Rubil GÖKDEMİR
Punto:
Dinle
EKONOMİK DURUMUN DÖVİZ KURUYLA DEĞERLENDİRİLMESİ VEYA ALGILANMASI !
Ülkemizde oldum olası işlerin iyi gidip gitmediğinin yegâne ölçüsü haline getirilmiş bulunan döviz kuruyla veya bilhassa $/TL paritesiyle yapılan değerlendirmeler acaba ne kadar gerçeği yansıtıyor ?
Teorik tartışmalara girmeksizin, döviz kurunun ekonomik gidişata dair neredeyse tek ölçü haline gelmesinin sebebi; büyüme ve kalkınmamızı finanse edecek şekilde yeterli tasarrufa ve sermaye kaynağına sahip olmamamız, bu amaçla da dış kaynaklara başvurma zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.
Hükümetlerin büyük yatırımlar yapma hevesi ve bu yolla da seçim kazanma arzusuyla, seçmenin kolay yoldan daha fazla refâh ve konfor talebi bir araya gelince, dış dünyanın tasarruflarına "dış kredi" yoluyla ve kolayca ulaşmak, iktidarlar için en cazip ve zahmetsiz bir tercihe dönüştüğünü biliyoruz..
Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız üzere, döviz kurlarının en önemli ekonomik parametre haline gelmesinin tek sebebi, dış borçlar sebebiyle sık sık karşılaştığımız dış ödemeler dengesinin bozulmasının ekonomimiz üzerinde yarattığı travmatik sonuçların algılanma biçimiyle alakalıdır.
Ekonomimiz üzerinde geçmişten gelen yapısal problemler dışında, döviz kuru seviyesinin tek başına ve bizatihi ekonominin iyi veya kötü gittiğine dâir bir kriter olması söz konusu bile değildir.
Hatta bu tür yapısal problemleri olmayan ve ağırlıklı olarak üretim ve ihracata dayalı bir ekonomiye sahip olan ülkelerin, milli paralarını diğer para birimleri karşısında düşük tutma çabaları karşısında, döviz kurunun yüksek tutulması o ülkenin dış pazarlarda rekabet gücünü artıran bir unsur olarak kabul edilmektedir.
Ülkemizde ise 1958 , 1974, 1980, 2001 krizlerinin tamamı ve nihayetinde 2018 Ağustosta karşılaştığımız krizin sebebi dış ödemeler dengesinin bozulması sebebiyle, yapısal problemlerimizin ortaya çıkardığı kırılganlıklardan kaynaklanmıştır.
Başından beri bulunan yapısal problemleriniz artmış ve dış ödemeler dengesi bozulmuş ise, döviz kurundaki hızlı değişimler için "Papaz Brunson" gibi sebepler sadece elverişli bahanelerden ibarettir. Eğer ekonominiz yapısal olarak, birden çok kırılganlıklarla malûl değilse, zaten "dış güçler" veya "üst akıl" gibi gerekçelere de ihtiyacınız yok demektir.
Şimdi Türkiye'de hepimizi meşgul eden ve rasyonel değerlendirmeler yerine, bütün algılarımızı teslim almış bulunan "döviz kuru"nun, 425 baz puanlık faiz indirimine karşın, TL karşısında niye düştüğüne gelelim...Bu soruya cevap verebilmek için öncelikli olarak, Türk ekonomisine ait bazı rakamsal verilere bakmamız gerekmektedir.
* Türkiye ekonomisinin 2002 yılında Toplam dış borcu 129 milyar $ iken, Hazine'nin açıkladığı Mart 2019 itibariyle 453,4 Milyar $'a ulaştığı, ana para borcumuzun bugün itibariyle 460 milyar $ olması ve bugüne kadar bu borçlar için ödediğimiz 166 milyar $ faizi de hesapladığımızda ve 17 yıl boyunca vermiş olduğumuz cari açık miktarının da yaklaşık 575 milyar $ olduğunu dikkate aldığımızda, bir kısmı doğrudan yatırım olmakla birlikte, yabancıların tasarruflarından oluşan yaklaşık 650-700 Milyar $ dış kaynak kullandığımız anlaşılacaktır.
Bu süre zarfında üretime, teknolojiye ve ihracata dayalı bir ekonomik yapı oluşturarak, dış ticarette cari fazla vermediğimize göre, kullandığımız bu yabancı kaynağı "döviz" cinsinden ödemek zorundayız.
* 17 yıl boyunca sadece 1 Trilyon 26 Milyar $ dış ticaret açığı verdiğimizi dikkate alacak olursak, bu açığı finanse ekmek için ihtiyacımız olan dövizi, yukarıda verdiğimiz rakamlarda görüldüğü üzere ağırlıklı olarak borçlanma yoluyla karşılamışız...
* Ağustos 2018'de yaşanan kur hareketlerinin yansıması ve sonucuyla, hane halklarının gelirlerinin düşmesi ve iç pazardaki daralmaya bağlı olarak, ithalatın gerilemesi ve cari dengenin ilk defa 2019 yılı Mayıs ayı itibariyle 151 milyon $ fazla vermiş olmasına karşılık, hâlâ net dış borç ödeyicisi durumunda olmamız sebebiyle, döviz açığımızın devam ettiğini söylemeliyiz. .
* Döviz kurundaki artış ve ekonomideki daralma sebebiyle ithalatımız düşmesine karşın, ihracatımız da, birim fiyatları kg başına indirmemize karşın ancak %2,14 oranında artırılabilmiştir.Yani bu yolla da döviz ihtiyacımızı azaltamamışız.
* Daha önce ucuz yolla borçlanıp, içeride kredi olarak dağıtılan dış borç ödemeleri kapsamında bankalar yapmış oldukları borç ödemelerinden %20 az yeni borç yenilemesi yapmalarına karşın, reel sektör ve kamunun net borçlanması artmaya devam ediyor. Nitekim 2019 Bütçe Kanununa göre yılın tamamında 8 milyar $ borçlanması gereken HAZİNE daha ilk altı ayda 8,6 Milyar $ borçlanmış ve yeni bir borçlanma paketi için TBMM'nin yeni yasama döneminin başlamasını beklediğini açıklamıştır.
* Aynı şekilde uluslararası kabul görmüş kriterlere göre Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinin seviyesi, bir yıllık kısa vadeli borçlara eşit olması, yani Mayıs 2019 itibariyle son açıklanan rakamlara göre 176 milyar ($)'dan az olmaması gerekirken, hâlihazırda biz de bu oran ancak yarısı kadardır.
* Yine esas itibariyle ekonomi yönetimine olan güvensizlik sebebiyle vatandaşlarının döviz mevduat hesapları, TL mevduatlarına %24-27 arasında faiz verildiği dönemde bile, 2018 Ekim ayından beri düzenli olarak artmaya devam ediyor ve 19 Temmuz itibariyle 217,9 Milyar ($) seviyesine ulaşmış durumdadır. Yani bankalarda tasarrufu bulunan vatandaşlar "güven" sebebiyle TL cinsi yüksek faize itibar etmemiş, ısrarlı bir şekilde döviz ($) mevduatına yönelmiştir..
* Nitekim Türk bankacılık sisteminde bulunan 2 Trilyon 283 milyar TL'lık toplam mevduatın %56'sı döviz mevduat hesaplarında bulunmakta olup, 2,5 Trilyonluk toplam kredi havuzunun ise 1 Trilyon TL'lık kısmı da döviz kredilerinden oluşmaktadır.
Şimdi yukarıda verdiğimiz bu rakamlardan sonra ve politika faiz oranları da %4,25 oranında ďüşürülerek %19,75'e inmişken, nasıl oluyor da döviz kurları da düşmeye devam ediyor, bunu sağlamanın yolları nelerdir şeklindeki sorulara cevap arayalım...
* Bildiğiniz üzere MB'nın döviz rezervleri daha önceki yıllar 135 milyar $ olarak açıklanırken, altın rezervleri, brüt rezervler ve net rezerv rakamları da ayrıntılı olarak açıklanırdı. 19 Temmuz itibariyle açıklanan rezervler 98,3 Milyar $ olarak açıklandı. Bu rezervin 23,3 Milyar $'ı altın, ağirlıklı olarak döviz mevduatı munzam karşılıklarından oluşan 75 milyar $'da brüt döviz rezervi olarak ilân edildi. Artık ayrıntılı bir şekilde NET REZERV konusunda bilgi sahibi değiliz.
* Net rezervler konusunda KARAR Gazetesi yazarı İbrahim KAHVECİ son yazısında aslında MB'nın kendi mülkiyetinde olması gereken net rezervlerin yaklaşık 19,4 Milyar $'lık kısmının, "ödünç ve kiralık döviz" diye özetleyebileceğimiz "swap ve türev" piyasası kaynaklı olduğunu yazdı. Bankalarda bulunan ve bir kısmı da munzam karşılık olarak MB'nda tutulan dövizleri işaret ederek, "Gerçekten bu bankalar nereden bu kadar döviz buldu da sattı? Milletin dövizi yine millete mi satıldı ?" diye sorarak, döviz kuruna bu şekilde müdahale edildiğini ifade etti.
* Döviz piyasasında yabancı işlem hacminin çok azalmış olması ve Hazine'nin de doğrudan borçlandığı dövizleri kamu bankaları vasıtasıyla ve artık sığlaşmış piyasada sattırması da döviz kuruna bir tür müdahale olarak değerlendirilmektedir. Oysa ki,tam tersine bazı yandaş ekonomistlerin yabancıların düşük kurdan döviz bozdurarak TL cinsi enstrümanlara yatırım yaptığını ileri sürmek gibi akıl dışı tezlerle "döviz" kuru düşüşünü izah etmeye çalışmaktadırlar.
* Yaz ayları ve turizm gelirleri sebebiyle döviz ihtiyacının en alt düzeye inmiş olmasını da dövize müdahaleyi kolaylaştıran bir faktör olarak anmak gerekir.
* Yine döviz mevduat sahiplerini, kur artışı beklentisinden vaz geçirmek ve TL'ye geçmeye zorlamak üzere, daha önce ihtiyaç ve harcamalarını ertelemiş bu insanları, TL likiditesinin sıkıştırılması yoluyla da dövizden vazgeçirmek ve bu yolla da kurlara müdahale mümkündür. Böyle bir yol takip edilip edilmediğini ve böyle bir eğilim varsa, bir kaç hafta içinde TL ve döviz mevduatlarındaki artma veya azalmalardan bunu anlayabileceğiz.
* TBMM'de kabul edilen son torba yasa içinde bulunan bazı hükümlerle MB ve BDDK'ya verilen ilave yetkilerle birlikte, bankalara doğrudan ve dolaylı olarak müdahale ve telkinlerle, döviz kuruna müdahale edildiği ve kamu otoritesinin yetkileri kullanılarak "dolarizasyonu" önlemek maksadıyla, ancak belirli bir zaman diliminde uygulanabilecek tedbirlere başvurulduğunu da düşünmekteyiz.
Son söz, 1-Türk ekonomisin yapısal problemlerine işaret eden yukarıda verdiğimiz somut veriler ortada iken, 2- açıklanan enflasyon konusunda piyasa aktörlerinin tereddütleri ortadan kalkmamış iken ve 3- dış piyasalarda faiz indirme beklentisi ve bilhassa $'ın tekrar bollaşacağı varsayımına dayalı sebeplerle faiz indirimi sonrası döviz kurlarının düşmesi izâh edilerek bu şekilde gerekçelendirilemez...
Bildiğimiz tek bir şey varsa, ekonominin her gün daha da kötüye gittiği açıklanan "güven endeksleri" ortada iken, olup bitenlerin kurallı bir ekonomiyle açıklamak mümkün değildir.
En geç ifade etmeye çalıştığımız bu tezlerin doğruluğu veya yanlışlığını 15 Eylül gibi test etmiş oluruz.
Rubil GÖKDEMİR