Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
Punto:
Dinle
Ekmek de ‘etmek’ de bizde aynı şeydir. Yeniçerinin ‘etmek furunları’nın kapısına kimse kilit vuramazdı. Ocak çöktüğünde bile bu furunlar çalıştı.
“Hiç olmazsa ekmek yiyebiliyorlar!” diyen erk sahiplerini tarih boyunca gördü insanlık. “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler!” diyen Kraliçe yüzünden Fransa’da büyüyen infialin dünyayı değiştiren bir sürece kapı araladığı, Burjuva Devrimini meydana getirdiği söylenir.
Bizdeki zırt pırt yapılan darbelerin ekmekle bir ünsiyetinin olmadığını biliyoruz. Birinin gerekçesi asteğmenlerle orduyu yöneteceğini ileri sürmek, diğerinin gerekçesi lider sultalarından rahatsızlık duymak, bir başkasınınki ‘sözde kâinat imamı’nın gözyaşlarından cadı küresi yontmak…
O yüzden bizdeki devrimciler devrimci filan değil… Darbeci…
Paris’teki Versailles ile Petersburg’daki Kışlık Saray arasındaki nüansı bile bilmezler.
Saray erkânı ne yer ne içer bilmem amma halkın ekmeğinde bir sıkıntı var!
Ekmek kutsaldır. Onun üzerine lakırdı etmek ayağın kaymağa başladığının işaretidir.
Binlerce yıldır Anadolu’da ekmek yapımı, tekniği, kültürü pek bir değişiklik arz etmemiştir. ‘Hititler’de bin çeşit ekmek vardı. Bugün de ekmek çeşidimiz bin yüz civarındadır; yani fazla bir şey katamamışızdır asırlar boyu…
‘Ekmek ve Tuz Hakkı’ eski topluluklarda olduğu gibi Anadolu’yu bin yıldır yurt yapanlar için de başat kültürel kodları arasındadır.
Bugün Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine ziyaret eden herkese, karşılama törenlerinde ilk olarak aksakallardan biri tarafından nan ve tuz ikramı yapılır.
Nan Farsça ekmek demek. ‘Nankör’ ise ekmek hakkı bilmeyenler için kullanılır.
‘Ekmek ve Tuz Hakkı’ olmazsa olmazımızdır yani.
Anadolu’nun birçok yerinde hâlâ asırlar evvelinden kalmış, bir şekilde korunmuş kırmızı ve siyah buğday tohumlarının bulunduğuna tanık oluyoruz. Geçenlerde Sivas’ta on bin yıl öncesine ait böyle bir buğday tohumu çiftçilerimizi şaşırtmıştı. Sonra onu kaybettik.
Ekmeğin ve dolayısıyla yapıldığı unun, tahılın anavatanının Maveraünnehir olduğuna kuşku yok. İki nehrin arasında bir yerde ilk ekmek üretimi başladı. Bu, Fırat ve Dicle arasındaki Mezopotamya, Sakarya ile Fırat arasındaki Anadolu, Nil’den Fırat’a olan eski Mısır ve Sümer coğrafyası… ya da Orta Asya’daki Seyhun ve Ceyhun ırmakları arası olsa gerek…
Jean Henri Fabre: “Tarih, üzerinde hayatımızı kaybettiğimiz savaş meydanlarını kaydeder… ama buğdayın doğduğu yeri bilmiyoruz. İşte insanın çılgınlığı…” der.
Buğdayın üretimi, un yapımı, mayanın bulunuşu ve ekmek yapımı insanlığın gerçekte ilk medeniyet göstergeleri arasındadır. Her ne kadar kızıl buğdayların doğada ‘hüdainabit’ olarak mevcut bulunduğu ve en ilkel değirmen olan dibek benzeri taşlar arasında öğütülmesi ve hamur haline getirilip ilk fırınlarda kızartılması işi tarım devriminden önce olsa da, tarımın ortaya çıkmasıyla insanlar medeniyete adım attılar.
İngilizcedeki ‘refakat, eş-dost’ anlamı da bulunan ve ‘şirket, askerlik, bölük’ demek olan ‘company’ Latince’den gelmektedir. Com ile Panis bileşkesi… com ‘ile’, panis ‘ekmek’ demek. Ekmek yiyenlerin birliği… Mistik bir birlikteliktir bu…
İngilizcede un anlamında ‘flour’, çiçek anlamında ‘flower’la aynı. O demlerde unlar arasında en kalitelisi ve krallara, tanrılara sunulan ekmekte kullanıldığı için beyaz un, unların çiçeği olarak kabul edilmiştir. Şimdilerde kepeğin değeri daha çok kavrandı elbette.
Zaman zaman ekmeğe savaş açan gıdacılar, tıpçılar ekranlarda boy gösterir.
Elbette her şeyin fazlası zarar…
İktidarın da…
Çok fazla güç, insanı kendi olmaktan çıkartır ve tanrılaştırır.
Kendine Tanrı tarafından bir güç devri kanaatine varan masum erk sahibi, giderek kendinde Tanrı’dan izler görmeğe başlar. Aslında bu biraz da etrafındaki kulların serüvenidir. Kullar, Tanrı’nın zaman zaman somutlaşıp dualarına aracısız karşılıklar bahşetmesini isterler. Beslene beslene büyüyen kulluk bilinci sonunda ‘sadakat, adanmışlık, hürmet, liyakat, ehliyet, adalet, müsavat, iyilik, kahramanlık, doğruluk, fazilet’ vb ne kadar müspet kavrama sığınarak yüceleceğini düşünüyorsa bütün bunları tek kişide görmeğe başlar ve onunla enel-erk halinde varlığının kesintisiz, katışıksız idamesini sağlar.
‘Sümerler’de Tanrılara sunulan somunların resmedildiği tabletler ve duvar resimleri dikkat çekicidir.
En eski buğday örnekleri Filistin’de(Yerihu) yapılan kazılarda ortaya çıktı. Milattan Önce on bin yılı geçkin bir zaman dilimine aitti bu buğdaylar. Göbeklitepe, bilinen tarım tarihini değiştirdi bir anlamda. Milattan Önce onbinlerde Filistin ve Zağros Dağı eteklerindeki ilk yerleşimlerin tarımsal faaliyetlerinin oradan yayılıp Anadolu’ya, Akdeniz sahillerine ve sonra da Avrupa’ya ulaştığı söylencesi handiyse bütün tarım tarihi yazanların ortak söylemi… Hayvanların evcilleştirilmesi, tarımsal faaliyetlerin dönüşümü açısından temel bir yaklaşım olarak doğru olsa da MÖ 6000’lerde Hattusas ile Anadolu’ya geldiği yargısı Göbeklitepe ile hayli sarsıldı. Yerihu ile Göbeklitepe’nin hemen hemen aynı zamana rast gelmesi, Anadolu ile Ortadoğu medeniyetlerinin eş zamanlı geliştiğinin göstergesi. Başka bir bulgu, Orta Asya’nın da, Amerika’nın da kendince tarımsal faaliyet içinde oluşunun çok eski zamanları işaret ettiği gerçeğidir.
Ekmek, etmek, ya da nan; faziletli rejimlerin ziyan etmediği insanlığın en temel besin maddesi.
Fırıncılık da aziz bir meslek…
Fırıncının küreği eli gibidir. Ateşin içine giren eli yüreğinin mütemmimidir. İster mi ki; ekmeğine zam yapsın?
Belediyeler olmasa ekmek gibi en temel bir gıda maddesini iki liranın üzerindeki bir fiyata nasıl alsın fakir halk?
O yüzden Halk Ekmek’lerin önünde kilometrelerce kuyruk var.
80 öncesinin zeytinyağı kuyruğu tarihe geçmişti.
‘2020’lerin Türkiyesi’nde Halk Ekmek kuyrukları, tarihe geçeceğinin işaretini şimdiden verdi.