Piyasalar

DÜN ASKERİ VESAYET VARDI,  BUGÜN SARAY VESAYETİ

Punto:

Milletin adamı, Şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava ve yol arkadaşı, Ülkücü fikir ve siyaset adamı, araştırmacı-yazar Hakkı Öznur, 15 Temmuz  kalkışmasının   6.  yıl dönümü dolayısıyla, “15 Temmuz kalkışmasını” ele alan  geniş bir  yazı kaleme aldı. 
Öznur yazısında. Millet ve Demokrasi düşmanı hain  kalkışmacıları,  kalkışmanın  merkezinde yer alan , “gizli ajandası” olan Cemaati,  Cemaatin  güç zehirlenmesini, devleti ele geçirme stratejisini, Cemaat –AKP ilişkilerini, AKP’nin en büyük müttefiki  ,gayriresmi ortağı Cemaatin kumpaslarını, AKP’nin , Cemaate verdiği her türlü desteği, Zaman  gazetesinin yaş pastasını  kimin, kimlerle kestiğini, AKP Genel başkanı ve kadrolarının cemaat medyasında, kumpas davalarına nasıl destek verdiğini, AKP Genel Başkanı ve AKP yöneticilerinin Cemaat ve Fethullah Gülen  övgülerini, kumpasçı savcılara verdikleri desteği,  Kumpasların baş organizatörü sözde savcı Zekeriya Öz’e gönderilen Mercedes’i,  Pensilvanya’yı yol yapan AKP’li Bakanları, Milletvekillerini, Belediye başkanlarını,   hain kalkışma için “Allah’ın bize büyük bir lütfu ,15 Temmuz  projeydi bize yaradı” diyenleri,  15 Temmuz’u  fırsata çevirip, parti devleti kurmaya çalışanları,  tek adam rejimi, ucube sistemi inşa edenleri  saray vesayetini, parti vesayetini  tarihe not düşerek, tek, tek   anlatıyor.
Öznur yazısında, 15 Temmuz  darbe komisyon raporunun nasıl gizlendiğini, neden yayınlanmadığını,   Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın meclise gelip niye  ifade vermediklerini, “Yurtta Sulh Konseyi”  adlı cunta yapılanmasını  ve daha pek çok konuyu geniş bir şekilde  anlatıyor.      
Hakkı Öznur’un tarihi öneme sahip, tarihe not düşen 15 Temmuz kalkışmasını ele alan yazısının tam metni: 
NAMLUSUNU MİLLETİNE ÇEVİRMİŞ TANKLARI, HAİN KALKIŞMAYI, MİLLETİMİZİN EVLATLARI   DURDURDU
15 Temmuz 2016 kalkışmasının 6. yıl dönümündeyiz. TSK içinde yuvalanan, ABD/NATO ile irtibatlı cuntalar, kriminal gruplar, 15 Temmuz gecesi hain bir kalkışma ortaya koydular.  ABD'nin ‘Our boys-bizim çocuklar’ dediği, NATO’cu zihniyete sahip kalkışmacılar, milletin evlatlarına bomba ve kurşun yağdırmıştır. 
Ankara ve İstanbul’da, cumhurbaşkanlığı, parlamento, emniyet ve kamu binaları savaş uçaklarıyla bombalandı. Akıncı Üssü’nden havalanan F-16’larla, Gölbaşı’ndaki Özel Harekat Daire Başkanlığı’na saldırdılar. Kahraman Özel Harekat polislerinin üzerine hunharca bomba ve kurşun yağdırdılar. Açılan ateş ve atılan bombalar sonrası Gölbaşı  Özel Harekat Merkezi'nde 51 canımız, vatan evladımız, şehit oldu. O gece kahramanca şehadete yürüyen şehitlerimizin büyük çoğunluğu, hendek operasyonlarında gazi olmuştu.
15 Temmuz kalkışmasında Akıncı Üssü’nde görev alan F-16 pilotları ve diğer merkezlerdeki kurgulanmış alçaklar, birer robot gibi, verilen emirleri mekanik bir şekilde yerine getirmişlerdir. Kendilerine ‘Yurtta Sulh Konseyi’ adını veren, küresel şer odaklarla ilişkisi ve irtibatı olan ihanet konseyinin komuta ettiği kalkışma sonucunda 251 vatan evladı şehit düştü. 2000’den fazla vatan evladı yaralandı. 
Genelkurmay’da, özel kuvvetlerde, jandarmada, emniyette, meydanlarda birçok vatan evladı, silahlı kalkışmada bulunan hainlere karşı hayatları pahasına direnmişler ve sivil kahramanlarımızla beraber destan yazmışlardır. Vatanın has evlatları, gözlerini kırpmadan, kendilerini feda ettiler. Vatan için, millet için şehit düşmüşlerdir.  
Türkiye, 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 12 Eylül'de tank sesiyle uyanmıştı.  15 Temmuz 2016 gecesi ise sokağa çıkan, namlusunu millete çeviren tankların yolunu, milletin evlatları kesmiş, tankların üzerine çıkmış, yağan bombalara, kurşunlara rağmen kalkışmaya boyun eğmemiştir. Milletimiz; tarih yazmış, destan yazmış, hain kalkışmayı durdurmuştur.
Demokrasi ve millet düşmanı kalkışmayı, aziz milletimiz engellemiştir.  Devlet içine girmiş kriminal, kripto yapıların ve onlarla iş birliği yapan kliklerin kalkışma girişimini boşa çıkarmış, demokrasiye, cumhuriyete kanıyla, canıyla sahip çıkmıştır. Türk milleti, karşı karşıya kaldığı bu alçaklığı ve ihaneti, bertaraf etmeyi başarmıştır. 
RUHLARINI İBLİSE SATMIŞ HAİNLER, MİLLETİN EVLATLARINA BOMBALAR VE KURŞUNLAR YAĞDIRMIŞTIR
15 Temmuz gecesinin en kıdemli ve etkili kahramanlarından biri, 66’ncı Zırhlı Mekanize Tugayı’nda şehit düşen Kurmay Albay Sait Ertürk... 15 Temmuz gecesi şehit düşen en rütbeli askerimiz oldu. Rütbesi Albay ama kendisi ‘Mehmetçik’ idi. Peygamber Ocağı’nın şerefli bir mensubuydu.
Şehit Ertürk, 15 Temmuz gecesinde İstanbul’daki darbe girişimine mani olan gerçek kahramanlarından biri. Kalkışmacı hainlerin İstanbul’daki girişimine, tankların ve zırhlı araçların, mühimmat yüklü helikopterlerin ve tugaya yuvalanmış hainlerin İstanbul sokaklarına dağılmasına mani oldu.  
15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleştirilen hain kalkışmada kilit isimlerden biriydi Ömer Halisdemir... 15 Temmuz kalkışmasının seyrini değiştiren ve kalkışmaya karşı direnişin temsili haline gelen Ömer Halisdemir, Özel Kuvvetler Komutanlığı karargahında şehit edilmiştir. 
Hain kalkışmanın seyrini değiştiren adam, şehit Ömer Halisdemir. 15 Temmuz'un seyrini değiştiren, kendisi de şehit edilen Astsubay Ömer Halisdemir'i, Albay Sait Ertürk’ü, o gece vatanı ve milleti için şehit düşen aziz şehitlerimizi, büyük Türk milleti asla unutmaz!
Genelkurmay’da, özel kuvvetlerde, jandarmada, emniyette, meydanlarda birçok vatan evladı, silahlı kalkışmada bulunan hainlere karşı hayatları pahasına direnmişler ve sivil kahramanlarımızla beraber destan yazmışlardır. Vatanın has evlatları, gözlerini kırpmadan, kendilerini feda ettiler. Vatan için, millet için şehit düşmüşlerdir.
DEVLETİ GİZLİCE KUŞATMA VE ELE GEÇİRME ASLA KABUL EDİLEMEZ!
Gülenist yapı, 40 yıldır sürdürdüğü faaliyetleri ile devletin birçok kurumlarında (TSK, Emniyet, Yargı) çok ciddi bir konuma gelmiştir. 15 Temmuz kalkışması, bu yapının TSK içindeki unsurlarıyla kendini dışa vurduğu tarih oldu. Kalkışmada ‘lokomotif’ rolü üstlenen, Gülenist yapıdır. Gülenistler her alanda olduğu gibi TSK içinde de kendilerini gizlemeyi çok iyi başarmışlar. Gülenist yapı, generalinden yaverine, emir subayından astsubayına, teknik elemanından uzman çavuşuna, TSK’nın her kademesine yerleşmiştir. 
15 Temmuz kalkışmasında Gülenist askerlerle beraber değişik klik ve gruplarında bir araya geldikleri, açıkça görülmüştür. Demokrasi ve millet düşmanı kalkışmacıların, değişik kliklere mensubiyeti, yadsınamaz bir gerçektir. 15 Temmuz kalkışması, TSK içinde önü açılmış malum yapı ve onunla ittifak yapan bazı çeşitli grupların ortak kalkışmasıdır. Her biri ‘proje subay’ olan cemaat mensubu askerler de bu hain kalkışmanın içinde yer almıştır. Değişik zihniyetlere sahip ‘kriptolar’, Genelkurmay’ın ve devletin kilit noktalarına kadar girmişler ve en stratejik yerleri ele geçirmişlerdir.
15 Temmuz kalkışması, bir koalisyondur. Kalkışma girişiminden sonra ortaya dökülen bütün verilere bakıldığında, kalkışmada yer alan koalisyonun en büyük ve merkezi ortağının cemaat mensupları olduğu nettir. Gülenist hareket, izlemiş olduğu yol ve yöntemler ile kriminal yapıya dönüşmüştür.  
Gizli ajandası olan, devleti çepeçevre saran, gizlice kuşatma ve ele geçirme çalışması yapan ve nihayetinde elde ettiği kazanımlarla ‘güç zehirlenmesi’ yaşayan Gülenist grup, 15 Temmuz 2016 hain kalkışmasının ana gövdesini oluşturmuştur.
15 Temmuz 2016 kalkışmasında halen açıkta kalan, cevabını bekleyen soru işaretleri vardır. Bu hain kalkışma, diğer darbe ve kalkışmalardan bir yönüyle farklıdır. Bu ihanet kalkışmasının merkezinde sivil mankurtlar da vardır. Kalkışmaya öncülük yapan bu cemaat mensupları, cemaatin asker mensuplarına emir veriyordu. Yani, kalkışmacı askerler sivil mankurtlardan emir alıyordu. Genelkurmay karargahında ve Akıncı Üssü’nde yaşananlar, bunu göstermektedir. 
Bu bir koalisyon olan 15 Temmuz “kokteyl” kalkışmasının 1 numarası kim? Bu karanlık yapılanma kimlerden oluşuyor? Yurtta Sulh Konseyi adlı cuntacı yapı, bu hain kalkışmayı nerede planlandı? Bu şifreli ismi kimler verdi? Kalkışmaya katılan askerlerin ifadelerinde hala birilerini korudukları tam olarak deşifre olmadıkları, çelişkili ifadelerden bellidir. 
Kendilerine “Yurtta Sulh Konseyi” adını veren cuntanın kesinlikle dış mihraklarla irtibatı vardır. Bunların kirli ve karanlık emellerinde en önemli hedef, iç savaş çıkarmaktı. Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek, kardeşi kardeşe düşürmekti. Kesinlikle bu karanlık ve hain cunta yapılanmasının küresel şer odaklarla ilişkisi ve irtibatı vardır. Bunlar zamanla soruşturmalar derinleştikçe ortaya çıkacaktır.
AKP’NİN EN BÜYÜK MÜTTEFİKİ, GAYRİRESMİ ORTAĞI CEMAATTİ
AKP-cemaat ittifakı, AKP’nin kurulma sürecinden önce başlamış, 2013 yılına kadar devam etmiştir. AKP’nin en iyi arkadaşı, en iyi dostu ve en iyi müttefiki, ‘cemaat’ olmuştur. AKP ile Gülenist yapılanma, her alanda iş birliği yapmışlar, Türkiye’nin kaderiyle oynamışlardır. AKP-cemaat koalisyonu (AKP’nin dar oligarşik kadrosu ile Cemaatin kripto oligarşik kadrosu), uzun bir dönem birlikte hareket ettiler.      
AKP-cemaat ikilisi, ittifak ve iş birliği yapmışlardır. Devlet kurumlarını ele geçirme operasyonlarını birlikte yapmışlardı. İkisinin ittifakı iktidardaydı. Her türlü kirli işten AKP de cemaat de aynı derecede sorumlu. AKP ve cemaat, iktidara ortak oldukları gibi işlenen suçlara da ortaktır.
AKP, Gülenist hareketi o kadar şımartmıştı ki Gülenci olmadan sivil-asker bürokraside yükselmek, hatta olduğun yerde kalmak, imkânsız hale gelmişti. AKP, Gülenist yapıyı önce hükümetin, sonra devletin ayrıcalıklı ve gözde cemaati haline getirdi. Hedefinde devlet olan cemaat kendisine açılan yolları rahatça, geçerek eline geçirdiği imkanlarla, devletin kılcal damarlarına girdi. 
Cemaat, tüm devleti yönetmeyi düşündü. Kendisini artık cemaat değil, devlet gören, güç zehirlenmesi yaşayan Gülenist hareket, nihayetinde kriminal bir yapıya döndü. Cemaat, AKP’ye verdiği destek karşılığında devletin her kritik noktasını kontrol edebilir oldu. Hem sivil toplumda örgütlendi hem de devlet bürokrasisinin çok önemli kademelerinde büyük güç kazandı. 
Orduda, Adalet Bakanlığı’nda askeri yargı, adli ve idari yargı, bu süreçte ağırlıklı olarak Gülenist hâkimlerden ve savcılardan oluşmuştur.  “Ne istedilerse verdik” sözü gerçeği yansıtıyor, çünkü iktidar 2013 sonuna kadar Gülen cemaatini, desteklenmesi gereken bir “hizmet hareketi” olarak gördü. Devlet kurumlarını cemaate/cemaatlere teslim eden, devletin sinir uçlarına girene kadar nüfuz etmelerini sağlayan AKP hükümetleridir. Devri iktidarlarında her kuruma sızan, ‘malum yapıyı koruyan, kollayan AKP iktidarıdır. 
DEVLET KURUMLARINI CEMAATE TESLİM EDEN AKP İLE GÜÇ ZEHİRLENMESİ YAŞAYAN CEMAAT ARASINDA GÜÇ VE İKTİDAR ÇATIŞMASI YAŞANDI
Vatanına, milletine, devletine, demokrasiye bağlı, cemaat mensubu olmayan kişilerin, devlet kurumlarından tasfiyesinden sorumlu olan, AKP iktidarıdır. Cemaat ne istediyse AKP onu yaptı. Tasfiye edilenlerin yerine cemaat mensubu isimler geldi.
Gün geldi, devran değişti. AKP’nin, özellikle de Erdoğan’ın mutlak iktidara giden yolda cemaatin desteğine ihtiyacı kalmadı. Erdoğan’a göre koalisyon ortağı fazla güçlenmiş, devlet içinde güçlü bir duruma gelmişti. AKP hükümetine göre cemaat, güç zehirlenmesi yaşıyordu.  Aynı şeyleri, cemaat de Erdoğan ve hükümet için söylüyordu.
Eylül 2011'de Oslo'da yapılan görüşmelerin sızdırılması, 26 Ocak 2012'de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un gözaltına alınması, ardından 7 Şubat MİT krizi ve Başbakan Erdoğan'ın Mart 2012'de dershanelerin kapatılacağını açıklamasıyla AKP-cemaat savaşı başlamıştır.
Güç zehirlenmesi yaşayan Cemaat, AKP’ye şah çekti. 17-25Aralık sonrası hükümeti sarsan, dört bakanın istifasına yol açan rüşvet ve yolsuzluk operasyonları, AKP ile cemaatin arasını açmıştır. AKP ile Gülenist hareketin ortaklığının bitişi, AKP iktidarının yolsuzluklarının ortaya çıkmasıyla olmuştur.
AKP hükümeti tarafından küresel komplonun “iş birlikçisi” denilen, o savcılar, o polis şefleri, 17-25 Aralık gününe kadar AKP hükümetinin yere göğe sığdıramadığı kahramanlardı. Ve şimdi, Gülenistlerin kötü siciline dikkat çekenlerin hepsi, 17 Aralık öncesi cemaatin ve Fethullah Gülen’in en büyük savunucularıydı. 
17-25 Aralık süreci,AKP’nin kirli çamaşırlarının ortağı tarafından ortaya dökülmesinin ve ortaklığın bozulmasının tarihidir. AKP ile cemaat, biri diğerini “kendine karşı komplo kurmakla, darbe yapmakla” diğeri ise “yolsuzluğa batmakla” suçluyordu. AKP ve cemaat arasındaki uyuşmazlık, TSK içindeki ‘cemaat’ mensuplarının da yer aldığı kanlı bir kalkışma girişimiyle sonuçlanmış oldu.
Erdoğan ve AKP’liler, yıllarca ‘hizmet hareketi’ dedikleri ‘cemaat’ için, “Paralel Devlet Yapılanması” (PDY) dediler. Paralel yapı sıfatı, 17/25 Aralık 2013, FETÖ yakıştırması ise 15 Temmuz 2016 sonrasına aittir. 17-25 Aralık sonrası cemaat kadrolarının özellikle yargı ve polis kadrolarından ayıklanmaya başlamasıyla AKP-cemaat iktidar çatışması başladı. 
Cemaatin, bu savaşı kazanması zaten mümkün değildi. Cemaat, AKP’ye değil, devlete, devletimize yenildi. Kadim devlet anlayışımız, paralel yapılara, yapılanmalara asla izin vermez. 15 Temmuz kalkışması, devletin kayıtlarına artık “PDY” diye giren Gülenizmin, AKP’ye son bir ‘hizmet’i de denilebilir.
15 Temmuz’la gerçek anlamda hesaplaşmayan bir AKP var. AKP, devletin kılcal damarlarını ele geçiren Gülenizmin en büyük müttefiki olmaktan dolayı suçludur.   Kimse Gülenist yapının Türkiye’de kalkışma-darbe yapmaya soyunacak kadar güçlenmesinin sorumluluğunu, başkalarının üzerine yıkarak kurtulamaz. 
CEMAATİN ÖNÜNÜ AÇAN AKP İKTİDARI OLMUŞTUR
Ey AKP hükümeti;
AKP’nin kuruluş sürecinde Pensilvanya’ya giden, Fethullah Gülen’den destek ve dua isteyen, sizdiniz!
Cemaat devleti ele geçirmeye kalkarken izin veren, sizdiniz! 
Cemaatle birlikte kumpaslar kuran, operasyonlar yapan, güle oynaya ülkeyi yöneten, sizdiniz!
“Bir emrin var mı hocam? Bize düşen bir şey varsa söyle yerine getirelim” diyen, sizdiniz!
Hemen her olayda “acaba Pensilvanya ne der, o ne düşünüyor?” diyen, sizdiniz!
Yargı’yı, Emniyet’i, TSK’yı ve birçok askeri ve sivil kurumları anahtar teslimi Gülenistlere teslim eden, sizdiniz!  
Sahte delillerle, komplolarla, kumpaslarla TSK'yı çete gibi gösteren, yargı yoluyla onlara hapislere attıran malum yapının destekçisi, sizdiniz! 
Parsel parsel arsaları, hem de imar kanunlarında haksız değişiklikler yaparak cemaate teslim eden, sizdiniz!
“Cemaat dünyanın 167 ülkesinde Türkiye’yi tanıtıyor” diyen, sizdiniz!
Zaman gazetesinin pastasını her yıl törenle kesen, cemaat medyasını sık sık ziyaret eden, onları yurt dışına özel uçaklarla, devlet uçaklarıyla gezdiren, sizdiniz!
25 Ocak 2012 günü Ankara’da, Zaman gazetesinin 25. yıl pastasını şimdi yurt dışında olan Ekrem Dumanlı ile beraber kesen, AKP Genel Başkanı Erdoğan’dır.
Devletin harim-i ismetine (Kozmik Oda’ya) girilmesine izin veren, sizdiniz! Siz!
Ergenekon vb. dâvâlarda hâkimlik, savcılık yapan, itibar suikastı yapan, sizdiniz!
Cemaatle ilgili, "Bizler de bu yapıya tüm siyasiler gibi iyi niyetle destek olduk. Açık konuşuyorum ben de şahsen pek çok görüşüne katılmasam da bunlara yardımcı oldum" diyen, AKP Genel Başkanı Erdoğan’dır.
Başbakanlığı döneminde en 20 kez Samanyolu TV’ye konuk olan Erdoğan’dır. Abdullah Gül, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Köksal Toptan, Bekir Bozdağ, Melih Gökçek vb.leri onlarca bakan, milletvekili, belediye başkanı, defalarca cemaatin televizyonlarına  çıkmadılar mı?  Gazete ve dergilerine röportaj vermediler mi? 
Ulaştırma Bakanı’yken, bugün  FETÖ çatı davasında tutuklu olan Hidayet Karaca’nın evine giderek birlikte kahvaltı yapan,  cemaate övgüler dizen  Binali  Yıldırım’dı.
“Bu kutlu yolda, Hoca Efendi'nin yeri başımızın üstüdür” mesajını atanlar, AKP yöneticileri değil miydi?
“Sınav sorularının çalındığını söyleyenler şerefsizdir” diyen, AKP’li bakan ve parti yöneticileri değil miydi?
Fethullah Gülen, 2013 yılında ameliyat olduğunda Türkiye’den uçağa atlayıp Pensilvanya’ya gidenler arasında AKP’liler başı çekiyordu.
Fethullah Gülen’den bir küçük hediye alıp, onu Türkiye’de zevkle kendilerinden geçerek anlatan ve karşılığında Gülen’in maliyecilerine korkunç paraları döken, sayan, sizdiniz!
Fethullah Gülen ile görüşmeye gitmeyeni yadırgayan, onlara kem gözlerle bakan, sizdiniz!
Pensilvanya’nın tespit ettiği isimleri milletvekili ve bakan yapan, sizdiniz!
Pensilvanya’ya giden birçok büyükşehrin ve bazı illerin belediye başkanları, sizin mensubunuzdu!
“Fethullah Gülen Hoca Efendi, belki de son 1000 yılın en büyük Türk büyüklerinden birisidir” diyen, sizdiniz!
Pensilvanya’nın tespit ettiği isimleri milletvekili ve bakan yapan sizdiniz!  Siz!  Milletvekili olmak için cemaatten yardım isteyen, sizin mensuplarımızdır! 
‘Sıla hasreti’ deyip, Gülen öykünmeleri yapan, Gülen’i Amerika’dan Türkiye’ye davet eden, sizdiniz!
Fethullah Gülen’e "geçmiş olsun" dileğinde bulunanlar için yayınlanan iki sayfalık teşekkür ilanında listenin başında olan, sizdiniz! Sizlerdiniz! 
Fethullah Gülen’den davet bekleyip, koşa koşa onun elini öpmeye giden, sizdiniz! Sizin kadrolarınızdır!
Çok sayıda AKP’li bakan, milletvekili, partili, Fethullah Gülen ile Pensilvanya’da görüşmüş ve dönüşte de yaptıkları ziyareti anlata anlata bitirememişlerdir.
17-25 Aralık sürecinde cemaat ile arayı düzeltmek için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan arabulucu olarak Zaman gazetesinin kurucu yayın yönetmeni Fehmi Koru ile Gülen’e mesaj göndermedi mi? 
Fehmi Koru, 22 Aralık 2013 günü, Fethullah Gülen ile Pensilvanya’da görüşüp, ondan aldığı ıslak imzalı mektubu Gül’e iletmedi mi? Fethullah Gülen’in web sitesi herkul’de o mektubun içeriği ve ayrıntıları yayınlanmadı mı?
“RABBİMDEN AF DİLİYORUM, MİLLETİMDEN ÖZÜR DİLİYORUM” DİYEREK KENDİNİZİ SIYIRAMAZSINIZ
Erdoğan ve Gülen, defalarca birbirlerine geçmiş olsun mesajları gönderip, telefonda konuşmuşlardır. Fethullah Gülen, Kastamonu'da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın koruma konvoyuna yapılan saldırı ile ilgili olarak, 6 Mayıs 2011 günü gazeteye, taziye ve geçmiş olsun ilanı vermişti.
Fethullah Gülen, MİT krizinin yaşandığı sıcak günlerde, 12 Şubat 2012 günü yayınladığı mesajla, ikinci kez operasyon geçiren Başbakan Tayyip Erdoğan'a acil şifalar dilemişti. Fethullah Gülen hastaneye yattığında, kendisini arayıp geçmiş olsun dileklerinde bulunanlar arasında AKP Genel Başkanı Erdoğan da vardır. Erdoğan, 21 Ekim 2013 günü Sabiha Gökçen Havalimanı'nda bulunduğu sırada, Gülen'i telefonla arayarak kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunmuştu. 
2012 yılında yapılan ve Gülenist hareketin en önemli kollarından biri olan şimdi çoğu yurt dışına çıkan, kaçan, TUSKON kongresinde Gülenci TUSKON mensuplarına Erdoğan, şu övgüleri yapmıştır: 
“Siz, arkanıza karanlık güç odaklarını almadınız. Siz arkanıza mafyayı, çeteleri, cuntaları almadınız. Siz, arkanıza Galata bankerlerini almadınız. Siz arkanıza hazineyi, siz arkanıza kamu bankalarının kaynaklarını almadınız. Siz ideolojiyle yürümediniz. Siz dayatmalara, baskılara, engellere boyun eğmediniz. Siz arkanıza sadece ve sadece milleti aldınız. Siz, arkanıza milleti aldığınız için, milletle yürüdüğünüz için büyüksünüz ve bu ülkeyi büyütüyorsunuz.”
Paralel yapı sıfatı, 17/25 Aralık 2013, FETÖ yakıştırması ise 15 Temmuz 2016 sonrasına aittir. Kalkışma girişimi sonrasında Erdoğan, bu tarihi suç miladı saydı. Bu tarihten önceki yılları, süreçleri yok saydı. Erdoğan ‘kandırıldıklarını’ söyledi, hatta Rabbinden ve halkından af diledi.
AKP Genel Başkanı Erdoğan, 15 Temmuz kalkışmasına ilişkin olarak 4 Ağustos 2016 günü oda ve borsa başkanlarıyla yaptığı toplantıda, ardından Din Şurası’nda ve muhtarların huzurunda,
 “Dün söyledim... Rabbimden af diliyorum, milletimden özür diliyorum, dedim çünkü burada hata yapmışız... İyi niyetimizin kurbanı olduk, bunu da ifade etmem lazım. Bu olay olmamış olsaydı bunların üzerine bu şekilde gidemeyecektik.” ifadelerini kullanmıştır.  
AKP Genel Başkanı Erdoğan, en son 14 Temmuz 2021  Çarşamba günkü AKP grup toplantısında bir kez daha “evet, açık söylüyorum, aldandık” diyerek devlet kayıtlarına “FETÖ” diyerek geçen cemaat ile olan ilişkilerini itiraf etmiştir.
Erdoğan, 15 Temmuz  kalkışmasından yer alan kliklerden biri olan  Cemaat ile ilgili, "Bizler de bu yapıya tüm siyasiler gibi iyi niyetle destek olduk. Açık konuşuyorum ben de şahsen pek çok görüşüne katılmasam da bunlara yardımcı oldum" demiştir
AKP’Lİ BAKANLAR, MİLLETVEKİLLERİ, SÖZCÜLERİ   CEMAAT VE GÜLEN GÜZELLEMELERİNDE BİRBİRLERİYLE YARIŞIYORLARDI
AKP kurucularından, eski Başbakan Yardımcısı, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç bir konuşmasında “Gülen bize yol gösteriyor. Önümüzü aydınlatıyor. Başbakan selâmlarını gönderdi, bir emirleri var mı, öğren” diyendi.
5 Haziran 2010 tarihinde Arınç, Fethullah Gülen'le ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor: "Hoca Efendi her zaman olduğu gibi doğruyu söylüyor... Hoca Efendi 12 seneden beri Türkiye'nin dışında, haksız bir şekilde ülkesinden hicrete mecbur edildi diyor."
Gülen ve cemaat övgüleriyle tarihe geçen Bülent Arınç, şunları söylüyordu: 
“Milyonlarca insan, şu anda gözyaşı dökerek bizi izliyor. Bunların arasında biri var ki, gurbette, tek başına, hüzünle bizi seyrediyor. Televizyonun başında bizi izleyen o güzel insana teşekkür borcumuz var.”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 23 Mayıs 2013 günü TRT Türk'te katıldığı canlı yayında Erdoğan’la beraber gittiği ABD gezisinde Gülen’e gitmek için nasıl izin aldığını şöyle anlatıyor: 
“Konu Amerika olunca ve eşim de olunca ben doğrusu Türkiye’den ayrılmadan mümkün olursa Hoca Efendi’yi bir ziyaret edebilir miyim diye gönlümden geçirmiştim. Hanım da bu işe çok sevindi, ’keşke imkan bulabilirsek gidelim, ziyaret edelim’ dediler. Washington’dan bulunduğu yer 4-5 saatlik bir mesafe ama gidilebilecek bir şey. Sayın Başbakan’ımıza da gitmeden önce konuyu açtım, ‘Fırsat bulursam böyle bir ziyaret yapmak istiyorum. İzin verir misiniz, uygun görür müsünüz?’ dedim. Çok memnun oldu. Hatta ‘keşke bizim için de mümkün olsa, biz de görüşebilsek’ dedi. ‘Bizden bir emirleri olur mu bir tavsiyeleri olur mu onu da öğren’ dedi. Ama programları çok yoğundu. Bu programlardan fırsat bulup da böyle bir mesafeli ziyaret olabilir miydi? O, pek ihtimal vermedi. Ama ‘Selamlarımızı, sevgilerimizi götürürsünüz. Özellikle birinci gün boş olacak. Mümkünse 15’inde bu ziyareti yapabilirsiniz’ demişti. Biz 15’inde oradaydık eşimle birlikte. Bizi aldılar dostlarımız, arkadaşlarımız, Hoca Efendi’yi bulunduğu yerde ziyarete götürdüler.
Fevkalade iyi bir görüşme oldu. Bize çok büyük iltifatlarda bulundu. Dostane karşıladı, geçmiş dostluğumuzun hiç eksilmediğini, belki arttığını gördük, hükümetimizle, Sayın Başbakan’ımızla ilgili düşünceleri de müspet. Daha başarılı olmamızı, daha çok temkinli ve dikkatli olmamızı, hem çevremizdeki, bölgemizdeki olaylarda hem dünya politikasında hem de bazı konularda hassasiyet göstermemizi istiyor. Onları tek tek not ettik. Sayın Başbakan’ımıza da kısmen aktardım. Ama daha geniş görüşme imkanı da en kısa zamanda bulacağım”
Bülent Arınç açıklamasının devamında “Şüphesiz, son zamanlarda çok fazlasıyla speküle edilmiş, bazı konular üzerinde yazılıyor, çiziliyor. Bunları belki kendisine birinci ağızdan sormak, o konularda bir önerisi bir tavsiyesi varsa veya bizim farkında olmadığımız herhangi bir yanlışımız varsa bu konularda da bizi aydınlatmasını rica etmekti” diyor. 
Fethullah Gülen’in resmî anlamda bir hükümete ne gibi bir tavsiyesi olur?  Erdoğan, Fethullah Gülen’den ne gibi bir emir bekliyordu? Erdoğan, Gülen ile o süreçte telefonla görüştü mü? 
10 Haziran 2012 günü, Başbakan Yardımcısı olan bugün tekrar Adalet Bakanlığı’na getirilen Bekir Bozdağ, bundan 10 yıl önce 10.'su düzenlenen Uluslararası Türkçe Olimpiyatları’nda şunları söylüyordu: 
“Bu ateşi yakan, bu yolu açan, bu fikri veren ve destek olan muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi'ye Antalya’dan gönül dolusu sevgiler, saygılar gönderiyorum. Türkçemizi dünyaya tanıtan insanlar yetiştirdiği için, kendisine çete diye hitap edilmesi büyük haksızlıktır; vicdansızlıktır.”
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik ise şunları söylüyordu:
“İnsan merkezli bir hizmeti esas alan insanlara, ‘Hizmetinizi durdurun’ denir mi? Aksine teşvik edilir, desteklenir, elden ne geliyorsa o katkı sağlanır. Bu gerçeği görmemek, ferasetsizliktir.”
2012 Şubat’ında, “MİT krizi” yaşandığı sırada, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 20 Şubat 2012 günü şu sözlerle savunuyordu cemaati: “Yok cemaat devlete sızmış, yok cemaat devleti ele geçirmiş. Buna kargalar güler.”
24 Mayıs 2013 günü, “Türkçe sevgi dilidir, barış dilidir. Yunus’un dilidir. ‘Aç herkese sineni aç, onun gibi ilâç’ diyen Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin dilidir.” Diyen, dönemin Ulaştırma Bakanı daha sonra Başbakan, Meclis Başkanı ve en son 2019 mahalli seçimlerinde AKP İBB adayı olan ve Muhsin Yazıcıoğlu suikastına “kaza” diyen, Binali Yıldırım’dır.
“Fethullah Gülen Hoca Efendi, hayatının her döneminde tertemiz kalmış bir kişidir. Kendisine şükran borçluyuz.” diyen, Sağlık Bakanı ve daha sonra Başbakan Yardımcısı, olan Recep Akdağ’dır.
“Cemaatin hedefleriyle, Türkiye’nin hedefleri tamamen örtüşüyor.” diyen, eski Başbakan ve kendisine Saraycılar tarafından “Pelikan darbesi” yapılarak saf dışı edilen, şimdi Gelecek Partisi Genel Başkanı olan, Ahmet Davutoğlu’dur. 
“Cemaati döverek, cemaate saldırarak, Türkiye’nin değişim yönünü etkilemeye çalışıyorlar.” diyen, şimdi İçişleri Bakanı eskiden Erdoğan düşmanı olan Süleyman Soylu’dur.
Adı yolsuzluk ve rüşvete karışmış, Kur’an ayetleriyle alay eden, “her Cuma bir ayet sallıyorum”, “Bakara makara” diyerek dalga geçen, dönemin AB Bakanı, 20 Eylül 2019 günü  Çekya Büyükelçisi yapılan, devletin uçağında şampanya içen, yanındakilere şampanya ikramında bulunan, sarhoş Egemen Bağış da 28 Mart 2013 tarihinde şunları söylüyordu: “Bu ülkenin değerini bütün dünyaya yayıyor. Gerçekten bu okulların vizyonunu ortaya koyan, başta Fethullah Gülen Hocamız olmak üzere bütün kahramanlara ben yürekten teşekkür ediyorum.”
Dönemin Başbakan Yardımcısı,  şimdi DEVA Partisi Genel  Başkanı olan Ali Babacan da 2 Haziran 2013 tarihinde şunları söylüyordu: “Bütün bu güzel çalışmalara istikamet veren, ilham kaynağı olan çok değerli Fethullah Gülen Hoca Efendimize buradan şükranlarımızı sunuyorum. Kendilerine saygılarımızı, hürmetlerimizi, sizlerin huzurunda buradan iletmek istiyorum”.
 “Fethullah Gülen Hoca Efendi, son 1000 yılın en büyük Türk büyüklerinden birisidir. Evrensel Türk rönesansını başlatan Türk mucizesidir. Shakespeare gibi evrenseldir. Ona düşmanlık edenlerin utanması gerekir.” diyen, 15 Temmuz darbe girişimini araştırma komisyonunda AKP üyesi olarak bulunan, İzmir milletvekili Hüseyin Kocabıyık değil mi?
AKP’yi kuran kadroların ve bugün AKP’de siyaset yapanların Fethullah Gülen için yaptıkları övgülerden yüzlerce cilt kitap çıkar.
ERGENEKON DAVASINDA SAVCI OLDULAR, CEMAATİN SAVCILARINA, HAKİMLERİNE  ÖVGÜLER  DİZDİLER
AKP Genel Başkanı Erdoğan, Ergenekon, Balyoz, Oda tv. vb. davalarda içeri alınan, şimdi, “Kumpas kurbanı dediği” asker ve sivillerle ilgili: “Durup dururken yoldan geçeni almıyorlar” diyerek operasyonlara açık destek vermişti.  Erdoğan, 16 Temmuz 2008 günü, Ergenekon davasında “hukuksuzluklar var, kumpaslar var” diyen kesimlerin eleştirilerine karşı çıkarak savcı Öz gibi cemaat savcılarına sahip çıkmış, “İddia makamı millet adına oradadır. Eğer bu anlamda savcılıksa, evet savcıyım” diye yanıt vermişti.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, başbakanlığı döneminde Ergenekon soruşturmasını yürüten firari savcı Zekeriya Öz’ü 9 yıl önce öve öve bitirememişti. Kendisine zırhlı aracını vermişti. 17-25 Aralık süreci AKP ile cemaatin yollarını ayırmıştır.  Cemaatin savcısı Öz, ihraç edilmişti.. Erdoğan, başbakanlığı döneminde Ergenekon davasını yürüten Zekeriya Öz’e yöneltilen eleştirilere, “İtalya’da temiz eller olduğu zaman İtalya’yı Türkiye’ye örnek gösterenler lütfen şu anda da Türkiye’de temiz eller operasyonunu yapanlara saygı duysunlar, saygı duysunlar…” ifadelerini kullanmıştı.
Gazete arşivleri duruyor. Kütüphanelere gitmeye gerek yok. İsteyen internetten gazete arşivlerine girse kim ne demiş, her şeyi görür.  Ergenekon soruşturmasının savcısı, kumpasçı Zekeriya Öz ve diğerleri haklarında yakalama kararı çıkınca kaçmışlardır.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da dalga dalga gelen Ergenekon operasyonlarının gölgesinde,  cemaatin haftalık yayın organı Aksiyon dergisine verdiği söyleşide;  düzmece delil ve gizli tanıklarla yürütülen Ergenekon ve Balyoz davalarında verilen kararlara destek vermiş, özel görevli yargıç ve savcıları övmüş; “Onlara bütün Türkiye’nin demokrasi adına büyük bir borcu var” demişti.
Yine Bülent Arınç, o dönem bir televizyon programında “Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sıkıntılar, sancılar bir taraftan doğum sancısıdır. Bir taraftan da bağırsakların temizlenmesidir” demişti. CNN Türk kanalında 23 Nisan 2016 Cumartesi günü yayınlanan Güne Merhaba adlı programda Ergenekon davası için 8 yıl önce “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyen Bülent Arınç, 23 Nisan 2016 günü Yargıtay'ın Ergenekon davasında hükmü bozmasını, iyi bir karar olarak değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, haklarında yakalama kararı bulunan ve yurt dışına kaçan eski savcılar, Zekeriya Öz ve Celal Kara'nın "Bana kaçacak diyen ihanet şebekesinin mensupları birer ikişer kaçmaya başladı" dedi. "Bunlarla ilgili, kırmızı bültenler hepsi devreye girecek" diyen Erdoğan, "Bunlar da yaka paça buraya gelip, yaptıklarının hesabını verecekler" ifadesini kullandı. 
AKP hükümeti, bu davanın savcısı oldu, alkışlayıcısı oldu, destekçisi oldu. Hatta yargı ve emniyete “Vurabildiğiniz kadar vurun” dediler, “Ezebildiğiniz kadar ezin” dediler.
Hatta Bülent Arınç’ın ifade ettiği gibi Ergenekon davaları devam ederken “Bu bir doğum sancısıdır, Türkiye bağırsaklarını temizliyor” dediler. O kumpas davaları, AKP hükümeti döneminde açıldı. Polisler ve savcılar, AKP hükümetinin bilgisi dahilinde operasyonlar yaptılar.  7,5 yıl süren Ergenekon sürecinde AKP iktidarı  Öz’ü “kahraman” olarak göstermişler “bu ülkede bir gün Zekeriya Özün heykeli dikilecektir” demişlerdir.
AKP’nin yaptığı ikiyüzlülüktür. O davalar, AKP hükümeti döneminde açıldı. Polisler ve savcılar, AKP hükümetinin bilgisi dahilinde  operasyonlar yaptılar. Şimdi cemaati suçlayarak “bizim haberimiz yoktu, onlar yaptı” demeleri siyasi ahlaksızlıktır.  Son 8 yıldır, “Haşhaşi, çete reisi, alim müsveddesi, içi boş vaiz, sahte veli, yalancı peygamber, paralel devletin başı, İsrail uşağı, maşa, ABD’de esir, kaset şantajcısı ve tele kulakçı casuslar, darbeciler, tuzluklar, paralel çete, fetö/PDY” daha neler neler…
Bu tür ifadelerle yıllarca iç içe oldukları, birlikte her türlü işi yaptıkları, beraber kumpasları gerçekleştirdikleri cemaat ve cemaat mensuplarına suçlamalarda bulundular. Cemaate ve onun  liderine övgü dolu ifadeler kullananlar, araları iktidar çatışması yüzünden açılınca her türlü yakıştırmayı yaptılar.
ZAMAN GAZETESİNİN YAŞ PASTASINI,  AKP  GENEL  BAŞKANI  ERDOĞAN KESTİ
Zaman gazetesinin 25 Ocak 2012 yılında yapılan Ankara’daki 25’inci yıl kutlamasında yaş günü pastası başında Başbakan, bugünün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan vardı. Erdoğan şimdi firari olan Ekrem Dumanlı ile pasta kesiyordu. 
Yurt dışına kaçan, kapatılan Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı, 17-25 Aralık sürecine kadar Erdoğan ve ekibinin en yakınında olan gazetecilerdendi. Erdoğan ile yakın bir hukukları vardı. Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde tam 21 kez Başbakan’ın uçağına binmiş ve onunla uzun yolculuklar yapmış, söyleşilerde bulunmuş bir kişidir.
Kapatılan Zaman gazetesini Cumhurbaşkanı Erdoğan, bundan 10 yıl önce ‘ateşlerde açan bir çiçek’ olarak tanımlamıştı. Zaman gazetesinin 25. yıl kutlamasına katılan dönemin başbakanı Erdoğan, Zaman gazetesinin yaş günü pastasını da kesmişti. Erdoğan, resepsiyonda bir konuşma yaparak, ‘Zaman gazetesi tarihî dönüşüm süreçlerinde önemli bir rol oynamış’ diyordu.
35 farklı ülkede, 10 farklı dilde yayın yapan Zaman’ı görmekten çok büyük bir gurur duyduğunu kaydeden Erdoğan, 1986’dan bu yana emek veren herkesi tebrik ettiğini söylemiş ve Zaman’ı, ‘ateşlerde açan bir çiçek’ olarak tanımlamıştı. Dönemin başbakanı ile şimdi yurt dışında olan Ekrem Dumanlı, altınımsı çerçevede gazetenin özel bir nüshasını birlikte tutup cümle aleme  gösteriyorlardı:
Demokrasinin zaferi!
Ve karşılıklı övgülerin ardından pastayı kesen Erdoğan, “Zaman gazetesi ile 25’inci yıllara. Bu pastadaki ağız tatlılığını, fikir dünyasındaki ağız tatlılığı ile sürdürelim” diyordu. 
1970’li yıllarda Türk Sağ’ına egemen olan, antikomünizmin ve Sovyet karşıtlığının da etkisiyle dini cemaat ve tarikatların desteği, hep merkez sağ partilere olmuştu. Gülen hareketi vb. cemaatler, hep merkez sağ partilere oy verdi. Söz konusu olan cemaat, geçmişten günümüze DYP, ANAP ve 2002’den sonra AKP’ye oy vermiş ve AKP’yi açıkça desteklemişti.
Yine bundan 12 yıl önce yapılan 12 Eylül 2010 referandumda Gülenistler, AKP’den daha fazla çalıştılar. Fethullah Gülen, 12 Eylül 2010’da yapılan referandumun demokrasi adına çok önemli bir adım olduğunu söylemişti. herkül.org'a konuşan Fethullah Gülen, “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da” dedi.
Gülen'in açıklamalarının tamamı, 2 Ağustos Pazartesi günü herkül.org'da yayınlanmıştı. Gülen hareketi için referandumda ‘Evet’ çıkması, AKP'nin 50 defa seçim kazanmasından daha önemliydi.
Seçim zamanları cemaat evlerinde AKP övülür ve cemaat mensuplarının AKP’ye oy verilmesi teşvik edilirdi. Açık açık bir şeye oy verilmesi istendiği zaman 2010 referandumuydu. Bu referandumun çok önemli olduğunu ve herkesin 'Evet' oyu vermesini istemişlerdi. Hatta bu referandumda 'evet' sonucu çıkmasının AK Parti'nin 50 defa seçim kazanmasından daha önemli olduğunu söylemişlerdi.
AKP 15 TEMMUZ’UN ÖNÜNÜN VE ARKASININ ARAŞTIRILMASINDAN RAHATSIZ
AKP  iktidarı 15 Temmuz gerçeklerinin açıklanmasını istemiyor. Yine  en açık göstergelerden biri  TBMM’de kurulan ve 4 Ekim 2016-22 Aralık 2016 arasında muhalefetin gayretiyle de oluşturulan “TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimi Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”nun   kaybedilmesidir. Erdoğan-AKP iktidarı,  15 Temmuz kalkışmasını kendisi için “Tek adam yönetimini anayasallaştırıp inşa etme”nin dayanağına dönüştürmüştür!  
15  Temmuz  hain kalkışma  sonrası Meclis'te 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu kuruldu. 15 Temmuz girişiminden 11 gün sonra 26 Temmuz’da AKP ve muhalefet partilerinin verdiği araştırma önergeleri birleştirilerek görüşüldü ve Kalkışma  girişimini araştırmakla ilgili TBMM’de 9 gün içerisinde Bakanlar Kurulu'nun emri ile “TBMM Darbe Araştırma Komisyonu” kuruldu. . Ocak 2017’de komisyonun çalışmaları sona erdi. Halbuki bütün araştırma komisyonlarının 3 aylık görevi süresi bir 3 ay daha uzatılmaktaydı.  Komisyon, çalışmalarından rahatsız olan AKP tarafından, daha süresi varken, ek süre verilmedi
Yine Komisyon Başkanlık Divanı, bütün partiler tarafından oluşturulabilecekken AKP tarafından oluşturuldu. Komisyon’un çoğulcu, şeffaf biçimde gündemini oluşturması ve çalışması da engellendi. AKP, zaman içinde komisyonun çalışmaları ve dinlenen kişilerin parti aleyhinde bilgi vermeleri üzerine komisyonun 3 aylık çalışması yeterli gördü.
TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nun raporu hazırlanması ise tam 6 ay sürdü.  Muhalefet partilerinin de üye verdiği 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu, 637 sayfalık bir rapor kaleme aldı. Raporun hazırlanması için 141 tanığın ifadesi alındı. 
12  Temmuz  2017 günü AKP’li başkan tarafından TBMM Başkanlığı’na sunulan raporda, komisyonda yer alan muhalefetten habersiz ekleme yapıldığı ortaya çıkınca tartışmalar yaşandı. CHP, rapora CHP ile FETÖ’nün iş birliği yaptığı suçlamalarının yer aldığı 3 sayfalık bir bölüm eklenince ek şerh sundu. Ek görüşlerinin yazılması istenmesinden sonra  CHP’nin  ek görüşleri rapora eklendi.   70 sayfalık ek şerhte, AKP ile   Cemaat arasında yıllar itibarıyla gerçekleşen ilişkiler belgeleriyle sıralanırken, Fethullah Gülen ile AKP yöneticilerinin fotoğrafları, Gülen hakkında AKP sözcülerinin açıklamaları, gazete küpürleri, AKP’lilerin Gülen’i öven görüntülerine ilişkin internette yer alan videoların bağlantı adresleri yer aldı.
 CHP’nin ek şerhinden AKP’nin rahatsız olması üzerine TBMM Başkanlığı, komisyonun raporundan ek şerhi çıkararak basmak istedi. Ancak CHP’nin müdahalesi üzerine basım durduruldu. Daha sonra ise raporun basımı gerçekleştirilemedi ve dağıtımı yapılamadı.
Meclis'te kurulan 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu, 652 sayfalık taslak raporunu AKP Burdur Milletvekili ve Darbe Araştırma Komisyonu Başkanı Reşat Petek bir basın toplantısıyla açıklamıştı.  Komisyon Başkanı Reşat Petek taslak metni açıklarken "Darbe girişiminin önceden haber alınamaması bir istihbarat zaafıdır" diyordu.
15 Temmuz Darbe Girişimi Araştırma Komisyonunun hazırladığı Raporun içerisine baktığımızda 13 yıl Gülenist yapının resmi ortağı olan AKP ile ilgili hiçbir şey yok. Asıl suçlular halen yakalanmış değil. Asıl failler, yani bu işin siyasi ayağı ortaya çıkmış değil.
4 ay 15 gün gibi bir sürede tamamlanan raporda cemaatin, devletin kılcal damarlarına, siyasetin kılcal damarlarına sızmış, AKP’nin hâkim olduğu TBMM 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu darbenin siyasi ayağının tespit edilmediğini açıklamıştır. Düzmece rapor, AKP’yi aklama ve kurtarma raporudur.
Cemaatin AKP ile iktidar ortaklığına değinilmemiş, bu anlamda kalkışmanın siyasal ayağına yönelik de bir karartma yapılmıştır. Bu soruşturma kapsamında kalkışma gecesinin karanlıkta kalan yönlerinin aydınlatılmasına yönelik muhataplarla görüşmeler yapılmamıştır. Bu anlamda Meclis Araştırma Komisyonu,  kalkışma  girişimi ve Gülen cemaatinin niteliği, ilişkileri ve eylemleri hakkında gerçek bir hesaplaşmanın önünü açacak bir soruşturma yerine,  Kalkışmayı iktidarın belirlediği sınırların içine hapsetmiştir.
15 Temmuz girişimine yönelik yürütülen soruşturmalar sonucunda, kalkışma girişiminin açığa çıkartılması bir yana pek çok yönüyle girişim karartılmaktadır. Meclis Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı rapor öncelikle girişiminin hem tarihi arka planını hem de güncel ilişkilerini ortaya koymak bir yana, onları çarpıtmaktadır. 
15 Temmuz darbe komisyonu raporu, tamamen taraflıdır. Kamuoyu, gerçeklerin gizlenmesinden rahatsız oldu. AKP, kendini temize çıkarmak için tamamen Meclis komisyon raporunu kendi istediği gibi yazdırmıştır. Bu komisyon, gerçekleri, kalkışmayı saklama, AKP’yi aklama komisyonudur. Darbe araştırma komisyonuna hâkim olan AKP, 15 Temmuz kalkışmasının ortaya çıkmasını ve hakikatin bilinmesini engellemiştir. Açığa kavuşturulmamış, üzerinde şüphe bulutları olan konular var.
2 Temmuz 2017’de dönemim TBMM Başkanı İsmail Kahraman’a sunulan “darbe” raporu Meclis’te okunmadı. AKP okunmasından bile rahatsız oldu.  AKP hükümeti, çok eksiklikleri ve tutarsızlıkları olmasına rağmen, raporun tamamının yayınlanmasını engelledi. AKP, kalkışmanın siyasi ayağının ortaya çıkmasından rahatız oldu. Çünkü, AKP’yi kazıyınca altında cemaatle olan ilişkiler ortaya çıkıyordu. 
Siyasal iktidarın başından beri kalkışmayı, bütün gerçekliğiyle ve çıplaklığıyla açığa çıkarma gibi bir niyeti yoktu. 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu değil, kapatma komisyonudur. AKP-Gülen iş birliğinin ortaya çıkmasından korktular. AKP, kendisine dokunabilecek noktaları ise karartmakta ve saklamaktadır. AKP’nin amacı, gerçekleri ortaya çıkarmak değil. Fakat gerçekler uzun süre bastırılamaz, gizlenemezler. Hakikati öldürmek mümkün değildir. 
Raporun yazımı üyelerden gizlendi ve uzun bir süreden sonra rapor Komisyon üyelerine tebliğ edildi. Muhalefet şerhi rapora eklenmek üzere verildikten sonra TBMM tarihinde hiçbir komisyon çalışmasında görülmemiş bir biçimde Komisyon Başkanı tarafından rapora korsan eklemeler yapıldı. CHP’ nin  bu eklemeler İç Tüzüğe ve teamüllere aykırı olduğu için çıkarılması talebi TBMM Başkanı tarafından reddedildi.
HULUSİ AKAR VE HAKAN FİDAN MECLİS’E İFADE VERMEYE BİLE GELMEDİLER
15 Temmuz kalkışması sonrası hararetli bir istihbarat zafiyeti tartışması başladı. "MİT ve TSK  15 Temmuz girişiminin istihbaratına neden önceden sahip değildi?" ilk yöneltilen sorulardan biri oldu. Bu soruya TSK ve MİT cephesinden gelen iki farklı yanıt var. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Gülen yapılanmasının darbe girişiminde bulunabileceğine dair daha önce istihbarat paylaşımında bulunduklarını söylüyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ise komisyona gönderdiği cevaplarda darbe girişimini "pek çok kimsenin beklemediği bir durum" olarak niteliyor,
Raporun hazırlanması için 141 tanığın ifadesi alındı. Ancak, ifadesi alınanlardan çok alınmayanlar konuşuldu. Gecenin kilit iki ismi Hakan Fidan ve Hulusi Akar da komisyon önünde sözlü ifade vermedi. Akar'a on soru yazılı olarak gönderildi. Fidan ise 38 sayfalık bir rapor ile komisyona bilgi aktardı. Dolayısıyla darbe girişiminin aydınlatılması konusunda kritik önemde olan söz konusu kişiler Komisyon’a gelmediler veya gelmeleri engellendi.
İki kamu görevlisinin kendilerini TBMM’nin üstünde görmeleri, bilgilerini TBMM ile dolayısıyla toplumla paylaşmamaları, darbeyle ilgili soru işaretlerinin bugün bile yanıtsız kalmasının nedeni oldu .Komisyon’da dinlenmesi istenilen tanıklar, kamu görevlileri çağrılmadı.
Araştırma komisyonuna 2 kişi gelmedi. Birisi, MİT Müsteşarı, diğeri dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar. Akar ve Fidan, komisyona davet edilmelerine rağmen gitmediler. Erdoğan, bu iki kilit ismi TBMM’ye göndermediği gibi komisyonu fiilen kapattı. Hulusi Akar ve Hakan Fidan'ın TBMM'de kurulan 15 Temmuz'u Araştırma Komisyonu'nda dinlenmesine neden izin verilmedi?
Tüm eksikliklerine rağmen komisyonun raporu neden yayınlanmadı? Darbe komisyonun hazırladığı raporu yayınlatmadılar. Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ı komisyondan kaçırdılar. Araştırma komisyonu istemeyenler, 15 Temmuz'un "filmini" çekmiş. 15 Temmuz'un sinema filmi var. 15 Temmuz'un raporları yok. 15 Temmuz'un siyasi ayağı yok. 15 Temmuz'un balistik raporları yok.
15 Temmuz 14.45'ten, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'ın, Akıncı Üssü'ne götürülmek üzere derdest edildiği saat 21.00'e kadar geçen sürede yaşananlar hala tam olarak bilinmiyor ve gerçeklerin ortaya çıkması istenmiyor.  
Olayın iki baş kahramanı zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan, TBMM'de darbeyi araştırmak üzere kurulan komisyona gelip, soruları şahsen yanıtlamayı reddettikleri için de yanıtlanamamış sorular 6 yıldır ortada duruyor.
Komisyonun hazırladığı rapor da ortada yok. Lagalugaya getirildi ve rapor, yayınlanmadan kayboldu. Eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı'na "Gidip ifadenizi verin" deselerdi, giderlerdi Ama. Ama böyle bir talimat verilmedi.
AKP OTORİTER REJİM İNŞA ETMEYE ÇALIŞIYOR
15 Temmuz 2016 hain kalkışma girişimini fırsata çeviren, kendi iktidarını güçlendirmek için kullanan bir AKP iktidarı var. Cemaatin önünü açanlar, devlet kurumlarını cemaat kadrolarına teslim edenler, şimdi “darbeyi bastırdık” diye nutuklar atıyorlar, açıklamalar yapıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalkışmanın yaşandığı 15 Temmuz 2016 gecesi İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaptığı açıklamada, “Şu anda bu çıkış, bu hareket, Allah’ın büyük bir lütfu. Bu tertemiz olması gereken TSK’nın temizlenmesine vesile olacak bir harekettir” demişti.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da hayli gecikmeli olarak, eniştesinin “Dostlarım söyledi, orduda hareketlilik varmış” uyarısıyla bilgi sahibi olduğunu bizzat kendisinin anlatımından öğrenmiştik “O geceye dair açıklanmaya muhtaç yönler var. Niyeyse, 15 Temmuz gecesinin gerçekleri pek sorgulanmıyor…
Erdoğan, kalkışmadan iki gün sonra 18 Temmuz 2016’da  yaptığı açıklamada, yeni bir açıklamada,15 Temmuz girişimi için “Allah’ın bize büyük bir lütfu” oldu diyerek, duyanların “Hayırdır inşallah” diye karşıladığı ilk değerlendirmesini yaparken aslında 15 Temmuz  girişimiyle ilgili sonraki aylar ve yıllardaki gelişmeleri de açıklamaya hizmet edecek en esaslı açıklamayı yaptığını pek kimse fark etmemişti. 
15 Temmuz, Erdoğan'ın kendi deyişiyle, Allah'ın bir lütfu oldu. Çünkü eli güçlendi. Türkiye'de otoriter rejim inşa etmeye çalışan iktidar partisi, 15 Temmuz kalkışmasını bunun için bir fırsata çevirdi. 
15 Temmuz şerrinden bir hayır çıkarmak, mümkündü. Ancak AKP iktidarı kalkışmadan nemalanmaya kalkmış, demokrasiyi güçlendireceğine otoriterizmi dayatmış, ülkeyi, OHAL rejimini devam ettiren kararnamelerle yürütüyor. 15 Temmuz, demokratik bir hukuk devleti için gerçek bir fırsat olabilirdi. Ancak AKP, bunu tam ters bir yönde kullandı.
Binali Yıldırım ise katıldığı bir programda 'Bugüne kadar hoşunuza gitmeyen, sizi en çok zorlayan proje neydi?' sorusuna gülerek “Yani hoşuma gitmeyen proje 15 Temmuz. Keşke olmasaydı” diyerek gülerek cevap vermişti. 
Kalkışmadan Erdoğan ve AKP iktidarının önceden bilgisi olduğu iddiaları da kamuoyunda dile getirilmektedir. Gerçi Erdoğan kalkışmayı, “sır küpüm” dediği Hakan Fidan’dan değil eniştem Ziya’dan öğrendim diyor.   
Bugün "15 Temmuz'dan kim faydalandı?" sorusuna verilecek cevap bellidir! 15 Temmuz kalkışması olmasaydı, cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında saray rejimi inşa edilemezdi. Adına ‘Başkanlık Sistemi’ denilen antidemokratik bir sisteme geçilemezdi. Dört yıllık partili başkanlık sistemi, her alanda iflasla sonuçlandı. Yargı bağımsızlığını kaybetti, devlet kurumlarının içi boşaltıldı, hak ve özgürlükler her alanda kısıtlandı.
15 Temmuz kalkışmasının karanlıkta bırakılmak istenen yanlarına dair sorular sormamız, boşa değil. 15 Temmuz, iktidarını kaybetmek üzere olan AKP'yi kurtarmış, bir de rejim değişikliği yapma fırsatı vermiştir. 15 Temmuz kalkışması, Türkiye için bir ‘felaket’ oldu; ancak bu felaket, demokratik parlamenter sistemi ortadan kaldırmak için bir ‘fırsat’ olarak kullanıldı. 
Tüm darbelerin, kalkışmaların mutlaka siyasi ayakları da vardır.  15 Temmuz kalkışma girişiminin siyasi ayağı, daha ortaya çıkarılamamıştır. Kalkışmasının kimler tarafından organize edildiği hususunda birçok soru işareti hala şüphe sebebidir. 15 Temmuz kalkışmasının siyasi uzantısı, henüz açıklığa kavuşmuş bir mesele değildir.
DÜN ASKERİ VESAYET BUGÜN SARAY VESAYETİ
Halen açıklan(a)mayan, tam olarak aydınlanmayan kalkışma ile ilgili olarak AKP iktidarı  olayı ‘Allah’ın lütfu  15 Temmuz’.  Olarak görmüş ve görmeye devam ediyor.  Milletimizin ve meşru siyasi aktörlerin 15 Temmuz kalkışmasına karşı dik duruşları, demokratik siyasetin muhafazası ve tahkimi adına çok değerliydi. Ancak Erdoğan ve AKP, bu durumu kendi lehine çevirmeye çalışmıştır.
Erdoğan’ın gönlünde yatan aslanın başkanlık sistemi olduğu biliniyordu ama tek başına onun ve partisinin gücü buna yetmiyordu. Kendisine verilen destekle önü açıldı. “Tek Kişilik Hükümet” olan    Erdoğan ve adına “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi,” denilen yönetim tarzı, ülkeyi kaosa sürüklemeye devam ediyor.
Sonuçta, 15 Temmuz hayasız girişim, Erdoğan’a çok ama çok “yaradı”; istemediği kadar yaradı. 15 Temmuz kalkışmasına Türkiye hep beraber direndi ve kazandı. Ancak Erdoğan ve AKP, 15 Temmuz direnişini kendisine mal etmeye çalıştı. Milletin  direnişini gasp etmeye çalıştı.
Dün askeri vesayet, yargı vesayeti vardı. Bugün ise parti vesayeti, Saray vesayeti var.  Saray ,askeri vesayetinde yerini aldı  Demokrasi üzerindeki her türlü vesayeti ortadan kaldırmakla övünen AKP, kendi vesayet düzenini kurmuştur. Türkiye’deki birçok kurum ve kuruluş, AKP iktidarının siyasi birer temsilciliği haline gelmiştir. AKP iktidarının etrafında kümelenmiş bir çıkar grubu, hiçbir hukuki, ahlaki ölçü tanımıyor. AKP iktidarı, hukuk devletini ve güçler ayrılığı ilkesini ayaklar altına almış, yasama, yürütme ve yargı organını kendine tabi hale getirmiştir. 
AKP demokrasinin imkanlarını kullanarak -örtülü- darbe yapmıştır. 15 Temmuz kalkışmacılarıyla iktidarın ortak noktası parlamentoyu sıfırlamaktı. İktidar kalkışmadan  sonra  meclisi  devre dışı bırakarak bunu yaptı.  Demokratik siyaseti engelliyorlar,  keyfi ve şahıs eksenli otoriter siyaset izliyorlar. AKP   15 Temmuz 2016 kalkışmasından sonra otoriterizme  sapmış ve tam gaz  saray rejimi inşa ediyor.
16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirilen referandum ile mevcut hükümet sistemi değişmiş ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ortaya çıkmıştır.  Bu ucube  Başkanlık Sistemi 24 Haziran 2018 seçimleri ile uygulanmaya başlanmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin kişişelleşme-keyfilik, güç yoğunlaşması, denetimsizlik ve  kurumsuzlaştırma temel özellikleri, açık ve net olarak görülmektedir.
AKP Genel  Başkanı Erdoğan tek söz sahibi kişi hâline gelmiştir. OHAL uygulaması ile birlikte istediği kanunları da çıkartmaya başlamıştır.  Erdoğan’ın yetkileri yeni kanunlarla her gün  artıyor  Cumhurbaşkanı olarak yetki aşımına gitmekte ve yasaları hatta anayasayı göz ardı etmekten çekinmemektedir.
AKP iktidarı, yasama ve yargıyı yürütmeye tabi hâle getirmiştir. Denge ve denetleme kurumları birbiri ardına çökertilmiştir. Yargı organları siyasallaştırılmaktadır. Özgürlükler kısıtlanmakta, sivil toplum dağıtılmakta ve medya baskı altına alınmaktadır.
PARTİ DEVLET BÜTÜNLEŞMESİ OTORİTER REJİMLERDE OLUR
Türkiye   Otokratik  bir yönetim altındadır.  Parti-devlet bütünleşmesi, otoriter rejimlerde olur. . Demokrasilerin karşıtı olarak, otokratik yönetimlerin en belirgin özelliği egemenin/egemenlerin yönetme otoritesini başka bir kaynaktan değil de doğrudan doğruya kendisinden/kendilerinden alması, bu otoriteyi kimseyle paylaşmaması ve yaptıklarından dolayı kimseye hesap vermek zorunda olmamasıdır. Türkiye’de yaşananlar, Hukuksuzluklar ancak istibdatla, otokrasi ile tek adamla yönetilen rejimlerde olur. 
Açık veya örtülü darbe ve muhtıra dönemleri, artık son bulmalıdır. Dün de bugün de çare, daima demokratik hukuk devletinde ve özgürlükçü demokrasidedir.  Doğru olan s