Mustafa Toygar
Punto:
Dinle
“Yazmayayım-yazmayayım, bütün güzel değerlerin alt-üst olduğu güzel ülkemde hâkim zihniyet sahiplerine bir şeyler anlatmanın imkânı yoktur” diyorum ama öyle şeyler oluyor ki susmayı da kendime yakıştıramıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Binali Yıldırım malum İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına aday gösterildi. Muhalefet partileri de dediler ki; “Eğer belediye başkanlığına aday isen, Meclis Başkanlığından ayrılman icap eder. Zira Meclis Başkanlığı itibarını seçimlerde kendine avantaj olarak kullanman doğru değildir. Seçimlerin eşit ve adil şartlarda yapılması gerekir.”
Peki, Meclis Başkanı Sayın Yıldırım ne diyor; "Hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz. Hukuk devletinde hukuk konuşulur. TBMM Başkanlığı'ndan istifa etmeme konusundaki kararlılığımda değişiklik yok."
AKP’nin bugüne kadarki uygulamalarına baktığımızda zaten Sayın Yıldırım’ın; “Etik (ahlaki) davranmak gerekir, Meclis Başkanlığından istifa ediyorum” demesi beklenmiyordu.
Elbette ki İslam’ı referans olarak alan bir partinin ilk önceliğinin, kaynağı din olan Ahlaki-etik değerlerin olması beklenirdi.
Sayın Yıldırım’ın Meclis Başkanlığından istifa edip-etmemesi bana göre, ifade ettiği sözlerden daha az önemdedir.
Başbakanlık da yapan Sayın yıldırım diyor ki; "Hukukun olduğu yerde etik ( Ahlak) konuşulmaz.” Hâlbuki toplulukları millet yapan etik değerler (ahlaki değerler), örf ve adetler, geleneklerdir.
Bir defa Türkiye’nin ne kadar hukuk devleti olduğuna, kim ne kadar inanıyor? Biz umumiyetle, kanun devleti ile hukuk devletini birbirine karıştırıyoruz. Üstelik “hukukun” bu işlere baktığını da zannetmiyorum.
Şimdi vatandaş da sizin söylediğinize bakarak, kanunların boşluğunu bularak kendine avantaj sağlayacak şekilde ahlaki değerleri çiğnediğinde ne diyeceksiniz? “Biz hukuk devletiyiz, ahlaki değerler de ne oluyormuş” mu diyeceksiniz?
Uzun söze hacet yok, İslami değerleri kendine referans olarak kabul eden bir partinin; İslami ve ahlaki değerleri bu kadar yok kabul etmesi olsa olsa bir akıl tutulmasıdır.
Yazmayı düşündüğümüz bir konu daha var; Sarıkamış faciası…
Yıldönümü nedeniyle, üç bakanın da katılımıyla Sarıkamış faciası neredeyse kutlamalara dönüşmüş vaziyette!...
Osmanlı İmparatorluğu 9 cephede savaşırken ve sürekli toprak kaybederken, Sarıkamış’taki orduyu üç defa silah ve teçhizat olarak donatacak miktarda para harcanarak Dolmabahçe Sarayı yaptırılıyor. Hâlbuki Osmanlı Cihan devleti iken, mütevazı Topkapı Saray’ında saltanat sürdürüyordu.
Bu bağlamda, bugünkü saray şaşasını da sorgulamak gerekmez mi? İslam Medeniyetinde, anlayışında bu şatafatlı hayatların ne kadar yeri vardır? Üstelik Türkiye bir ateş çemberinde iken.