Geçenlerde artık Erzurum’da yaşamayan bir dostum ile telefonda konuşurken hatırlattığı, aslında benim de unutamadığım bir anı birçok konuyu düşünmeme vesile oldu.
Yıl 1977, Ortaokul son sınıfta okullar arası bilgi yarışması finali. Cumhuriyet döneminin ilk binalarından biri olan, kültür varlığı olarak tescili olduğu halde 2012 yılında bir hınçla yıkılan, Halk Eğitim Merkezi Binasının gösteri salonunda üçer kişilik takımlar halinde yarışıyoruz.
Sorulardan biri diğer okula ve şu; ‘‘Peygamber Efendimizin Mezarı nerededir ve adı nedir?’’
Cevap yok, cevap olmayınca cevap hakkı bize geçiyor, takımın sözcüsüyüm ve cevabı çok iyi bildiğim için hem seviniyorum, hem de sorunun cevabının bilinmemesine çok üzülüyorum.
Ve ayağa fırlayıp, bugün olsa böyle hadsiz, anlamsız bir karşılaştırma yapmam ve cevabı bu şekilde vermem, mikrofona haykırıyorum;
Atatürk’ün mezarı sorulsa bütün salon hep birden cevabı haykırırdı ama konu Peygamber Efendimiz olunca hiç kimseden ses çıkmıyor. Bir de Müslüman olacaksınız!
Yüzlerce kişi, protokol, öğretmenler, veliler öğrenciler önünde gerçekleşen ve daha 14 yaşındayken Atatürk’e hakaret edilmiş gibi algılanan bu isyan sonrasında olanları, neler yaşandığını anlatmayacağım çünkü konumuz bu değil.
O günden sonra; Özdemir Asaf’ın ‘‘Bir kez geçer, bir insan bir karşı'ya, Ondan sonra artık her şey karşı'dır.’’ Şiiri beni anlatır oldu, karşıdan bakmaya başladım herkese, her olaya.
O günlerde okul dışında kalan zamanımızda yaşımız gereği sokaklarda top, gındıllik peşinde koşuyor, bilye, çelik çomak, aşık, kuka oynuyor ama eve gelir gelmez de Sezai Karakoç, Cemil Meriç, Necip Fazıl gibi birçok yazarı okuyor, kendimizi ülkemizin, milletimizin, İslâm’ın, imanın kurtarıcısı olarak görüyorduk.
Zamanla Allah’ın aslında bizlerden ne istediğini, Peygamber Sünnetinde terbiyeyi, insan olmanın gereklerini öğrenip, cehaletin karanlığını, tarafgirliğin, taassubun, yobazlığın yanlışlığını, görünür hedefi ne olursa olsun siyasetin bütün değerleri alıp sattığını, kullandığını, girdiği her şeyi bozarak kendine benzettiğini görünce kendimle, çevremle, inandığım değerleri taşıyan veya çıkarları için kullanan herkesle hesaplaşmaya başladım.
Bu hatırayı yazma sebebim de budur. Güçlü, zengin, makam sahibi birine ceza uygulanırken müsamaha göstermesi istendiğinde “-Kızım Fâtıma bile olsa…- çünkü sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep olan, içlerinden güçlülere, soylulara dokunmayıp, zayıf, güçsüz, kimsesiz olanları cezalandırmaktır” diyen Peygamber Efendimizin Kâbe’de yıktığı putlardan biri olan “kötü de olsa bizdendir” mantığına karşı çıkmaktır.
Unutmayınız ki; “kötü de olsa bizdendir mantığı” cehalettir, zalimliktir, adaletsizliktir, cahiliye dönemi alışkanlığıdır, ne İslami, ne ahlaki, ne milli, ne de insanidir. Bu sebeplerle hesaplaşmamız, öz eleştirimiz kendimizledir ve kendi eylemlerimizi sorgulamaktır.
Benim bildiğim Müslüman adildir, kul hakkı yemez, haram yemez, ahlaklıdır, dürüsttür, vicdanlıdır, hak hukuk gözetir, sevgi doludur, insanlara korku değil, güven verir, barışçıldır ve bu yönleriyle insanların kalbini kazanır. Bu yüzden bunları ihlal edenleri eleştirmek, uyarmak, sorgulamak her vatanseverin ve her Müslümanın görevidir?
Bilinsin ki; beni bağlayan tek şey her Müslümanda ve her vatanseverde olması gerektiği gibi hakikattir. Hatalı düşünebilir, hatalı görüşler serdedebilirim ama vatanım, milletim ve dinim ile ilgili niyetimde asla ve asla kötülük yoktur. Hiç kimseden hiçbir beklentim de yoktur.
Ve haykırışlarımın, eleştirilerimin sebebi; anamdan, babamdan, atamdan, dedemden, yıllardır okumalarımdan, araştırmalarımdan yüreğime ve beynime nakşetmiş olan vatan, millet, Allah, Peygamber aşkım, sorumluluk hissim ve derdimin büyük olmasıdır.
AHMET BERHAN YILMAZ
Ahmet Berhan YILMAZ
Punto:
Dinle