Rubil GÖKDEMİR
Punto:
Dinle
Belli bir konuda analiz yapabilmek için, bilimsel bilgiler ve teyit edilmiş resmi veriler doğrultusunda, öncelikli olarak ortaya çıkan gelişme ve olayları tespit etmek, bu olayların sebeplerini irdelemek ve geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak gerekmektedir.
Bu anlamda yazı başlığımıza konu olan "ekonomik ve siyasi göstergeleri" gerçekten bilimsel ölçülerle ortaya koymaksızın ve bu veriler ışığında nitelikli ve derinlikli analizler yapmaksızın "erken seçim" mevzusunu siyasi polemiklerin günlük tüketim malzemesi yapmamak gerekir.
Bu yazıda irdelemeye çalışacağımız erken seçim ihtimalini konuşuyorsak, bu ihtimali ortaya çıkaran sebeplerin esas itibariyle ve öncelikli olarak siyasi olmadığını ifade etmeliyiz. Çünkü, sonuç itibariyle 24 Haziran 2018 tarihinde %52,6’lık oy oranıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı ve AKP+MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakının TBMM’de sayısal çoğunluğu teşkil eden 340 civarında milletvekili ve bu siyasi tabloya göre de, daha önünde 3 yıllık uzun bir icraat yapma dönem ve imkanı bulunan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” mevcuttur.
Bu durumda erken seçim ihtimalini konuşmamızın tek sebebi, öncelikli olarak karşımızda bulunan ekonomik göstergelerdir. Hatta bu tartışmaları besleyen en önemli husus mevcut ekonomik göstergelerin yanında bilhassa önümüzdeki 6 ay içinde daha da kötüleşeceğini düşündüğümüz ekonomik verilerdir.
Özetle; bugünlerde erken seçim ihtimalini konuşmamızın tek sebebi, ekonomik gidişat daha kötü olmadan ve yeni partiler sebebiyle siyaset alanında iktidar aleyhine gelişmeler daha da olgunlaşmadan, erken seçim ihtimali zorunlu olarak şimdilik seslendirilmese bile zorunlu olarak iktidarın veya siyasetin gündemine girecektir.
Bu tartışmalara veya erken seçim ihtimaline dâir, soyut akıl yürütmeler veya temennilerimiz dışında sağlıklı sonuçlara ulaşmak istiyorsak, öncelikli bilimsel nitelikteki verileri önümüze koyarak ve sosyal bilimlerin çok sayıda disiplininin ortak analiz yöntemlerine başvurmamız gerekecektir.
A-EKONOMİK GÖSTERGELER;
1-İstihdam ve İşsizlik Göstergeleri:
Konumuz siyaset ve erken seçim ihtimalleri olduğundan, ekonomik göstergeler başlığı altında birinci önceliğe sahip meselenin istihdam ve işsizlik olması normal karşılanmalıdır.
Bilindiği üzere, Türkiye’de işsizlik verileri TÜİK tarafından üç ay gecikmeli bir şekilde açıklanmakta olup, elimizde bulunan NİSAN ayı işsizlik istatistiklerine göre,
· İş Gücü miktarımız; 62 milyon 320 bin kişiden oluşmaktadır.
· İş Gücüne Katılım Oranı; % 47,2 (Bu oran Almanya’da %77, AB ortalaması %74 ve Ağustos 2018 TÜİK sonuçlarına göre ise %54,3’dür.)
· Toplam istihdam ; 25 milyon 614 bin kişi (%70 kayıtlı, %30 kayıtsız.)
· İşsiz sayısı ; 3 milyon 775 bin kişi
· İşsizlik oranı ; %12,8
Yukarıdaki rakamların tamamı TÜİK ve diğer resmi verilerinden alındığına göre;
· İşgücüne katılma oranını %77 olarak kabul ettiğimizde; gerçek işsiz sayısı 22 milyon 372 bin kişi olmaktadır. (62.320x%77=47,986-25,614=22,372 milyon )
· İşgücüne katılma oranını %74 olarak kabul ettiğimizde; gerçek işsiz sayısı 20 milyon 503 bin kişi olmaktadır. (62,320x%74=46,117-25,614=20,503 milyon)
· İşgücüne Katılma Oranını Ağustos 2018 verisi olan %54,3 olarak kabul ettiğimizde; gerçek işsiz sayısı 8 milyon 226 bin kişi olmaktadır.(62,320x%54,3=33,840-25,614=8,226 milyon)
Görüldüğü üzere, bırakınız Almanya veya AB’nin İŞGÜCÜNE KATILIM ORANI ortalamalarını, daha önce TÜRKİYE’de gerçekleştiğini resmen kabul ettiğimiz oran olan %54,3’lük işgücüne katılma oranına göre asgari işsizlik miktarı 8 milyon 226 binkişiden oluşmaktadır. Özetle; Nisan ayı işsiz sayısını 3 milyon 775 bin kişi olarak açıklayan TÜİK’in tek yaptığı işlem her ay İŞGÜCÜNE KATILIM ORANINI düşürmekten ibarettir.
Bu tespitlerden sonra gelelim, kayıtlı ve kayıtsız olarak çalıştığını varsaydığımız toplam 25 milyon 614 bin kişilik istihdamın alt kalemlerine;
· 25 milyon 614 bin çalışanın yaklaşık %30’u, yani 7 milyon 684 bin kişinin ne Vergi Dairesi, ne SGK ne de İŞSİZLİK SİGORTA FONU’NDA herhangi bir kaydı yok.
· Bu durumda kayıtlı çalışan sayımız, 17 milyon 930 bin kişiden oluşmaktadır.
· 17 milyon 930 bin çalışanın, yaklaşık 4 milyon 740 bini kamu çalışanlarından oluştuğundan, İŞSİZLİK SİGORTA FONU’na kayıtlı çalışan sayısı ise, sadece 12 milyon 684 bin kişidir. Bu rakamlardan anlaşılan, kayıtlı çalışanlardan 506 bin kişinin İşsizlik Sigortası Fonu kapsamına dahil olmayan “geçici statülü” çalışanlar olduğudur.
· 10 Mart 2020 tarihi sonrası Covid-19 Korona salgını sebebiyle açıklanan “İstihdamı Koruma Kalkanı” kapsamında yaklaşık 6 milyon çalışana “Kısa Çalışma Ödeneği” ve “Ücretli İzin” uygulaması ile ortalama 1.600 ve 1.177 TL İşsizlik Sigorta Fonu’nda ödeme yapılarak, bu insanlar çalışıyor gösterilmektedir.
· İşsizlik Sigortası Fonu’nun kaynaklarından yapılan bu ödemeler Temmuz sonu itibariyle yaklaşık 22 milyar TL’ye ulaşacak olup, bakiye fon kaynakları 120 milyar TL’ye inmiş bulunmaktadır. Fonun nakit varlıklarının %79,5’u Hazine’nin borçlanma ihtiyacı için DİBS satın alınmasında kullanılmış ve %20,5’luk miktarı da Kamu Bankalarında mevduat olarak bulunmaktadır.
· Yukarıdaki veri ve bilgilerden anlaşılacağı gibi, Korona Salgını sebebiyle çalışanlara yapılan yardımların tamamı İşsizlik Sigortası Fonu’na prim ödeyen 12 milyon 684 bin kişiden yaklaşık ve maksimum 6 milyon kişiye, uygulaması Temmuz sonuna kadar uzatılan “kısa çalışma ödeneği” ve “ücretli izin” ödemeleri yapılmış olup, 6 milyon çalışanın salgın öncesi gibi işlerine dönemeyeceği kabul edildiğinden; TBMM’de 17 Temmuz tarihinde kabul edilen Torba Kanunla da bu uygulamaların 31 Haziran 2021’e kadar sektörel bazda, kısmen ve tamamen veya prim desteği şekline dönüştürerek devam ettirilmesi yetkisi Sayın Cumhurbaşkanı’na verilmiştir.
· Yani Cumhurbaşkanı’nın elinde sadece kayıtlı çalışanlar için harcayabileceği 120 milyar TL’lik kaynak, kapsamını kendisinin belirleyeceği ve bir yıl daha kullanacağı geniş bir yetki bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın bu anlamda “erken seçim ihtimali” dahilinde, karar verilirse, elinde kullanabileceği en önemli enstrümanın İŞSİZLİK SİGORTASI FONU olacağı kanaatindeyiz. Tabi ki bu kaynak kullanıldığında Fonun elindeki DİBS karşılığı Merkez Bankası’nın likidite genişlemesine gitmesi de kaçınılmaz olacaktır.
· Erken seçim ihtimali doğrultusunda siyaset kurumu, İŞSİZLİK SİGORTASI FONU’nun kaynaklarını sakın hafife almasın. Sonuçta 6 milyon çalışan veya işverenler için 4 ay (Nisan-Temmuz arası) boyunca kullanılan kaynağın azami 22 milyar TL olduğu gözetildiğinde, geride daha fon gelirleri artışıyla birlikte 140 milyar TL bulunmaktadır.
2. Kredi Genişlemesi Kapsamında Bankacılık Toplam Kredi Hacmi;
Aşağıda sırası geldiğinde izah etmeye çalışacağımız üzere; Türkiye’nin Maliye ve Bütçe Politikaları araçlarının uygun olmaması sebebiyle, zaten son iki yıldır “gelir kaybına” uğrayan çeşitli kesimlere, korona salgını sonrası bütçe imkanlarıyla hiçbir yardım yapılamadığından, bankacılık sisteminin kaynaklarının sonuna kadar kullanılması yoluna başvurulmuştur.
Korona salgınında bütçe kaynaklarının kullanılamadığı yönündeki tespitimizin tek istisnası; “Sosyal Koruma Kalkanı” adıyla, “gelir testine” tabi tutulan ve 3 FAZ halinde ilan edilerek uygulanan, 6 milyon 116 bin haneye (22 milyon 20 bin kişi) tek seferlik olmak üzere, yapılmış 1.000 TL’lik doğrudan gelir desteğidir. Bu miktar ise Türkiye’nin toplam harcama bütçesinin %0,6’sına denk gelmektedir.
Son on sekiz yıldır uygulanan ekonomik modele göre Türk ekonomisin büyüme oranlarının %74’ünü “tüketim harcamaları”oluşturmaktadır. Bu oranların teyidini de T.C Kalkınma Bakanlığı’nın açıklamalarında buluyoruz. Ekonomide durgunluğa girme emareleri ortaya çıktığında veya seçim öncesi yıllarda, tüketim ve harcamayı artıracak şekilde kredi genişlemesine başvurulduğu bilinmeyen bir husus değildir. Nitekim; bu uygulamanın en tipik örneğini 2017 yılı oluşturmaktadır. 2017 yılında ekonomik durgunluğa girme belirtisi sebebiyle Kredi Garanti Fonu vasıtasıyla KOBİ’lere toplam 295 milyar TL kredi dağıtılınca, yıl sonu büyüme rakamı olan %7,4’lük orana ulaşılmıştır. Aynı şekilde korona salgını öncesi 2020 yılı ilk çeyrekte sağlandığı zafer gibi sunulan %4,5’luk büyüme oranı da aşağıda mukayeseli rakamlarıyla vereceğimiz kredi genişlemesi ve bir önceki yılın aynı çeyreğindeki yüksek küçülme oranlarının baz etkisiyle sağlanmıştı.
Merkez Bankası’nın ve BDDK’nın periyodik olarak yayınladığı verilere göre;
· 03.01.2020 tarihinde;
BANKACILIK TOPLAM KREDİ HACMİ; 2,562 Trilyon TL,
· 13.03.2020 tarihi salgın öncesinde 2,709 Trilyon TL,
· 17.07. 2020 tarihinde ise yıl başına göre toplam %25 oranında artarak 3,260 Trilyon TL olmuş.
· 03.01.2020 tarihinde;
Kredi kartları dahil BİREYSEL TÜKETİCİ KREDİLERİ HACMİ; 629 milyar TL iken, yine yıl başına göre %24 oranında artarak,
· 17.07.2020 tarihinde 775 milyar TL’ye ulaşmıştır. (Bankacılık dışı TOKİ ve benzeri krediler eklendiğinde bu miktar 830 milyar TL civarındadır.)
Yukarıda toplam kredi hacmi genişlemesi olarak verdiğimiz borçlanma rakamlarına ve hangi bankalar olduğuna baktığımızda, Kamu Bankalarının vaktiyle toplam kredilerdeki %32’lik payının %53’e çıktığını görüyoruz. Aynı şekilde, Bireysel kredilerde yılbaşında 198 milyar TL olan konut kredilerinin 17 Temmuzda 254 milyar TL’ye, ihtiyaç kredilerinin 255 milyar TL’den 346 milyar TL’ye çıkmış olduğunu görüyoruz. Haziran ayında kredili konut satışlarında tüm zamanların rekoru kırılmış olup, sayı 101 bin adet konut olmuştur. Temmuz ayında da benzer rakamları göreceğiz her halde ?
Yine BDDK’nın 10 Temmuz haftasında aldığı yeni bir kararla, gelir beyanına bağlı olmaksızın kredi kartı verilme sınırı limiti 1.300 TL’den, 2.000 TL’ye çıkarılarak ve yıl içinde 3 defa asgari ödeme yapmayan kredi kartı sahiplerinin yıl sonuna kadar kartlarının işleme kapatılmaması kararlaştırılmıştır.
BDDK’nın verilerine göre 2 milyon 313 bin kişisi ilk defa olmak üzere Korona salgını sonrasında ihtiyaç kredisi kullanmış ve toplam bireysel kredi borçlusu sayısı 33 milyon 400 bin kişiye ulaşmıştır. Toplam kredi borçlularının 28 milyon 700 bin kişisinin aylık geliri 5.000 TL ve daha altında bulunmakta olup, 4 milyon 700 bin kredi borçlusunun geliri 5.000 TL üstünde bulunmaktadır.
Aynı şekilde yine; salgın sonrası 558 bin Kobi ilk defa olmak üzere 128 milyar TL destek kredisi kullanmış ve 3 milyon 700 bin KOBİ’nin toplam kredi miktarı 805 milyar TL’ye ulaşmıştır.
Bu anlamda en kritik durumda bulunan Turizm Sektörü 1,5 milyon yatak kapasitesi ile ve en fazla %25 doluluk oranı ile 121 milyar TL’lik kredi kıskacı altında bulunmaktadır. Bu kredilerin %32’si son altı ayda kullanılmıştır.
Temmuz ayı ortasında açıklanan Türk ekonomisinin ilk 500 büyük Sanayi Kuruluşunun 2002’de %42 olan ve 2019 sonu verilerine göre toplam varlıklar/ borç oranının ilk defa %68,4 oranını aşmış olması, buna karşın ciroların azalmaya, kredi miktarının ise artmaya devam ettiğini de bu vesileyle zikretmeliyiz. Sonuçta Türk özel sektörünün toplam borçlarının GSYH’nın %68’i oranına tırmandığını, dış borç kredilerinin ise 163 milyar $ seviyesinde olduğunu da ifade etmeliyiz.
Sonuç itibariyle başta hizmetler sektörü olmak üzere; korona salgını yasaklarının kalkması sonrasında bile ekonominin bütün sektörleri ve çalışanlar asgari %25 ile %50 arasında ciro ve gelir kaybına uğramış olmalarına karşın, toplam kredi hacminin yılbaşından bu yana ortalama %25 oranında artmış olması, Ekim-Kasım aylarından başlamak üzere, karşımıza bu kredilerin geri dönüş problemini önümüze getirecektir.
Halihazırda BDDK’nın Bankacılık mevzuatının gereği olan uygulamaları ertelemesi sebebiyle takibe düşmüş banka alacakları oranının %4,8 olarak görünmesine karşın, S&P’un 2021 için bu oranın %20’lere çıkabileceği öngörüsü karşısında, muhtemel finansman ve bankacılık kriziyle karşılaşmanın siyasi sonuçlarının ne kadar ağır olacağını, ekonomi yönetiminin ve siyasi karar alıcıların bizden daha iyi bildiğine kuşku yoktur herhalde?
Yukarıda özet halinde ifade etmeye çalıştığımız ve Maliye/Bütçe Politikaları, Para Politikaları/Döviz rezervleri, Dış Ticaret Verileri, İç ve Dış siyasi Gelişmeleri bir başka yazımızda konu edecek şekilde; ekonominin bazı göstergelerine baktığımızda, neredeyse 23 milyon haneden oluşan 83 milyonluk nüfusumuzun çocuklar hariç, neredeyse ¾’ünü doğrudan ilgilendiren ve şimdilik sınırlı kamu kaynakları ve ağırlıklı olarak banka kredileri ile 5-6 ay ileriye öteleyebileceğimiz can yakıcı meseleleri göz önünde bulundurduğumuzda, sanki siyasi karar alıcıların ne yapacaklarsa önümüzde 6-8 ay içinde, zor da olsa bir tercih yapmak zorunda kalacakları gibi bir sonuca varmış oluyoruz.
Tabi ki kolay değil, “kırk katır mı, kırk satır mı?”