CUMHURİYETİMİZİN 101.YILINDA KONJONKTÜREL KÖRLÜK DEMOKRATİK NANKÖRLÜK İLE KÜRESEL İHTİLALE ZEMİN HAZIRLAYANLARA İZİN VERMEYECEĞİZ!
Tarihî günlerden geçiyoruz. Hem ülkemiz hem de uzak ve yakın komşumuz olan ülkeler benzer sorunlarla çalkalanıyor.
Bölgemiz, adeta ülkemizin 1980 öncesi “KONTROLLÜ KAVGALI ZITLIKLAR” üzerinden, başta İsrail- İran ve Rusya-Ukrayna olmak üzere, birçok taşeron örgütün de katılımıyla “KÜRESEL İHTİLALE HAZIRLANIYOR” diye düşüyorum.
Bölge ülkeleri artık vekâlet savaşlarını besliyor; onlar adına hareket eden örgütler var, örgütler, onlar adına çatışıyor, savaşıyor.
Karmaşık ilişkiler ağıyla örülü iç ve dış siyasette, yol gösterici olması açısından hafızamızı bir hatıra ile tazelemek yararlı olacaktır.
Yıl 2004. Telefonum çaldı, baktım, arayan Muhsin BAŞKAN idi.
BAŞKAN, “Nasılsın gardaş, ‘Zaman Gazetesi’ var mı?” diye sordu.
Ben de “Bulabilirim.” dedim.
BAŞKAN, “Bir bak.” dedi. “Senin cümleler literatüre girmiş!”.
Vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra, gazete aldırdım.
Bir baktım, dönemin “makbul” ve “meşhur” yazarı Ekrem Dumanlı, “GELECEĞİ EN İYİ GÖREN LİDER” başlıklı bir yazı ile Muhsin BAŞKAN’ı yazmış.
Benim, Muhsin BAŞKAN’a 2002 yılında sunduğum bir raporda yer alan “BİRİLERİ BİRİLERİNİ ÖVE ÖVE, DİĞERLERİNİ SÖVE SÖVE İKTİDARA TAŞIYOR” cümlelerimden bahisle en az yarım sayfa yazı yazmıştı, Ekrem Dumanlı.
1980 öncesi, “sağ-sol” çatışma dönemini hatırlayın lütfen.
Bu ülkenin birinci sınıf, zeki ve yürekli çocukları ya “sağ-sol” ya da bir kısmı gayri meşru alanda “APO” üzerinden kamplara ayrılmıştı. Diğer bir kısım için “CEMAAT” üzerinden önce meşru ve cazibe alanı yaratılmıştı; sonra, “KONTROLLÜ KAVGALI ZITLIKLAR” yöntemiyle birbirine kırdırılmıştı.
Kavgalı ve “dumanlı” böyle bir ortamda, 3-5 sınıf ihtiras ve çıkar köleleri ile siyaset ve devlet idare edilmeye başlanmıştı.
Milliyetçi kesim, en çok PKK üzerinden sorgulanıyor ve “Kürt düşmanlığı” suçlamalarıyla yoğun olarak yüzyüze geliyordu.
Ama şimdi devir değişti, “hakikat sonrası çağ”ı idrak ediyoruz: Milliyetçi kesimin en kudretli siyasal lideri nihayet işi, APO’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşmasına kadar getirdi.
Hakikat, sadece keskin dönüşlerin hararetiyle içeride erimiyor; dış siyasette de durum aynı, benzer bir kazanın içinde kaynatılıyor.
Henry Kissenger’in ukbadan bize bakarak büyük bir memnuniyetle gülümsediğini hissediyorum. Bir müttefik ve aynı zamanda bir NATO üyesi olan ülke, sonunu hayal bile etmeden “NATO karşıtı” BRİCS birliğine üye olmak için yoğun çaba sarfediyor. Ardından, tarihî Türk beldesi Kazan’da işgalci Rusya ile görüşmeler yapıyor.
Türk Savunma Sanayi’nin kalbi olan Ankara’nın Kazan ilçesine, Rus silahları ile donanmış ABD destekli PKK örgütü tarafından silahlı saldırı gerçekleştiriliyor.
Geriye ister Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan arasında, ister CHP ve MHP arasında, ister MİLLET İTTİFAKI ya da CUMHUR İTTİFAKI arasında DEM üzerinden YAŞANAN HOYRATLIKLARI TEK TEK HATIRLATMAYA GEREK YOK.
İÇ SİYASETTEKİ İLKESİZLİĞİ, KONJEKTÖREL KÖRLÜĞÜN KARANLIĞINDA, DEMOKRASİYİ HOYRATÇA KULLANMANIN ÖNÜMÜZE GETİRDİĞİ SOSYOLOJİK VE EKONOMİK FATURALARI TEK TEK SAYARSAK KOCA BİR KİTAP YAZMAK GEREKİR HERHALDE. Ama, Tocqueville yazmıştı. Koca yürekli bilge, sanki sistem içindeki bütün ilkesizlikleri önceden görmüştü, işte bu yüzden devlet aygıtında “kurumlar”ın ne kadar önemli olduğunu haykırmıştı, nefesinin yettiği kadar.
İç siyasette rahmetli Ecevit, Demirel ve Erbakan hoca ile özellikle Muhsin Başkan'ın MUM ile arandığı bir “SİYASAL RAHMETLİLER” dönemi yaşamaktayız.
SİYASETTEKİ BASİRETSİZLİK ve KARMAŞAYA DAYALI ANLAYIŞIN, DIŞ SİYASETE DE YANSIMIŞ OLMASI sebebiyle ciddi bir “KONJONKTÜREL KÖRLÜK” ve “DEMOKRATİK NANKÖRLÜK” girdabında sürüklenmekteyiz.
Şöyle ki: Dün hayran olduğumuz ve göçmek zorunda kaldığımızda tercih ettiğimiz Batı’ya bugün sövülüyor; soğuk savaş döneminin kalıntıları içinde hayal gemisi yüzdüren Rusya'ya hayranlıkla övgüler diziliyor: Üzülerek izliyorum.
İktidar sahipleri bugün, DEMOKRASİ nimeti ile nasıl iktidara geldiklerini unutmuş durumdadır. Ülke, anti-demokratik ülkeler güzergâhına çekilerek “demokratik nankörlük” sergilenmektedir.
Dün, her türlü hakaret ile birbirlerine siyasi muhalefet yapanların “konjonktürel dostluğu” yarın ne olur bilinmez.
Yazının başında yazdım; bu konuları gerçekten oturup bilgi, belge ve detayları ile kayda geçirmek, belki binlerce sayfalık kitaplar yazmayı gerektirecektir. Bu sebeple yazımı şöyle sorarak sonlandırmak istiyorum.
Almanya hükümetine kızıp miting bile yaptığımız bir ortamda, Almanya'da yaşayıp rızkını temin eden işçilerimize, “Bugün işbirliği yaptığımız o anti-demokratik Rusya ve Çin gibi ülkelere göçmeyi düşünür müsünüz?” diye sorsak, ne cevaplar alırız, acaba?
Ya da bugün dünyanın başına bela gördüğümüz ABD gibi bir ülkede “Türk Evi” yapıp, ABD seçimlerine etki yapabildiğimiz ya da eleştirdiğimiz gibi Rusya ve Çin’i eleştirebiliyor muyuz?
Acaba, Rusya’da veya özellikle Uygur Türkleri’ne zulmeden Çin'de bir “Türk Evi” inşa edip ABD'de gösterdiğimiz faaliyetleri gösterebilmek mümkün mü?
Akif’in dizeleri dillere pelesenk olmuştu: “Zulmü alkışlayamam!”, “Zalimi asla sevemem!”. Hani zalimi sevmeyecektik, hani zülmü alkışlamayacaktık?
Beyler, “emperyalizmin” ya da “zulmün” batılısı doğulusu ya da kuzeylisi güneylisi olamaz!
İç siyasette, bütün toplumsal değerler harcanmakta; dış siyasette ise, bütün insani değerler tüketilmektedir.
Dün, “hain” ilan edilenler, bugün, “kahraman”a dönüştürülmekte; dün neredeyse “HALİFE” ilan edilmek istenenler, bugün, “HAİN” ilan edilmektedir.
“AKIL”, “VİCDAN” ve “FERASET” fukaralığının girdabındaki toplumsal gerçeklerle “CUMHURİYET”in 101.yılında hala bir “DEVLET”in ayakta kalıyor olmasını, önemli bir şans olarak görüyorum.
İç politikadaki alışkanlıklar, dış politikada da devam ettirilmektedir. Bir taraftan Ukrayna'ya İHA-SİHA satıp, diğer taraftan Rusya ile Eski Türk Hanlığı KAZAN'da stratejik işbirliğine girişirken, Ankara KAZAN’da bombaların patlaması, yeterince düşündürücü değil mi?
“İlim ile irfanın”, “üretim ile paranın”, “iman ile dinin” ve “din ile ahlakın” yollarının ayrıştığı bir dünya gerçeği karşı karşıyayız.
Devlet’te; “ADALET” ve “ETKİN DENETİME TABİ KURUMSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK” sağlanmadan,
Siyasette; “İLKESİZLİK” terkedilmeden,
Devleti, siyaset üzerinden bir “RANT VE MAKAM DAĞITMA ARACI” görmekten vazgeçmeden,
İç ve dış dünyada cereyan eden olayların tamamına “BÜTÜNCÜL BİR BAKIŞ” ile bakılmadan feraset fukaralığı, konjonktürel körlük ve demokratik nankörlük ile nereye kadar gidebilir bu ülke?
Dünyayı ve bölgeyi takip edenlerin göreceği gibi “Balkan Bektaşiliği” üzerinden Arnavutluk'ta tıpkı Vatikan benzeri bir “Bektaşi Devleti” inşa edilmek istenilmesi,
Hala “Fetövari” anlayışların son 25 yıldır siyasal iktidarla birlikte devletleşmesi,
Bölgesel ya da inanç temelli Vatikan benzeri “Bektaşi Devleti” modelinin Türkiye'de yaratacağı kelebek etkisinin hesaba katılmaması,
“ANADOLU BEKTAŞİLİĞİ”nin kötü niyetlerle kullanılmak istenilmesi, yönlendirilmesi düşündürücüdür.
Etrafımızda ateş çemberinin daraldığı ve yakın tarihimizde bile bu kadar ıztırap veren yaşanmışlıklara rağmen, hala sığ aktüel siyasal anlayışlarla bu ülke yönetilmektedir.
Ülke de 3S Planı (Sermaye,Siyaset,Silah) ikinci aşaması devreye konulmuştur, Şöyle ki: 1)Sermayede (gelir dağılımında) taban ve tavan arasındaki kopuş kavga ortamına sosyolojik zemini, 2)Devlet beyin APO’ya yeşil ışık yakmasına, Cumhurbaşkanının tam desteği rağmen siyasette de tavan ile taban arasındaki bağı koparacak ve siyasal alanda kavgayı körükleyecektir, 3) En büyük tehlike ise yukarıdaki bu iki kopuşun, devletin silahlı güçleri içerisinde tavan ile taban arasındaki bağın kopma riski Vicdani Akıl Sahiplerince idrak edilmelidir…
Unutmayalım; kendisini yönetemeyenleri, başkaları kendisiyle birlikte yönetirler.
Dün, iç çatışmalar üzerinden ve hatta başarısız darbeler üzerinden “İHTİLAL” hazırlığı yapan, Güneydoğumuzda “BÜYÜK İSRAİL”, kuzeybatımızda “BİZANS” kurmak isteyen, sermaye ve siyaseti gayri milli zümrelere veren; jandarmalığı ise “TÜRK ÇOCUKLARI”na layık gören “KÜRSEL İHTİLAL” hesaplarını bozmak zorundayız.
Bu sebeple;
Türkmen, Kürt, Boşnak, Rum, Çerkez v.s. kim kendisini nasıl tarif ediyor ise, özü ile, “TÜRKLÜĞÜN ÇOKLUK İÇİNDE BİRLİK” anlayışı ve “MATURİDİ” inanç anlayışı çerçevesinde; notaları, ADALET İLE YAZILMIŞ, TAM DEMOKRATİK, ŞEFAF, HESAP VERİLEBİLİRLİK ESASINDA, SÜRDÜRÜLEBİLİR KURUMSAL DÜSÜNCE SİSTEMİ İLE BİR KAMUSAL SİTEM İNŞA EDELİM Kİ, CUMHURİYETİMİZİN 101.YILINDA, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN MUASIR MEDENİYET ufkunda, yarınlarda torunlarımız bize, “101 DEFA MAŞALLAH” demekten onur duysunlar.
Emrullah ÖNALAN 29 Ekim 2024 Palandöken/ERZURUM