Ömür ÇELİKDÖNMEZ
Punto:
Dinle
Thomas Hobbes İnsan insanın kurdudur (Homo homini lupus) sözü ile savaşların, ekonomik rekabetlerin, siyasi kavgaların ve darbelerin asıl nedenini ortaya koyar.
Bu sözün mahiyeti anlaşılmadan yapılan siyasi analizlerin bir değeri yok gibi birşey. Çünkü insan fıtratını çok iyi çözümlemiş.
Türk halkı kıssaları sever, efsanelerden beslenir. Hatta aydınlarında bile kutsal tarihe tapıcılık ileri düzeyde şanlı tarih hastalığı semptomları ile kendini gösterir.
O nedenle bugünün muktedirlerine geçmişten hikayelerle misal vererek kıssadan hisse kapmalarını murat ediyorum.
II. Abdülhamid göstere göstere gelen darbeye teslim olmuştu
II.Meşrutiyet'in ilan edildiği 1908 Temmuzundan sonra iktidarı denetleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne karşı tepkiler oluştu.
Derviş Vahdeti ismindeki bir Nakşi, yayımladığı Volkan Gazetesi’nde açıktan ayaklanma çağrıları yayınladı.
Özellikle İstanbul’daki çoğunlukla alaylı subay ve çavuşlardan kurulu I. Ordu birliklerini etkilemişti.
13 Nisan 1909 sabahı Taşkışla’daki 1. Ordu birlikleri ayaklandılar. Önlerine çıkan mektepli subayları öldürerek, önce Galata Köprüsü’nden geçerek Ayasofya Meydanı’ndaki Meclis-i Mebusan binası önünde toplandılar.
Ancak Halife Sultan II. Abdülhamid, kardeş kanı dökülmemesi için isyana müdahale edilmesine izin vermemesi üzerine Selanik'teki İttihatçı komutanlar Hareket Ordusu adını verdikleri askeri birliklerle İstanbul’a intikal etti.
Önce isyan bastırıldı sonra isyana göz yuman II. Abdülhamid'e hesap soruldu
31 Mart irtica kalkışmasının en önemli sonucu hiç şüphesiz, 33 sene süreyle yönetimde bulunan II. Abdülhamid’in, 31 Mart kalkışması ile ilgisi olduğu gerekçesiyle 27 Mart 1909 Salı günü hal’ edilerek tahttan indirilmesidir.
Ancak İsyancılar safındaki Selimiye Kumandanı Süleyman Şefik'in “eğer Abdülhamit “öne atılıp İttihat ve Terakki’yi kapattığını, yeni ve adil bir seçim yaptıracağını açıklayarak askerin başına geçseydi Hareket Ordusu durdurulabilirdi” sözü yaşanan süreci anlatmaya yeter artar.
II. Abdülhamidin tahttan indirilmesi, o dönemde British (İngiliz) entelijansiyası tarafından hazırlanmıştı.
Bu çerçevede Balkanlara konuşlanmış ve çetelerle savaşan 3. Ordu subayları ile İstanbulda bazı gazeteciler ve politikacıları elde etmişlerdi.
Arsen Lüpen serisini ezbere bilen, dünyanın en yaygın hafiye örgütünün kuran Sultan Halife'nin bu kumpastan haberi olmaması mümkün mü?
Bir kavle göre Padişah kan dökülmesini istemiyordu. Askerlerin, durduralım teklifine rağmen o nedenle izin vermedi. Çünkü çok kan dökülecekti.
Ama başka bir kavle göre; direnç Abdülhamit'in tarzı değildi. Onun yönetim anlayışı “taviz”, “imtiyaz” ve “denge” ekseninde müselles bir siyaseti kapsıyordu.
Yolun sonu göründüğünde bu müselles politika bir işe yaramadı.
Adnan Menderes darbe geliyor çığlıklarına kulak tıkadı son soluğu idam sehpasında verdi
MAH/MİT ile ordu arasında anlaşmazlık MAH'ın Demokrat Parti iktidarında hükümetin kolluk kuvvetine dönüşmesiyle belirginleşti.
25 Aralık’ı 26 Aralık’a bağlayan gece, MAH/MİT elemanları İstanbul’da çeşitli mahallelerde sekiz eve baskın yapmış ve biri emekli üç albayla dört subayı tutuklamışlardı.
Aynı gün, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Fazıl Bilge’nin imzasıyla gelen bir yayın yasağı kararı, orduda devletin güvenliği ile ilgili olarak yapılmakta olan bir tahkikat dolayısıyla neşir yasağı konulduğunu ve bu yasak kararının yayınlanmasının da yasak olduğunu bildirdi. Neden?
Tutuklamaların arka planı ve TSK, MAH'a taktı…
Önce Masonluk ve Siyonizm karşıtı kitabı ve Mücadele Birliği'nin fikir babası Ziya Uygur'un ihtilalden 2 ay önce İstanbul Park Otel'de Adnan Menderesle baş başa görüşmesinden söz edelim.
Ziya Uygur, Fevzi Çakmak ekibinden olduğu için tasfiye edilen istihbarat yüzbaşısı olduğundan, TSK içindeki gelişmelerden bir şekilde haberi olmuş ve bunları Menderesle paylaşmıştı.
Sonuca bakılırsa merhum Menderes'in Ziya Uygur'u neresiyle dinlediği belli.
Ki daha öncede bizzat muvazzaf bir asker Binbaşı Samet Kuşçu darbe yapılacağından DP iktidarını bilgilendirmişti.
26 Aralık 1957'de Binbaşı Samet Kuşçu “Bir grup subayın hükümete karşı bir darbe planladıkları” ihbarında bulundu.
26 Aralık günü 4 subayın gözaltına alınmasıyla başlayan soruşturmada 16 Ocak 1958 gününe gelindiğinde 3 albay, bir yarbay, 4 binbaşı ve bir yüzbaşı olmak üzere 9 subay tutuklanmıştı.
“Hızlı ve gizli” bir soruşturma sonunda bu 9 subaydan 8’i beraat etti. Hüküm giyen tek asker, birlikte davrandığı darbe girişimini ihbar eden binbaşı Samet Kuşçu olmuştu. Kuşçu, iki yıl hapis cezasına çarptırıldı.
MAH’ın Binbaşı Samed Kuşcu'yu TSK içinde darbe yapılanması söylentileri üzerine darbeci gruba sızdırması, TSK ile arasındaki mesafeyi büyüttü. Halen de öyle gibi.*
Günümüzde de Suriye ve Libya konusunda sahada MİT ve TSK personeli arasında zaman zaman bu tür anlaşmazlıklar yaşanabiliyor.
Mesela Suriye ve Libya masasına istihbarat teşkilatından aynı ismin baktığı, 2. Ordu Komutanı İsmail Metin Temel Paşa'nın Suriye’deki ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı'nın da Libya'daki görevinden, bu isimle anlaşamadığı için görevlerinden alındıkları iddiasına ne demeli?
Siyasal İslamcıları kandırmak çok mu kolay?
1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra Milli Amele Hizmet (MAH) bünyesinde gerçekleştirilen bir dizi yeniden yapılanma sonrasında, 01 Mart 1966 – 23 Temmuz 1971 arasında MİT Müsteşarlığı görevinde bulunan Mehmet Fuat Doğu; Mit Personeli Diyanet İşleri Başkan Vekili Yaşar Tunagür’e, Seyyid Kutub’un “İslamda Sosyal Adalet” adlı kitabının Türkçe çevirisini yaptırır. Amaç Komünizm tehlikesine karşı, dini bir duyarlılık oluşturmaktır.
Türkiye’deki dini grupların Ortadoğu kökenli dini hareketlerle kültürel irtibatının kurulmasında Allah var MİT'in katkısı yadsınamaz.
Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah romanı yıllar öncesinde İslamcı camiada en çok okunan kitaplar arasındaydı.
Şimdilerde CHP saflarında politika yapan Berhan Şimşek'in, Perihan Savaş'la başrolü paylaştığı Minyeli Abdullah filmi, Hekimoğlu İsmail'in aynı adlı romanının uyarlanmıştı.
Yücel Çakmaklı'nın yönettiği, senaristliğini Bülent Oran'ın üstlendiği 1990 yapımı filmde tıpkı romanda olduğu gibi Türkiye’de yaşananlar, sözde Mısır üzerinden anlatılır.
O nedenle darbeci generallere örnekleri Mısır’dan verelim.
Mısırın Firavunu Cemal Abdünnasır Müslüman Kardeşleri Kullandı sonra onları yok etti
Cemal Abdunnâsır gençlik yıllarında İhvân-i Müslimin Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile yakın ilişkiler geliştirdi.
Kendisi gibi Müslüman Kardeşlerle irtibatı olan Muhammed Necib ile birlikte hareket eden Cemal Abdunnâsır, “Hür Subaylar” adını veren bir grup askerle 23 Temmuz 1952'de darbe yaptılar.
Kral Faruk, darbeden üç gün sonra henüz kundakta olan oğlu lehine tahtından feragat ettirilip sürgüne gönderildi.
Mısır’da “Naiplik Konseyi” kuruldu, General Necib o senenin Eylül’ünde hükümeti de feshederek başbakanlığa geçti.
1953’ün 18 Haziran’ında krallık kaldırıldı, cumhuriyet ilân edildi ve Necib, Mısır’ın ilk cumhurbaşkanı oldu.
Muhammed Necib‘in cumhurbaşkanlığı sadece sekiz ay devam etti.
Hür Subaylar’ın ve 1952 darbesinin gerçek lideri olan Albay Cemal Abdülnasır, 25 Şubat 1954’te Necib‘i devirip bir villaya hapsetti ve Mısır’da 1970’e kadar devam edecek olan Abdülnasır iktidarı başladı.
Cemal Abdunnâsır, İhvân’ın üst düzey yöneticilerinden Ahmed Hasan Bâkûrî’yi 1952’de Vakıflar Bakanı olarak atadı. Bâkûrî, 1959’a kadar sürdürdüğü bu görevi kabul ettikten sonra, İhvân bünyesindeki bütün görevlerinden istifa etti.
Cemal Abdunnâsır’a 1954’te düzenlenen bir suikast girişimi bahane edilerek- İhvân’ı yeniden hedef tahtasına oturtması, teşkilât içindeki en ciddi ve büyük kırılmalardan biri olarak tarihe geçti. Binlerce mensubu idam edildi, işkenceyle öldürüldü, onbinlercesi hapse atıldı.
Tüm bu zulümlerine rağmen düzenli bir aile hayatı vardı, namaz vs. gibi dini yükümlülüklerini yerine getirirdi. Ama darbeciydi.
Buraya gönderdiğim resim girecek
Hasan Hudaybî'nin imametinde, Mısır ordusuna mensup subaylar ve İhvân üyeleri cemaatle namazda. Kısa süre sonra Mısır cumhurbaşkanlığına yükselecek olan Cemal Abdunnâsır, arka safta (mavi kare içinde). İlk safta ise, Hasan el Bennâ'nın ağabeyi Abdurrahman el Bennâ görülüyor.
Soysuzu veziri yapmışlar önce babasını asmış
Biliyorsunuz Sisi (sakın travesti SS yani Seyhan Soylu ile karıştırmayın) tam adıyla Abdülfettah Said Hüseyin Halil es-Sisi, 2013 yılında Mısır'da gerçekleşen ve Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi yönetimden indiren darbenin lideri.
Mursi'de Feraset hak getire
Müslüman Kardeşler mensubu Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, önceki İhvân liderlerinin hatasını tekrarladı.
Mursi 12 Ağustos 2012'de Mısır Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Muhammed Hüseyin Tantavi yerine Sisi'yi getirme kararını aldı.
Sisi, ayrıca Mısır Bakanlar Kurulunda "Savunma Bakanı" görevini de üstlendi.
12 Ağustos 2012'de Mısır Silahlı Kuvvetleri'nin Genelkurmay Başkanı oldu.
Sisi İngiliz Eğitimi almış İngilizcesi oldukça iyi
El-Sisi, askeri eğitimine 1992 yılında Birleşik Krallık Ortak Hizmetler Komutanlığı ve Personel Koleji'nde devam etti ve 2006 yılında Pennsylvania'daki ABD Ordusu Savaş Koleji'nden yüksek lisans derecesi aldı.
İnsan şaşırmadan edemiyor bizdekilerle ne kadar çok benzeşiyor. Demekki hepsi aynı tezgahtan geçmiş.
Sisi bu göreve getirilmeden önce Mısır Savunma Bakanlığı Askeri İstihbarat Keşif Müdürü idi.
1977'de teyzesinin kızı Entissar Mohameed Amer ile evlenen Abdülfettah El Sisi'nin eşi de, Mursi tarafından Genelkurmay Başkanlığına atanmadan önce türbanlı kıyafetleriyle ortalıkta dolaşıyordu.
1 Temmuz 2013'te Mısır ordusu, demokratik yöntemlerle seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye ülkedeki siyasal krizi 48 saat içinde çözmesi için süre verdi.
Verilen sürede krizin çözülmediğini öne süren Mısır ordusu, halk oylamasıyla seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi ve hükümetini 3 Temmuz 2013'te darbeyle devirerek anayasayı askıya aldı.
Binlerce Müslüman Kardeşler üyesi Tahrîr meydanı eylemlerinde öldürüldü, camilere sığınanlara tanklarla ateş açıldı, cezaevlerinde işkence gördüler, kimileri de göstermelik adaletten paylarını idam sehpasını boylayarak aldı.
Kısacası arif olan anlar, anlamayanın en mahrem yerinde darbe patlar, dağılır gider, esamesi okunmaz.
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri'nde derki "Sömürgecisine itiraz edemeyen hep kardeşine düşman kesilir ve gücünü ona göstermeye çalışır." Ne kadar da haklı?
Benimle uğraşmayın!