Rubil GÖKDEMİR
Punto:
Dinle
Sevgili arkadaşlar,
Artık hepimizin de bildiği üzere, millet olarak oyalanacağımız, gündemimizi meşgul edecek "yenilenmişi" de dâhil olmak üzere, her türlü seçimi geride bırakmış bulunuyoruz. Bundan sonra kendi görevlerini yapmak ve temsil ettikleri "umutları" gerçekleştirmeleri temennisiyle seçilenleri kendi hâllerine bırakalım ve ülkemizin can yakıcı gerçek gündemine dönelim...
Öncelikli olarak "ekonomik kriz" var mı, yok mu tartışmalarına bile girmeksizin, içinde bulunduğumuz durumun tam anlamıyla bir EKONOMİK KRİZ olduğunu kabul ederek konuya başlamalıyız.
Ekonomik krizden gerçekten çıkmak istiyorsak, buna yönelik programlara muhatap olacak toplumlar için çok zorlu süreçlerin yaşanacak olduğunu ve "acı reçeteler" gerektirdiğini herkesin bildiği kanaatiyle devam edelim..
Zorlu süreçler ve acı reçeteler sebebiyle, demokratik esaslarla yönetilen toplumlarda, genellikle uygulanacak bu tür "EKONOMİK KRİZLERDEN ÇIKIŞ PROGRAMLARINA" demokratik seçimlerden çıkmış ve geniş halk desteğine dayalı yönetimlerin iş başına gelmesiyle başlanabilir.
İkinci yöntem olarak da; kurumsallaşma düzeyinin düşük, sivil toplumun cılız olduğu ve demokratik usul ve esasların çok kökleşmediği toplumlarda ise, bu tür programları uygulayabilmek için, toplumun baskılandığı, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırıldığı veya askıya alındığı olağan dışı "otoriter yönetimlere" ihtiyaç duyulur.
Kabaca yapmaya çalıştığımız bu iki kategori dahilinde ülkemizin içinde bulunduğu şartlara geriye dönerek bakacak olursak; 24 Haziran seçimleriyle birlikte ortaya çıkan ve demokratik olduğu çok tartışmalı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin önünde tam beş yıllık bir dönem olması hesabıyla, hızlı bir şekilde EKONOMİK KRİZDEN çıkış programına başlanması gerekirken, AKP'nin mahalli seçimlerde oy kaybetmek istememesi gerekçesiyle, hâlihazırda tam bir yıl kaybetmiş durumdayız.
Hatta bu süreçte sadece zaman kaybetmedik, uzman olmayanların doğal olarak sonuçlarını tam kavrayamayacağı, kamu kaynaklarına dayalı ne kadar yapay ve rasyoneliteden uzak uygulama varsa, hepsini yaparak ekonomik tabloyu daha da ağırlaştırdık.
Peki bu durumda zaman ve kaynak kaybına rağmen, teorik bile olsa önümüzdeki dört yıl boyunca her hangi bir seçim bulunmadığı dikkate alındığında, yukarıda özetlediğimiz krizden çıkış tercihi olarak, iki kategoriden hangisini seçerek, bir EKONOMİK İSTİKRAR VE KRİZDEN ÇIKIŞ PROGRAMI uygulayabiliriz ?
Doğal olarak, 200 yıllık muasır medeniyet yolculuğumuz, yaklaşık 150 yıllık sandık tecrübemiz ve 73 yıllık çok partili demokratik sistem deneyimimizle, milletin iradesi ve desteğine dayalı bir yol olarak ekonomik reformlar için "demokratik yöntem" tercihinde bulunmalıyız diye düşünmekteyiz. Bu yazı bir seçim analiz yazısı olmamakla birlikte İstanbul seçimlerinin sonucu da bu tercihimizin doğruluğunu teyit etmektedir.
Şimdi 2018 yılı 24 Haziran tarihinden itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin icraatlarına bakarak, çıkış yolu olarak demokratik bir tercihte bulunmamızın şartlarının bulunup bulunmadığına bakalım;
YASAMA FAALİYETLERİ;
24 Haziran 2018 tarihinden itibaren, normalde büyük ölçüde "yasama" faaliyeti kapsamında olması gereken ancak mevcut sistem gereğince Cumhurbaşkanı'nın tek başına imzalayarak yürürlüğe soktuğu ve toplam 1892 maddeden oluşan 39 adet CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ yayınlanmış ve uygulanmaktadır.
TBMM'de ise; aralarında "Milletlerarası Anlaşmaların" onayı da bulunan ve toplam 555 maddeden oluşan 35 kanun kabul edilerek, yürürlüğe sokulmuş. Bu kanunların tamamının ise; teorik bir kabulle AKP Meclis grubu tamamından hazırlandığı söylense bile, bütününün Cumhurbaşkanlığı bürokrasisi tarafından hazırlanarak TBMM'ne gönderildiğini ve ihtisas komisyonlarında bırakınız muhalefet milletvekillerini, AKP milletvekillerinin bile herhangi bir madde üzerinde değişiklik yapamadığını biliyoruz.
Bu şekilde hazırlanan kanun ve kararnamelerin Anayasa'ya aykırılık iddiaları ise, Anayasa Mahkemesi tarafından hâli hazırda incelememiştir.
Görüldüğü üzere bizler ekonomik krizden çıkış için "demokratik" mutabakat ve yollarını tercih etsek bile, bu anlamda TBMM tam anlamıyla devre dışı bırakılmış ve "bu rejimde de PARLAMENTO varmış" algısını oluşturmak dışında, demokratik sistemin merkezinden çıkarılmış ve bir tiyatro dekoru haline getirilmiştir.
YARGI FAALİYETLERİ;
Yine mevcut sistem gereğince yargının tamamı üzerinde mutlak bir yetkiye sahip bulunan HSK'nın 6 üyesi doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından ve 7 üyesi de bütünüyle kontrol altına alınmış TBMM tarafından, yani yine Cumhurbaşkanı tarafından seçilmek suretiyle, "bağımsız ve tarafsız yargı" kabul ve algısı yerle bir edilmiştir.
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız KUVVETLER AYRILIĞI ilkesi gereğince, sisteme demokratik olma vasfını kazandıran YASAMA ve YARGI ERKLERİ kontrol altına alınınca, EKONOMİK KRİZDEN çıkış programında geniş kesimlerin desteğine ihtiyaç duyulması uyarınca "demokratik" yol tercihinin ne kadar mümkün olduğunu irdelemeye çalışacağız ve akabinde bu tercihin olmazsa olmaz unsurlarını irdeleyeceğiz....( Devam edecek..)
Selam ve sevgilerimle,
Rubil GÖKDEMİR