıldığı gibi Yahudilik şekilci Şeriatçılıkla (Ferisilikle) kokuşunca, Roma eliyle sürgüne
maruz kaldı. Sonra İslam’la da bir daha sürgüne maruz kaldı. İslam alemi özellikle Abbasi
İmparatorluğu çok canlı ve yeni bir medeniyet getirmişti. Bu Medeniyet daha sonra Endülüs
ve Sicilya üzerinden Avrupa’ya geçip, onları kokuşmuş Kiliseden kurtaracaktır. Abbasî de
kokuşunca Selçuklular geldi, Orta Doğu'da medeniyete epey hizmet ettiler. Sonra Moğol
istilaları her şeyi sıfırladı. Şiddet tamamen hayata hâkim oldu. Fakat çağları aşan Mevlâna
irfanı ile o şiddet ve o yıkım, bayındırlığa ve irfana dönüştü. O süratle Osmanlı kuruldu.
Osmanlının kurulmasında Mevlana’nın etkisi çok büyük de olsa, asıl fikir babası olan
Edebali, bir Kürt Şeyhi olan Taceddin’in mürididir. Ta o zamandan beri Türklerin hayatında
gerek ordu olarak ve gerek müderrisler olarak Kürtlerin katkısı çok büyük olmuştur.
Fakat Osmanlı çok büyük bir güç olduğundan, 550 yıl sonra çok hantal bir kokuşmuş
müessese olmuştu. Daha önce Balkanlara ve Orta Doğu'ya düzen veren Osmanlılar bu sefer
kendileri düzene muhtaç idi. Bu sefer ona düzen verecek Batı medeniyeti ve bilimleri idi. Bu
sancılar ta Tanzimat döneminden yani 1839’dan beri vardı. Fakat asıl yenilik, üyelerinin çoğu
Kürt aydınları olan daha sonra İttihad-Terakki ismini alacak olan İttihad-ı Osmani Cemiyeti
idi. Kuruluş 1889. Asıl fikir babası, Kürt asıllı Dr. Abdullah Cevdet’tir. Fikir babası diyorum
çünkü onun düşünceleri ve kitapları, 46 sene boyunca Osmanlıyı ve Türkleri etkilemiştir.
Fakat varlıklarının ana sebebi olan Abdullah Cevdet, daha sonra İttihad-Terakki'den ihraç
edilmiştir.
Evet, eğer Abdullah Cevdet iyi anlaşılsaydı ve tepkilerle kenarlara itilmeseydi, bugün ne
gericilik sorunu ne Kürt ve Filistin sorunu olmayacaktı. ABD yerinde, başta Türkler, Araplar
ve Kürtler olmak üzere Orta Doğu Halkları var olacaktı. Abdullah Cevdet dinsiz bilinir ama
asla dinsiz değildir. Onun ana amacı, din ile bilimi barıştırmaktır. Nitekim, son dönem
kurduğu derginin ismi İçtihattır. Onun matbaasının ve kütüphanesinin baş müdürü, aydın ama
dindar bir Kürt olan Ahmed Ramiz’dir. Abdullah Cevdet aynı zamanda Said Nursi’nin de iyi
arkadaşıdır. Said Nursi evrimle ilgili onun bir şiirini Muhakemat kitabına almıştır.

2

Ve Ahmed Ramiz, Said Nursi’nin Divan-ı Harb-ı Örfi'deki (31 Mart 1909'da idamla
yargılandığı Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki) müdafaasına kuvvetli bir Önsöz yazdığı ve kitabı
Abdullah Cevdet yayınları içinde bastığı için, uzun bir dönem tutuklu kalmıştır. Bu
mahkemede on bir suç ile Said-i Kürdi suçlanıyordu. Bir suçu da Kürtleri uyandırmaya
çalışmasıdır.
Gelin, Abdullah Cevdet’in kısa bir biyografisine göz atalım. Benim amacım onun gibi,
yorumsuz sivri fikirleri ortaya atmak değildir. Amacım, Müslümanlar yüzyıl sonra artık
bilimle barışmalıdır. Türkler, yüzyıl sonra İngiliz’in Kürtler hakkındaki planını fark edip
dünyada sağlıklı bir idareye kavuşmalarıdır. Evet, Türklerin Kürtlere çok borcu vardır, artık
bugün özgürlük olarak o borcu ödemeleri gerektir. Boşuna ve anlamsız bir şekilde kan
dökülmesinin hiç kimseye faydası yoktur.

29.01.2024
Bahaeddin Sağlam

Abdullah Cevdet Hayatı (Vikipedi’den)
9 Eylül 1869 günü Arapgir’de dünyaya geldi. Kürt kökenlidir. Kimi kaynaklara göre 1867
doğumludur. [1] Babası Diyarbakır birinci tabur kâtiplerinden Hacı Ömer Vasfi Efendi’dir. [4]
İlköğrenimini Hozat ve Arapgir’de tamamladıktan sonra ailesiyle Harput’a gitti. 1885’te
Ma‘mûretülazîz (Elazığ) Askerî Rüşdiyesi’nden mezun oldu.
On beş yaşında İstanbul’a giderek Kuleli Askerî Tıbbiyye İdâdîsi’ne girdi. Üç yıl sonra
mezun oldu ve eğitimine Askeri Tıbbiye’de devam etti.
Tıbbiye yılları
Tıbbiye'deki öğrenciliği sırasında, okulda hakim olan biyolojik materyalist eğilimlerden
etkilendi. [5][6] Ludwig Büchner’e ait, kendisini çok etkileyen “Kraft und Stoff” adlı kitabın bir
bölümünü, biyolojik materyalist görüşleri herkesin anlayacağı bir dille anlattığı için
“Fizyolociya-i Tefekkür” (1890) adıyla Türkçeye çevirdi. Onun çevirilerini hedef alan çeşitli
reddiyeler kaleme alındı. [4] Aynı yıl beyin fonksiyonları üstüne “Dimağ” adlı kitabı yayımladı.
Ertesi yıl, İslâm âlimleriyle biyolojik materyalist filozofların fikirlerini bağdaştırmaya çalışan
“Fünûn ve Felsefe” adlı çalışmasının ilk taslağını hazırladı. Okuldaki son yılında, biyolojik
materyalizm ve beyin fonksiyonları üzerine “Fizyolociya ve Hıfz-ı Sıhhat-i Dimâğ” ve
“Melekât-ı Akliyye” adlı iki kitap daha yayımlayan Abdullah Cevdet, aynı konular üzerinde
Maârif, Musavver Cihan ve Resimli Kitab mecmualarında makaleler yazdı.
Felsefi fikirlerin topluma ancak siyaset aracılığı ile aktarılabileceğini düşünüyordu. [4] Bu
düşünceyle, çeşitli siyasi hareketlerin içinde yer aldı. 1889’da dört arkadaşı ile birlikte
“İttihad-i Osmânî Cemiyeti” adını verdikleri bir cemiyet kurdular. [6] Daha sonra İttihat ve

3

Terakki Cemiyeti’ne dönüşen bu cemiyet, 1908 Devrimi’ne önayak olmuş, 1918’e kadar
devlet yönetimine egemen olmuştur.
II. Abdülhamit’e karşı yürütülen propagandanın önde gelen isimlerinden biri olan [7] Abdullah
Cevdet, siyasal faaliyetleri nedeniyle öğrenimi boyunca birkaç kez tutuklandı, bir süre
okuldan uzaklaştırıldı. [6]
Tıbbiye’deki öğrenciliği sırasında edebiyatla da ilgilendi ve Abdülhak Hamid’in isteğine
uyarak şiirlerini kitap haline getirdi. [8] Ömer Cevdet adıyla yayımladığı bu ilk eserlerinde
özellikle Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamid ve Halit Ziya’nın
etkileri sezilir. [8] 1890 yılında yayımladığı ilk şiir kitabı ”Hiçten sonra Tuluat” (1891) ve
”Masumiyet ” (1893) adlı şiir kitaplarını da yayımlamıştır.
Temmuz 1894’te tıp öğrenimini tamamladı, göz hekimi oldu.
Sürgün yılları
Okulu bitirdikten sonra, İstanbul’da Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde göreve başladı. [6]
Kolera salgını nedeniyle aynı yıl kasım ayında, geçici görevle Diyarbakır’a gönderildi; [9] İttihat
ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Bu şehirde bulunduğu sırada Mehmet Ziya Bey
(Gökalp)’in intihar girişiminde ilk müdahale eden ve onu kurtaran kişi oldu [10][11] ve Ziyâ
Gökalp’in cemiyete intisâbına önayak oldu. [6]
Bu arada Büchner’in “Natur und Geist” adlı eserini Goril adıyla çevirdi. Eseri, “Hikmet
Müslüman’ın kayıp malıdır.” hadisiyle sundu. [4]
1895’te İstanbul’a döndüğünde İttihatçı hareketleri tehlikeli görüldüğünden, bozgunculukla
suçlanarak tutuklandı ve başkentten uzaklaşması için Trablusgarp Merkez Hastanesi’nin göz
hekimliğine getirildi. [8] Fakat cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Bir buçuk yıl
görev yaptıktan sonra hapsedildi. [12] Dört ay sonra serbest bırakıldığında, [12] Fîzan’a
sürülmesinin kararlaştırıldığını öğrenince, önce Tunus’a kaçtı; oradan 1897 yılında Fransa’ya
geçti.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iki gruba ayrıldığını, Mizancı Murat ve arkadaşlarının
Serhafiye Ahmed Celâleddin Paşa arasında imzalanan anlaşma gereğince İstanbul’a geri
döndüğünü gördü. Cenevre’ye geçerek Tunalı Hilmi ve Dr. Çerkez Mehmet Reşit gibi Jön
Türklerle buluştu. [8] İki fırkaya ayrılan Jön Türkler’den Ahmet Rıza Bey’in liderliğindeki
gruba katıldı. [6] İshak Sükûti ile birlikte, derneğin yayın organı olan Osmanlı gazetesini Türkçe
- Fransızca olarak çıkardı ve istibdat karşıtı yazılar yazdı. [12] Batı eserlerinden çeviriler yaptı;
çevirdiği yapıtlar arasında Schiller’in Giyom Tell adlı draması vardır. Bu esere yazdığı
önsözü daha sonra “İki Emel” adıyla kitap olarak yayımladı. Ayrıca Vittorio Alfieri’nin,
“Della Tirannide”(1789) adlı kitabını, “İstibdad” adıyla çevirdi. [6] Cenevre’de yayınladığı şiir
kitaplarından birisi olan “Kahriyat ” adlı eserinde sanat kaygısından ziyade siyasi özlemlerle
kaleme alınmış özgürlük, vatan sevgisi temalı olan ve hemen hemen hepsi II. Abdülhamid
hakkında olan, onu hürriyet düşmanlığı ile suçlayan şiirlere yer verdi. [5]

4

Yayımladığı yazılardan rahatsız olan padişah Abdülhamit, siyasi yazılar yazmaması ve
İstanbul’a dönmemesi koşuluyla kendisini Viyana elçilik doktorluğuna atamayı önerince
teklifi kabul etti. Onun Abdülhamit’e jurnalcilik yaptığı ve gazeteyi kapatıp Viyana’da
doktorluğu kabul etmesinin bunun kanıtı olduğu öne sürülmüştür; [12] öte yandan diğer yayın
çalışmalarını sürdürebilmek için gazeteyi kapatmaları karşılığında alacakları parayı kabul
ettikleri de iddia edilir. [6] 1903’e kadar Viyana sefareti tabipliğini sürdürdü. Bu görevi
sırasında belirli ölçüde muhalefete devam etse da daha çok şiirle meşgul oldu ve sembolist şiir
çevrelerinde ilgiyle karşılanan kitaplar yayımladı. [5]
Siyasi faaliyetlerini gizlice devam ettirdiğini saraya bildiren büyükelçi Mahmut Nedim
Paşa’yı tokatlaması üzerine 1903’te Avusturya’dan sınır dışı edildi. [6][12] Cenevre’ye dönerek
Ethem Ruhi Bey ile buluştu; Osmanlı İttihat ve İnkılap Cemiyeti’ni kurdu ve örgütün yayın
organı olarak yeniden Osmanlı gazetesini çıkardı.
İçtihad
1904’te, İçtihad adlı bir basımevi kurdu. Basımevinde, Batılılaşma yanlısı eserler bastı,
İçtihad adlı bir dergi çıkardı. 1904 yılından, öldüğü 1932 yılına kadar dönem dönem kesintiye
uğramakla birlikte, İçtihad’ı çağrıştıran Cehd, İşhâd, İştihâd, Âlem, Eski İçtihad isimleri
altında Cenevre, Mısır ve İstanbul’da bu dergiyi yayımlamayı sürdürmüştür. [13]

Abdullah Cevdet'e ait bir karikatür. Altındaki yazı: “«Darvin» nazariyesinin temsili” [14]
Abdullah Cevdet, 1905’te Cenevre’de kısa bir süre görüşme imkânı bulduğu Mısırlı reformist
din âlimi Muhammed Abduh’un fikirlerinden de etkilendi. Aynı yıl Osmanlı hükümetinin
baskısı sonucu İsviçre hükümeti kendisini sınır dışı ettiğinde, basımevini Kahire’ye taşıdı. [12]
Kahire’de, Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin önemli bir üyesi haline
geldi. 1906’da başlayan ve bazı vergilerin kaldırılması ile birlikte meşrutiyet talebini de dile
getiren Erzurum ayaklanmasını destekleyen yazılar yazdı. [6] Meşrutiyet ilan edildiğinde hemen
yurda dönmedi, bir süre daha Mısır’da kaldı.

5

Doğu ile Batı arasında fikir alışverişinin yapılabildiği bir ortam yaratmayı amaçlıyordu. Bu
amacı çerçevesinde Sâdî, Mevlânâ ve Hayyam’ın yanı sıra Shakespeare, Schiller, Byron’dan
çeviriler yaptı. 1908’de Reinhardt Dozy’nin Essai sur l’Histoire de l’Islamisme (İslamcılığın
tarihi üzerine deneme) adlı iki ciltlik eserini “Tarih-i İslamiye” başlığı ile çevirip yayımladı.
İslâm’ı ve İslâm peygamberini çok ağır biçimde eleştiren bu kitap, Osmanlı kamuoyunda
büyük infiâle yol açtı; Şubat 1910’da yasaklandı, toplatıldı [15] ve mevcut nüshâlar Galata
Köprüsü’nden atılarak imhâ edildi. Abdullah Cevdet Bey, eseri, Müslüman tarihçilerin
Dozy’nin yanlışlıklarını düzeltmelerine imkân tanımak amacıyla tercüme ettiğini iddiâ etti. [15]
Yurda dönüş ve mütareke yılları
1910’da İstanbul’a döndü. Kendi matbaası İçtihad Evi’ni kurdu. “Kütüphane-i İçtihad”
dizisini yayımladı. [6] İçtihad dergisini 24'üncü sayıdan itibâren neşretmeye devam etti.
Cağaloğlu’ndaki evi, aydınların sık sık gelip gittikleri, tartıştıkları bir mekân hâlini aldı ve bu
özelliği, Abdullah Cevdet Bey’in ölümüne kadar da sürdü. Ölümünden sonra şahsî
kütüphanesi ve arşivi, kızı Gül Karlıdağ tarafından korunarak muhafaza edilmiştir. Nâdide
eserler, günümüzde hâlâ ayakta duran Cağaloğlu’ndaki İçtihad Evi’nin en üst katında,
kullandığı mobilya ve diğer eşyalarla birlikte saklanmaktadır. [16]

“Abdullah Cevdet Bey ve kerimesi Gül Hanımefendi” [17]
İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirel tutumu nedeniyle baskılara maruz kalan Abdullah
Cevdet Bey, 1914’te basımı durdurmak zorunda kalmıştı. Bir süre İkdam gazetesinde imzasız
başyazılar yazdı. İşgal yıllarında Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye Genel
Müdürlüğü’ne atanan Abdullah Cevdet Bey, kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi
uygulamasını başlatınca halktan gelen tepki üzerine görevden alındı. İngiliz Muhipler
Cemiyeti’nin kuruluşunda rol oynadı, Kürt Teali Cemiyeti’nde de çalıştı. [6] ”Seçkin” insanların
yetişmesine yönelik bir eğitimi ve biyolojik materyalizmi savunan Abdullah Cevdet Bey,
daha cumhuriyet kurulmadan yıllar önce Latin harflerine geçilmesi gerektiğini vurguladı ve
kadın hakları konusundaki görüşleriyle dikkat çekti. Bahâîlik hakkında hazırladığı yazı dizisi
ile dinî çevrelerin tepkisini çekti, kovuşturmaya uğradı.

6

I. Dünya Savaşı sonrası
İşgal yıllarındaki İngiliz yanlısı tutumu ve Kürt milliyetçisi örgütlerde yer almasından dolayı
I. Dünya Savaşı sonrasında siyasal iktidarın gözünden düşmüştü. Cumhuriyet döneminde
hakkında ömür boyu devlet hizmetinden men cezası verildi. [6] Ömrünün kalan kısmını, şiir
yazarak, çeviri yaparak ve İçtihad’ın neşri ile uğraşarak geçirdi. Shakespeare’den Mevlânâ’ya
ve Ömer Hayyam’a uzanan geniş ilgi alanında tercümeler ortaya koydu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Cevat Paşa’nın Elâzığ milletvekilliğinden çekilmesi üzerine onun
yerine meclise girmesi söz konusu olduysa da 1925’te tarımı geliştirmek üzere göçmen
getirilmesine ilişkin sözleri nedeniyle “damızlık adam getirmek istiyor” şeklinde söylenti
çıkarılınca siyasetle ilişkisini kesti. [18]
1928 yılında cumhurbaşkanı Atatürk’ün isteğiyle Fransız filozof Jean Meslier’nin kaleme
aldığı din eleştirisi kitabını çevirdi; eser, “Akl-ı Selim“ adıyla Devlet Matbaası’nda, Millî
Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında yayımlandı. [19] 1931 yılında şiirlerini Karlıdağ’dan Ses
adıyla kitaplaştırdı. [13]
29 Kasım 1932’de İstanbul’da kalp krizinden hayatını kaybetti. Dinsizlikle suçlanan Abdullah
Cevdet Bey’in Ayasofya Camii’ne getirilen cenazesi sahipsiz kalmış, cenaze namazının
kılınmaması gerektiği ifade edilmişse de Peyami Safa’nın ricası üzerine namazı kılınmış,
birkaç belediye görevlisi tarafından Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir. [20] Burhan
Bozgeyik’in “Meşhurların Son Anları” adlı kitabında ise cenaze namazının kılınamadığı,
cenazesini taşıyacak araba bulunamadığı, Fener Rum Patrikhanesi’nden araba istenerek haç
sembollü araba ile mezarlığa götürülüp birkaç belediye görevlisince defnedildiği
anlatılmaktadır.
ESERLERİ:
Şiir kitapları
 Hiç (1890)
 Türbe-i Masumiyet (1890)
 Tulûat (1891)
 Masumiyet (1894)
 Kahriyât (1906)
 Karlı Dağdan Ses (1931)
 Düşünen Musiki (1932)
 Rafale de Parfümse: Sonnets (1904)
Mensur kitabı
 Ramazan Bahçeleri (1891)
Düşünce eserleri
 Dimağ (1890)
 Fizyolacya-i Tefekkür (1892)

7

 Fünun ve Felsefe (1897)
Çevirileri
 Weber’den “Asırların Panoraması”
 Gustave Le Bon’dan “Asrımızın Hususu Felsefiyesi”
 Hayyam’dan “Rubaiyat”
 Mevlana’nın Divanından Seçmeler
 Gustave Le Bon’dan “Dün ve Yarın” (1921)
 Gustave Le Bon’dan “İlm-i Ruh-i İçtimai” (1924)
 Gustave Le Bon’dan “Ameli Ruhiyat” (1931)
 Jean Meslier’den “Akl-ı Selim (Sağduyu Tanrısızlığın İlmihali) (1928)

Kaynakça

1. ^ a b Alpay, Yalın. “A Glimpse into the first racist approach in the Ottoman Empire: The “Scientific” racism of
Abdullah Cevdet”. İstanbul. 19 Aralık 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Aralık 2015.
2. ^ Jön Türk'lükten, Jin Kürt'lüğe. 20 Mayıs 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Rasim
Giresunlu, Ufuk Ötesi.
3. ^ Abdullah Cevdet 22 Mart 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Hüseyin Akar.
4. ^ a b c d Çebi, İsmail. “Dr. Abdullah Cevdet'in düşüncesinde madde anlayışı”. 19 Aralık 2015 tarihinde
kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Ağustos 2015.
5. ^ a b c Hanioğlu, M. Şükrü. “Abdullah Cevdet” (PDF). 19 Aralık 2015 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
Erişim tarihi: 18 Aralık 2015.
6. ^ a b c d e f g h i j k l m “Hüseyin Akar, Dersim'den Portreler: Abdullah Cevdet, Akarhuseyin.com sitesi, Erişim
Tarihi:20.07.2011”. 22 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2011.
7. ^ Demir, Osman. “Doktor Abdullah Cevdet'te Din Algısı”. Erişim tarihi: 18 Aralık 2015.
8. ^ a b c d Abdullah Cevdet (Karlıdağ), Kenthaber.com Arapgir-Malatya İz bırakanlar Sayfası, Erişim tarihi:
20.07.2011
9. ^ Zeynep Çamsoy, Milli Mücadele Döneminde Kürdistan Teali Cemiyeti, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap
Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007
10. ^ “Zeki Arıkan, Dr. Abdullah Cevdet, Radikal gazetesi, 26.02.2006”. 10 Ekim 2014 tarihinde kaynağından
arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Ekim 2020.
11. ^ “Zeki Arıkan, Gazi Paşa ile İki Saat Görüştük, Toplumsal Tarih Dergisi, Nisan 2005, Sayı 136”. 21 Ocak 2012
tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Nisan 2010.
12. ^ a b c d e f “Sosyoloji.com.tr sitesi Abdullah Cevdet Sayfası, Erişim tarihi:20.07.2011”. 4 Temmuz 2011 tarihinde
kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2011.
13. ^ a b Oğuzhan Saygılı, Abdullah Cevdet’in Doğru Anlaşılabilmesine Doğru [ölü/kırık bağlantı]
14. ^ Şehir Üniversitesi e-arşiv [ölü/kırık bağlantı]
15. ^ a b Hilmi Yavuz, Dozy, İslam Tarihi ve Abdullah Cevdet(1), Zaman gazetesi, 01 Kasım 2006 [ölü/kırık bağlantı]
16. ^ Emin Nedret İşli (10 Ağustos 2017). “Doktor Abdullah Cevdet Bey ve kütüphanesi”. Cumhuriyet Kitap.
17. ^ Şehir Üniversitesi e-arşivi [ölü/kırık bağlantı]
18. ^ Sefa Kaplan, Tarım İşçisi Getirelim Dedi, Damızlık İstiyor Diye Yazdılar, Hürriyet gazetesi, 17.08.2005
19. ^ “Kaynak Yayınları”. 22 Temmuz 2011 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2011.
20. ^ “Yazarmezar.com sitesi Abdullah Cevdet sayfası, Erişim tarihi: 20.07.2011”. 29 Eylül 2018 tarihinde
kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2011.

8

Şimdi de Abdullah Cevdet’i Diyanet Ansiklopedisinden Takip edelim:
ABDULLAH CEVDET (1869-1932)

Son devir fikir ve siyaset adamı, Jön Türk hareketini başlatanlardan biri.

Müellif:
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU
9 Eylül 1869’da Arapkir’de doğdu. Babası Diyarbekir Birinci Tabur Kâtibi Ömer Vasfi
Efendi’dir. İlk öğrenimini Hozat ve Arapkir’de yaptı. Ma‘mûretülazîz Askerî Rüşdiyesi ile
Kuleli Askerî Tıbbiye İdâdîsi’ni bitirdikten sonra Mekteb-i Tıbbiyye’ye kaydoldu. Bu
dönemde adı geçen mektepte biyolojik materyalist eğilimler hâkim durumdaydı. Kendisi
ailesinde dinî eğilimin kuvvetli olduğunu söylediği, hatta arkadaşları arasında dinî
vecîbelerine bağlı biri olarak tanındığı halde kısa sürede bu çevreden etkilendi. Bunun sonucu
olarak, Ludwig Büchner’e ait olan ve biyolojik materyalist görüşleri halkın anlayacağı bir
seviyede ele alarak Batı dünyasında büyük ilgi gören Kraft und Stoff adlı kitabın bir
bölümünü Fizyolociya-i Tefekkür (1890) adıyla Türkçe’ye çevirdi. Bu tarihlerde onun
üzerinde önemli etkiler yapan diğer bir kitap da, dini sosyal gelişmeye engel telakki eden
görüşleri çarpıcı ve basit bir üslûpla nakleden, Félix Isnard’ın Spiritualisme et Matérialisme
(1879) adlı eseridir. Bu iki kitabın yanı sıra Karl Vogt, Ernest Haeckel ve Spencer’in tesiri
altında kalan Abdullah Cevdet, yine aynı tarihlerde Dimâğ (1890), Fizyolociya ve Hıfz-ı
Sıhhat-i Dimâğ ve Melekât-ı Akliyye (1894) adlarıyla biyolojik materyalizm ve dönemin
yaygın temayülü olan beynin fonksiyonları üzerinde duran kitaplarını yayımladı. Aynı
konular üzerinde Maârif, Musavver Cihan ve Resimli Kitap mecmualarında makaleler yazdı.
1891’de, bir felsefe ansiklopedisi niteliğinde olan ve daha çok İslâm âlimleriyle biyolojik
materyalist filozofların fikirlerini bağdaştırmaya çalışan Fünûn ve Felsefe adlı çalışmasının
ilk taslağını hazırladı (Cenevre 1897). Bu arada siyasete de ilgi duyan Abdullah Cevdet, 3
Haziran 1889’da diğer tıbbiyeli arkadaşları İbrâhim Temo, İshak Sükûtî, Mehmed Reşid ve
Hikmet Emin ile birlikte, daha sonra İttihat ve Terakkî Cemiyeti adını alacak olan İttihâd-ı
Osmânî Cemiyeti’nin ilk kurucuları arasında yer aldı. Okuldaki siyasî faaliyeti dolayısıyla
birkaç defa okul idaresince tutuklandı ve mektepte hapis yattı. 1894’te mâbeynin emriyle
yapılan bir soruşturma sonucu gözaltına alındı, fakat yargılanmadan irâde-i seniyye ile serbest
bırakıldı. Temmuz 1894’te Mekteb-i Tıbbiyye’den mezun oldu ve Dr. Diran Acemyan’ın

9

asistanı olarak Haydarpaşa Hastahanesi’nde göz doktorluğu yardımcılığına tayin edildi.
Kasım 1894’te geçici görevle kolera mücadelesi için Diyarbekir’e gönderildi. Burada bir
yandan görevini sürdürürken diğer yandan İttihâd-ı Osmânî Cemiyeti’nin genişlemesi için
çalıştı. Aralarında Ziya Gökalp’in de bulunduğu pek çok kimseyi teşkilâta üye kaydetmeyi
başardı. Bu arada Büchner’in Natur und Geist adlı eserini Goril adıyla yayımladı
(Ma‘mûretülazîz 1894). İstanbul’a dönünce Ermeni olayları sebebiyle oldukça gergin bir
siyasî hava ile karşılaştı. Cemiyetin bu olaylar sonrasında yayımlayıp dağıtmaya karar verdiği
beyannâmeyi kaleme aldı. Bu sırada bazı faaliyetleri dikkati çekti ve İstanbul’dan
uzaklaştırılmak için Adapazarı Redif Taburu tabipliğine tayin edildi. Ancak görevine
gitmeden, beyannâme sebebiyle yapılan soruşturma sonucu “erbâb-ı fesaddan olduğu” tesbit
edilerek otuz üç arkadaşıyla birlikte tutuklandı; ardından Meclis-i Vükelâ kararı ile
Trablusgarp’a sürüldü (Ocak 1896). Bir süre kale zindanında kaldıktan sonra bir irâde-i
seniyye ile şehir surları içinde dolaşmasına izin verildi.
Bu dönemde Receb Paşa’nın vali vekili ve kumandan olduğu Trablusgarp’ta, yaveri Şevket
Bey tarafından kurulan yedi numaralı İttihat ve Terakkî Şubesi’nin faal bir üyesi oldu. Ahmed
Rızâ ve Mizancı Murad beylerle şube adına sürekli haberleştiği gibi, gizlice Mîzan, Meşveret
ve Mechveret Supplément Français dergilerine imzasız veya “Bir Kürd” takma adı ile yazılar
gönderdi. Buradaki gizli faaliyetleri Süleyman Kadara adında bir doktor tarafından doğrudan
mâbeyne bildirilince, sürgün yerinin Fizan’a çevrilmesi için irade çıkmak üzereyken bir
yelkenli ile Tunus’a kaçtı; oradan da Paris’e geçerek Avrupa’daki Jön Türkler’e katıldı.
Burada İttihat ve Terakkî Cemiyeti erkânının iki gruba ayrıldığını, bir grubun temsilcisi olan
Mizancı Murad’ın, Contrexéville şehrinde cemiyet ile Serhafiye Ahmed Celâleddin Paşa
arasında imzalanan anlaşma gereğince İstanbul’a geri döndüğünü gördü. Kendisi ise Ahmed
Rızâ’nın başında bulunduğu, söz konusu anlaşmayı kabul etmeyen gruba katıldı. Eylül
1897’de Cenevre’ye geçerek burada yeniden kurulan merkez komitesine girdi. İlk sayısı 1
Kânunuevvel 1897’de yayımlanan Osmanlı mecmuasının yöneticileri arasında yer aldı ve
derginin başyazarı oldu. Aynı zamanda, cemiyetin yayın organı olarak Mısır’da çıkan Kānûn-ı
Esâsî ile Romanya’da yayımlanan Sadâ-yı Millet, Cenevre ve Londra’da neşredilen Kürdistan
dergilerine “Bir Kürd” takma adı ile yazılar yazdı. 1895’te Schiller’den Türkçe’ye çevirdiği
Guillaume Tell’e yazdığı önsöz, Jön Türk çevrelerinde çok etkili oldu. Gördüğü rağbet
üzerine bu önsöz daha sonra İki Emel (Mısır 1900) adıyla risâle olarak da yayımlandı.
Abdullah Cevdet, II. Abdülhamid’e karşı, dinî vecîbelerini yerine getirmediği için gerçek
halife sayılmaması yolunda yapılan muhalefetin de önde gelen isimleri arasında yer aldı ve
cemiyetin merkez yayın organı olan Osmanlı mecmuasında bu konuda yazılar yazdı. Aynı
konuda Şâkir Hoca tarafından verilen fetvaları derlediği Fetâvâ-yı Şerîfe (Cenevre 1895) ile
Mahkeme-i Kübrâ (Paris 1895) adlı risâleleri yine cemiyet tarafından yayımlandı.
1898’de Osmanlı mecmuasının yayımında büyük malî zorluklar ortaya çıkınca, merkez
komitesi padişahın temsilcileriyle pazarlığa girişti ve Abdullah Cevdet, İshak Sükûtî ve
Tunalı Hilmi gazetede yazı yazmamak şartıyla, 1500’er Frank para ve ömür boyu 12 altın
aylık tahsisat almak vaadiyle yayını durdurmuş gibi gözüktüler. Abdullah Cevdet bu paraya
hak kazanmak için Paris’e gitti. Ancak onun Paris’te oturmakla beraber dergiye gizlice yazı
yazdığını tesbit eden Paris sefiri Münir Paşa tahsisatını kestirdi. Bu dönemde yazdıklarının en
önemlileri, Gustave Le Bon’dan mülhem “cumhur ruhu” teorisini nakleden yazılardır.
1899’da sarayla aynı pazarlıklar tekrarlandığında, Abdullah Cevdet Viyana sefâreti
tabipliğine getirildi ve bir daha ihtisas alanı dışında hiçbir yazı yazmayacağına dair bir de

10

taahhütnâme imzaladı; fakat buna rağmen el altından Osmanlı mecmuasına yazılar
göndermeye devam etti. Aldığı maaşları, önceleri cemiyete gönderirken daha sonra bundan
vazgeçti; bu yüzden teşkilâttaki arkadaşları tarafından şahsî davrandığı gerekçesiyle tenkit
edildi. 1903’e kadar kaldığı bu görevi sırasında daha çok şiirle meşgul oldu ve sembolist şiir
çevrelerinde ilgiyle karşılanan kitaplar neşretti.
Abdullah Cevdet, siyasî faaliyetlerini gizlice devam ettirdiğini saraya bildiren Viyana sefiri
Mahmud Nedim Bey’e (Paşa) karşı tecavüzkâr hareketlerde bulununca, sefâret Avusturya
polisine baş vurdu. Avusturyalı parlamenter Pernerstorfer tarafından ülkede kalması için
verilen gensoru önergesine rağmen, sınır dışı edilmesine karar verildi (17 Eylül 1903).
Presburg’a geçen Abdullah Cevdet, affı için, daha önce gerçek halife sayılmaması gerektiğini
savunduğu II. Abdülhamid’e yaptığı müracaattan bir sonuç alamayınca Paris’e gitti. Burada
Ahmed Rızâ Bey ve arkadaşları, 1899’da saray tarafından teklif edilen görevi kabul etmesini
harekete ihanet kabul ettiklerinden, kendisini kesinlikle aralarına almayacaklarını belirttiler.
Bunun üzerine Cenevre’ye geçti; burada Edhem Ruhi (Balkan) ile buluştu. İki eski İttihatçı
Osmanlı mecmuasını Cenevre’de tekrar neşre başladılar; Mart 1904’te de Jön Türk hareketi
içerisinde açıkça anarşist eğilimler taşıyan tek teşkilât olan Osmanlı İttihat ve İnkılâp
Cemiyeti’ni kurdular. Abdullah Cevdet bu faaliyetinin yanı sıra, eski serhafiye Ahmed
Celâleddin Paşa’nın maddî yardımları ile Eylül 1904’te, Türk kültür hayatında etkisini uzun
yıllar sürdürecek olan İctihad mecmuası ile aynı adı taşıyan yayınları kurdu. İctihad bu
dönemde on altı sayfası Türkçe, geri kalan on altı sayfası da yabancı dillerde yayımlanan ve
Jön Türk hareketi içinde siyaset yerine kültüre ağırlık veren yegâne mecmua oldu. Fakat
Abdullah Cevdet, aslında sarayın ajanlarından Abdülhalim Hikmet’e ait olan ve II.
Abdülhamid ile hükümet erkânı hakkında çirkin ifadelerle eleştirilerde bulunan Bir Rüya
(Cenevre 1904) adlı eseri yayımladığı için, 20 Ekim 1904’te İsviçre’den sınır dışı edildi.
Osmanlı mecmuası kapandı; İctihad’ın idaresi de Hüseyin Tosun Bey’e geçti. Abdullah
Cevdet Ocak 1905’te İstanbul’da yapılan gıyabî muhakeme sonunda ömür boyu kalebentlik
cezasına çarptırıldı.
1905 Eylül’ü başında Mısır’a geçen Abdullah Cevdet, İctihad’ı orada yayımlamaya başladı.
Bir yandan da Prens Sabahaddin Bey grubu ile yakın ilişki kurdu; Şûrâ-yı Osmânî
Cemiyeti’nin idaresinde de görev aldı. İctihad’da yayımlanan, Osmanlı hânedanının gerekli
olmadığı yolundaki yazısı büyük tepkilere yol açtı ve bütün Jön Türk neşriyatı bu yazıyı
eleştirdi. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra, İttihat ve Terakkî Cemiyeti liderleriyle olan
anlaşmazlıkları yüzünden Mısır’da kalmayı tercih etti.
Bu dönemde, büyük tartışmalara yol açan R. Dozy’nin, Essai sur l’histoire de l’Islamisme
adlı kitabını Târîh-i İslâmiyyet ismiyle tercüme edip yayımladı. Hz. Peygamber’in hayatını
marazî psikoloji ile açıklamaya çalışan ve kendisinin din düşmanı olarak tanınmasına sebep
olan söz konusu kitap aleyhine pek çok tenkit kaleme alındı. Bunların en önemlileri,
Manastırlı İsmail Hakkı’nın Sırât-ı Müstakîm’de çıkan “Târîh-i İslâmiyyet” başlıklı yirmi
yedi bölümden oluşan seri makalesiyle, İsmail Fenni’nin İzâle-i Şükûk (İstanbul 1928) adlı
kitabıdır. Abdullah Cevdet’in “İfâde-i Mütercim” başlığı altında tercümesine yazdığı giriş, yer
yer dindar insanların samimi duygularını rencide edici ifadeleriyle, onun Dozy ile âdeta suç
ortağı sayılmasına yol açmıştır. “Din kardeşleri”ne ithaf ettiği bu girişinde, inanç ve
duygulara ne ölçüde ters gelirse gelsin, Dozy’nin eserinde dile getirilen gerçeklerin hiçbir
bağnazlığa düşmeden kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüş, müellifin bir gayri müslim

11

oluşunun fikirlerini itibardan düşürmeyeceğini, aslında böyle ilmî bir eser vermiş olan
kimsenin müslüman sayılması gerektiğini iddia etmiştir. Mütercimin, söz konusu girişte,
bütün bir İslâm tarihi literatürünü “müstebit hükümdarların zoruyla kaleme alınmış siyasî
metinler” olarak değerlendirmesi ve Dozy’nin kitabını objektiflik bakımından hepsinin
üstünde kabul etmesi, muhafazakâr fikir çevrelerinin şiddetli tepkilerine yol açmıştır. Meşihat
makamına yapılan sayısız müracaatlar sonunda İbrahim Hakkı Paşa kabinesi 17 Şubat
1910’da bu kitabı yasaklamış ve eldeki nüshalarının Galata Köprüsü’nden denize atılmasına
karar vermiştir.
1910 yılı sonunda İstanbul’a dönen Abdullah Cevdet, İctihad’ı 24. sayısından itibaren burada
yayımlamaya başladı. Kısa sürede, Garpçı ve biyolojik materyalist fikirleri benimseyen birçok
Osmanlı yazarı bu dergi etrafında toplandı. Bunların en tanınmışları arasında Kılıçzâde Hakkı
ile Celâl Nuri de bulunuyordu. II. Meşrutiyet sonrasındaki siyasî faaliyetlere Abdullah Cevdet
de 1910 yılında kurulan Osmanlı Demokrat Fırkası’nın ikinci başkanı olarak katıldı. Bu
fırkanın yayın organları olan Genç Türk, Selâmet-i Umûmiyye, Âzad ve Türkiye gibi gazete ve
dergilerde yazılar yazdı. Bu fırka Hürriyet ve İtilâf’a katılınca siyasî faaliyetlerini azalttı.
Daha sonra Mütareke’ye kadar siyasette geri planda kalmayı tercih etti.
İctihad mecmuası, yayımladığı din aleyhtarı makaleler dolayısıyla, meşihatın müracaatları
sonunda birçok defa kapatıldı. Ancak bu kapatılmalar sonrasında da değişik adlarla çıkmaya
devam etti. 59. sayısı Cehd adıyla (1913) çıktıktan sonra pek çok sayı İşhad, İştihad, Âlem-i
Ticâret ve Sanâyi isimleriyle yayımlandı. “Hissiyyât-ı dîniyyeyi rencîde ettiği” gerekçesiyle
alınan kapatma kararları, İctihad için ilk olarak 28 Mart 1913, sonra 6 Eylül 1913, Cehd için 6
Nisan 1913, İşhad için 27 Eylül 1913 tarihlerini taşıyordu. 16 Ekim 1913’te, her ne adla
olursa olsun, çıkan mecmuaların toplatılması kararı Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından verildi.
İctihad’ın son defa kapatılması ise 30 Aralık 1913’te oldu. Bu arada, tekrar İsviçre’ye giderek
buradaki muhaliflere katılmayı planlayan Abdullah Cevdet’in 27 Eylül 1912 tarihli müracaatı,
daha önce İsviçre’den sınır dışı edilmiş olduğu gerekçesiyle, İsviçre hükümeti tarafından
reddedildi. Bu dönemde kendi mecmuasının yanı sıra, muhalif yazarlara da yer veren Hak
gazetesinin başyazarlarından biri oldu ve İttihatçılar ile arasındaki ilişkileri düzeltmek için
hükümet desteğinde çıkan bu dergide yazılar yazdı (Mart-Haziran 1912); fakat idareyi
tenkitten de geri kalmadı.
İctihad mecmuası Garpçılar’ın belli başlı yayın organı durumuna gelmekle beraber, dergiyi
çıkaranlar, Balkan Harbi’nden sonra aralarında çıkan tartışma sebebiyle ikiye ayrıldılar.
Batı’nın tamamen ve her yönüyle alınmasını isteyen Abdullah Cevdet ile bu görüşe karşı
çıkan Celâl Nuri arasındaki tartışma, “tam Garpçılar” ile “kısmî Garpçılar” şeklinde ifade
edilebilecek iki grup ortaya çıkardı ve Abdullah Cevdet tam Garpçılar’ın lideri durumuna
geçti. İctihad’ın Meşrutiyet dönemindeki son sayısı 13 Şubat 1915 tarihinde yayımlandı.
Abdullah Cevdet, İttihatçılar tarafından ölümle tehdit edilince mecmuasını kapatmak zorunda
kaldı; Mütareke dönemine kadar da fazla bir yayın faaliyetinde bulunmadı. Mart-Nisan 1918
tarihleri arasında İkdam gazetesinde imzasız olarak başyazılar yazdıysa da bunun İttihatçılar
tarafından haber alınması üzerine bu faaliyetini de bırakmak zorunda kaldı. Onun bu
dönemdeki faaliyetleri hemen bütün siyasî gruplar tarafından olumsuz karşılanmıştır. Büyük
Kabine döneminde İttihatçılar tevkif edildiği sırada onlarla birlikte tevkif edilen ve İttihatçı
olmayan tek kişi oydu (16 Kasım 1912).

12

Abdullah Cevdet’in II. Meşrutiyet döneminde söz konusu edilmesi gereken önemli bir
faaliyeti de Shakespeare’den yaptığı tercümelerdir. Daha önce, 1898’de Cenevre’de Ode’yi
neşretmişti. Bunu Hamlet ve Julius Caesar (Mısır 1908) tercümeleri takip etti. 1909’da
Macbeth çevirisi gene Mısır’da yayımlandı. Romeo ve Juliet ise Şehbâl mecmuasında tefrika
edildi (nr. 7-24, 14 Temmuz 1909- 14 Ağustos 1910). Daha sonra da Kral Lear (İstanbul
1917), Antuan ve Kleopatra tercümeleri (İstanbul 1921) yayımlandı. Edebî faaliyet ve siyasî
teşebbüslerin yanı sıra Abdullah Cevdet’in diğer bir çalışması da Gustave Le Bon’un
eserlerini neşretmesi oldu. İlk baskısı 1907’de Mısır’da yapılan Rûhü’l-akvâm, 1913’te ikinci
defa İstanbul’da yayımlandı. Asrımızın Nüsûs-ı Felsefiyyesi ise 1914’te gene İstanbul’da
basıldı.
Mütareke’nin ilân edilmesiyle birlikte Abdullah Cevdet yeniden siyaset ve yayın sahnesine
çıktı. İctihad’ın 128. sayısı 1 Kasım 1918 tarihinde İştihad adıyla yayımlandı. Bu defa
mecmua, Garpçılık’tan çok siyasî bir karakter taşıyordu ve İttihatçı aleyhtarlığının yayın
âlemindeki liderlerinden biri durumundaydı. Abdullah Cevdet aynı muhalefeti Serbestî,
Türkçe (Yeni) İstanbul gazetelerinde yazdığı yazılarda da sürdürdü. Bu arada İngiliz
Muhipleri Cemiyeti’nin ilk nizamnâme taslağını yaptı ve kurucuları arasında yer aldı; ayrıca
İngilizler’le iş birliği yapan Kürt Teâlî Cemiyeti’nde de önemli roller üstlendi. II. Meşrutiyet
döneminde de Roj-u Kürd ve Hetav-ı Kürd mecmualarında yazılar yazmış, fakat açıktan bir
etnik ayrılıkçılık müdafaasında bulunmamıştı. Ancak, Mütareke döneminde bilhassa Jin
gazetesi ile Jin mecmuasında yayımladığı yazılarda bu fikirlerini açıkça ortaya koydu. 30
Mart 1919’da sıhhiye müdürü oldu ise de İctihad mecmuasında dinî tezyif edici yazıların yer
alması sebebiyle bu görevinde fazla kalamadı. 25 Mayıs 1920’de bu göreve yeniden tayin
edildi ve beş ay sonra yine azlolundu. İctihad’ın 132. sayısında yayımlanan “Yara ve Tuz”
adlı makalede “salâtın sûret-i mütezeyyifânede zikri” sebebiyle mecmua 10 Mart 1919
tarihinde tekrar kapatıldı. Mecmuanın 139. sayısı ise ancak Kasım 1921’de neşrolunabildi. Bu
arada, çıkarılışına öncülük ettiği Yirminci Asır adlı bir gazetede yazılar yazdı.
Abdullah Cevdet, İctihad’ın 1 Mart 1922 tarihli 144. sayısında yeni bir din olarak Bahâîliğin
kabul edilmesini tavsiye edince hakkında bir dava daha açıldı. 20 Nisan 1922’de iki yıl hapse
mahkûm olduysa da dava temyizce bozuldu. Cumhuriyet döneminde de süren dava, 30 Aralık
1926’da “enbiyâya ta‘n-fezâhat-i lisâniyye” suçlarıyla ilgili maddenin ceza kanunundan
çıkarılması üzerine düştü. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ise yeni yönetimi öven yazılarıyla
yayın faaliyetini sürdürdü. İctihad’ın bu dönemdeki ilk sayısı, 150 numara ile 23 Kasım
1922’de yayımlandı. Ancak, Mütareke dönemindeki ayrılıkçı siyasî faaliyetleri ve yazıları,
işgal kuvvetleriyle olan ilişkileri ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin beyannâmesini imzalamış
olması sebebiyle, Âlî Karar Hey’eti kendisinin bir daha devlet hizmeti almasını yasakladı;
buna yaptığı itirazlar da sonuçsuz kaldı. Aralık 1924’te Elâzığ mebusluğu boşaldığı sırada
Atatürk tarafından Ankara’ya çağrılınca, mebusluğa getirileceği söylentileri yaygınlaştı.
Ancak kendisini din aleyhtarı yazıları dolayısıyla sürekli olarak eleştiren gazetelerin,
1920’den itibaren nüfus politikası hakkında ileriye sürdüğü görüşlerini, “Avrupa’dan damızlık
adam celbi” şeklinde takdim etmeleri ve bu alanda kamuoyunda yoğun tartışmaların
başlaması üzerine mebusluk söylentileri son buldu. Bundan sonra kendisini tamamen
İctihad’ın yayımına veren Abdullah Cevdet, aynı zamanda, bir bölümü devlet yayını olarak
basılan önemli biyolojik materyalist eserler yayımladı. Bunların başlıcaları, Baron Holbach’ın
Akl-ı Selîm adlı eseri (İstanbul 1928) ile Voltaire’in Râhib Meslier’nin Vasiyetnâmesi
Hakkında (İstanbul 1924) adlı kitabıydı. Yine bu dönemde Le Bon tercümeleriyle Dilmestî-i

13

Mevlânâ’yı (İstanbul 1921) ve ilk baskısı 1914’te yapılan Rubâiyyât-ı Ömer Hayyâm ve
Türkçe’ye Tercümeleri’ni (İstanbul 1926) neşretti. 29 Kasım 1932’de öldü. Hayatı boyunca
büyük tartışmalara sebep olduğu gibi ölümünden sonra da cenaze namazının kılınıp
kılınmayacağı konusunda tartışmalar olmuştur.
Çok sayıda telif ve tercüme kitap neşreden Abdullah Cevdet’in telif eserlerinin sayısı kırk
altıyı, tercümelerinin sayısı da otuzu bulur. Tıpla ilgili olanları (Kolera, Mûsikî ile Tedavi,
A‘mâlık ve İctihad’da makale olarak da yayımlanan Kafkasya’daki Müslümanlara
Beyannâme) dışındaki önemli bazı eserleri şunlardır: Mahkeme-i Kübrâ (1895), İki Emel
(1898), Hadd-i Te’dîb, Ahmed Rıza Bey’e Açık Mektup (1903), Fünûn ve Felsefe (1906), Bir
Hutbe (1909), İstanbul’da Köpekler (1909), Yaşamak Korkusu (1910), Cihân-ı İslâma Dâir
Bir Nazar-ı Târihî ve Felsefî (1922), Mükemmel ve Resimli Âdâb-ı Muâşeret Rehberi (1927).

BİBLİYOGRAFYA
Manastırlı İsmail Hakkı, “Târîh-i İslâmiyyet”, Sırât-ı Müstakîm, sy. 72, Muharrem 1328, s.
305-307; sy. 74, Muharrem 1328, s. 337.
İsmail Fenni [Ertuğrul], İzâle-i Şükûk, İstanbul 1928.
Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, İstanbul 1933.
İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 244-247.
Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyâsî Fikirleri: 1895-1908, Ankara 1964, s. 162-185.
a.mlf., Continuity and Change in the Ideas of the Young Turks, Ankara 1969, s. 13-27.
Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 1966, I, 387-405.
M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi,
İstanbul 1981.
K. Süssheim, “ʿAbd Allāh D̲j̲evdet”, EI (Fr.), V, 59-64.
[T. H.], “Abdullah Cevdet”, İA, I, 46.
G. L. Lewis, “D̲j̲ewdet”, EI 2 (İng.), II, 533.
TDEA, I, 11-12.
SON BİR HATIRLATMA: Abdullah Cevdet’in arkadaşı olan ve bugün de kitapları
büyük etkiye sahip bulunan ve dini konularda son derece makbul bir zat olan ve
Abdullah Cevdet’in aksine yorum yeteneği çok yüksek Said Nursi’nin de birinci amacı,
bu çağımızda din-bilim barışını sağlamak idi. O, kitaplarında yüz küsur yerde bunu
başardı da. Fakat onun zamanında DNA, Astro-fizik ve Yazılım gibi ilmi noktalar
keşfedilmediğinden proje yarım kaldı. Bu kardeşiniz 36 kitabı ile, Tevrat, İncil ve
Kur'an üzerinde çalışarak on bin meselede bu barışı sağladı. Kitaplara herkes
ulaşabilir. Keramet benim değil, bilimlerin ve kutsal kitaplarındır.

Bahaeddin Sağlam