Cevher Kelimesinin Etimolojisi
Cevher, Farsça gevher kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir. Gevher kelimesi, kulak demek olan
guh kelimesinin er takısı almış halidir. Kulağa takılan değerli maden demektir. Hicri 3. Asrın
sonunda Kelam ilmi kuruldu ve bugüne kadar İslam dünyasının inanç biçimini şekillendirdi.
Kelam ilmi, Sünni versiyonuyla Allah’ın varlığı, mahiyeti ve isimlerinin hakikati hakkında
bilgi veren onlarca cilt oluşturan bir disiplindir. Bu ilim Ortaçağ boyunca Allah’ın varlığına,
en değerli varlık manasında Cevher dedi.
Diyeceksiniz neden Kelam ilmi, Asr-ı Saadette değil de Hicri 3. Asırda kuruldu. Çünkü Asr-ı
Saadette, Allah’ın varlığını ifade eden İlah ve Hak kelimeleri vardı. İlah, sonsuz soyut varlık
demek idi. Daha sonra tapılan manasına gelmesi ise ikincil bir manadır. Çünkü sadece sonsuz-
soyuta tapılır, diye Kur’an insanlığı sürekli uyarıyor. Putperestliği ve dolayısıyla gericiliği
kaldırıyor. Hak da asıl gerçek varlık demektir. Sonra Hicri 2. Asırda Yunan felsefesi
Arapçaya çevrilince Mutezile imamları, Hz. Ali sayesinde Allah’ı soyut ve sonsuz olarak
bildiklerinden, Söz (Kelam), Mantık ve varlıkların soyut formu demek olan Logos kelimesini
Allah’ın varlığını ifade için uygun gördüler. Ve bu ilmin ismi Kelam oldu. Ayrıca başta
Kur’an yani Kelam olmak üzere Allah’ın isimleri onunla aynı mı, ayrı mı gibi meseleler çok
tartışılınca Kelam kavramı, artık tam oturdu.
Kelamcılar sadece nedensellikten dolayı bu aşkın cevhere, varlığı zorunlu manasında Vacibül-
Vücud dediler. Fakat bunda, belirsiz de olsa yine somut bir varlık algısı vardı. Bu da Ulûhiyet
hakikatine zıt düşüyordu. Bu zıtlığı bilen ve Mutezileyi bile somutçu gören İbn Sina ise bu
Vacibül-Vücud’u, Cevher manasında değil de Logos (soyut) manasında kullanıyordu. Batı
dillerinde bu kavram için essence ve substance (varlığın özü) kelimeleri kullanılır. Demek
Kelamcıların Vacibül-Vücudu, Felsefecilerin Vacibül-Vücudundan farklıdır.
Kelam ekolü, nedensellik itibarıyla o deyimi kullanırken; Felsefe, sadece soyut varlık ve
Logos manasında o kavramı kullanır.
Sünni Kelam ekolü, Allah’ı somut ve gökte düşünen ve Arap Putperestliğinin geri dönmesi
olan, zorba kaderci, Allah’ı maddi ve insan suretinde bilen, dolayısıyla Emevi desteğini alan
muhaddislerin etkisiyle Mutezile mezhebinden kopan ekoldür. Bu ekol, Mutezile
mezhebinden aldıkları ilmi ve akli prensiplerle kendilerini o muhaddislerden bir derece
kurtardıysa da yine onların etkisiyle sonsuz ve her yerde var olan Allah algısı, asla bilinmeyen
ve gökte olan somut bir Allah algısına dönüştü. Buna da çok değerli varlık manasında Cevher
ismini taktılar. Maalesef, Kur’an’ın Allah her yerdedir, şah damarınızdan size daha yakındır,
gibi ayetlerini, Allah ilmi ve kudreti ile her yerdedir şekline dönüştürdüler.
Maalesef bugün bilimler öyle gökten gelen bir ilim ve kudreti algılamıyor. Varlık, sonsuz
enerji, yazılım ve evrimden ibarettir, diyor. Evet, semavi dinler yedi bin sene önceden, bu üçlü birliği Kudret, İlim ve İrade olarak ifade etmiştir. Demek kimsenin dinsiz olmasına gerek
yoktur.
İbn Arabi ve Mevlana Celaleddin, Kelam ilmindeki bu ontolojik sakatlığı ve yanlışlığı erken
anladılar. Varlık bir tanedir, sonsuzdur ve bilinir, dediler. Kelam tutarsızdır, Aristo’nun Logos
algısı daha isabetlidir ama yetersizdir diye kitaplar yazdılar. Evet, Aristo’nun Logos algısı
yetersizdir, çünkü Allah soyutuyla somutuyla bütün varlık demektir. Maalesef Hristiyanlık da
sadece Logosu esas aldığından o da hayattan ve hakikatten kopuyor. Gazali de bu gerçeği
gördü, ama felsefeye olan düşmanlığından, Kelam yetersizdir; felsefe tutarsızdır, dedi. İşi
tersinden ele aldı.
Bugün ehl-i fen ve düşünürlerin dinden kaçmasının en baştaki sebebi bu yetersiz iki algıdır.
Bediüzzaman Said Nursi de bütün dehşetli tefekkürü ve güçlü tefsir yeteneğine rağmen Sünni
Kelamı esas aldığı için, Risaleleri artık, fenleri, sonsuzluğu ve Ontoloji bilen aydınlarımıza
hitap etmiyor. Evet, tam elli milyon insanı etkilemiş, ama bütün gücümle yemin edebilirim ki
hepsi de avamdırlar. Okumuş da olsalar, Prof. Dr. da olsalar, Kelam algısını esas öncelikli
tuttukları için avam gibi düşünüyorlar. Fakat bilimsel anlayış, her şeyi yıkıyor süpürüp
gidiyor. Onları da süpürecektir. Evet, hiçbir din, hiçbir tarikat ve ekol, Ortaçağ zihniyetiyle
kendini devam ettiremeyecektir.
İbn Arabi, İlah, bilinmeyen sonsuz varlık demektir; La İlahe İllallah, La-Mevcude illa Hu,
demektir, dedi. Ona, sen pisliğe de mi böyle diyorsun dediler. O “Varlıkta hiçbir pislik yoktur,
her şey temiz ve paktır.” dedi. Evet, Kur’an yüz yerde “Göklerde ve yerde yani metafizik ve
fizik ne kadar varlık varsa hepsi Allah’ın süphanlığını (kutsiyetini ve paklığını) ilan ediyor”
diyor.
Hicri 2. Asırda Arapçaya ve Kelam literatürüne giren ikinci bir kelime de vücud, mevcud ve
vicdan kelimeleri var. Yunancadaki Onty kelimesi için mütercimler, Arapçadaki vecede-
yecidu=buldu-buluyor kökünden bu üç kelimeyi ürettiler. Fakat sanmayın Arapçada vücud ve
vicdan kelimeleri yoktu. Vücud için Hak kullanılırdı. Vicdan kelimesi yerine de Tilka
kelimesi vardı. Yani varlığı ve soyut manaları karşılayan duygu. Nitekim bu kavram Kur’an’a
bile geçmiş.
Vücud ve vücudun bir işlevi olan yaratma, bütün eski felsefeciler tarafından mutlak güzellik,
iyilik ve hayır olarak kabul edilmiştir. Onu ve devamı olan yaratılışı, doğru, dengeli ve
sağlıklı algılamaya da vicdan denilir. Vicdanın zıt kavramı zulümdür. Bu ise tam etimoloji ile
dengesizlik demektir. Karanlıklara da zulümat denilir. Çünkü dengesizliğin birinci
sebebidirler. Vicdanın acıma manasına gelmesi ise ikincil bir manadır. Çünkü acımayan
dengesiz olur. Zalim olur ve hiçbir şeyi doğru algılamaz.
Vicdan, tarih boyunca, insanın içindeki somut ruhun bir duygusu olarak kabul edilmiştir.
Hâlbuki böyle somut bir ruh yoktur. Vicdan ve onun aslı olan yazılım, dengeli, çok boyutlu ve
sağlıklı bir algıdır sadece. Evet, varlığı varlık yapan, yazılım ve dolayısıyla bilgidir. Bu bilgi
ve yazılım ölümsüzdür. Bazıları Allah’ın varlığını kabul etmek için aklı yeterli görmüyor.
Allah vicdanen bilinir sadece, diyorlar. Evet, soyutuyla-somutuyla varlık sonsuzdur. Ve üst
korteks verileri onu tam kuşatamaz. Ama insanın kalbi denilen bilinçdışısı/bilinçaltısı ve
bunun bütün kâinatla olan entegrasyonu, sonsuzu algılayabiliyor.
Vicdanın tanımı ve tam işlemesi için, tam bilimsel olmasa da Üstad Said Nursi’nin güzel bir
değerlendirmesini buraya almak uygun olur kanaatindeyim:
Bediüzzaman, eski kitaplarında; Ruhun dört temel özelliği olan ve vicdanı oluşturan dört
hakikat var: Zihin, irade, kalp (duru görüş) ve hiss (genel duygu) diye söyler. 1
Yani eğer insanın bu dört manevi uzvu sağlıklı bir şekilde çalışırsa, o insan, karşı tarafı
sağlıklı olarak algılar ve gereğini yapar. Yok, eğer bunlardan birinde veya çoğunda bir arıza
varsa, o insan vicdansız sayılır, doğru ve dengeli algılamaz; yani zulmetmiş olur. Evet,
dengesizlik fıtrata ve İlahî sisteme yıkıcı bir etki bıraktığından zulüm sayılır. Nitekim bizim
adalet dediğimiz kelimenin Türkçesi, denge ve dengeleme kelimeleridir.
Şimdi Kur’an’ın varlık ve Allah algısını mucizevi bir tarzda anlatan Ayetel-Kürsi tefsirini
buraya alacağız. Çünkü bizi bilimin son halkası olan yazılımla, çağdaş fenlerle ve Ontoloji ile
buluşturan daha güzel bir ifade bilmiyorum.
Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü
“Azamet benim eteğimdir, Kibriya benim cübbemdir.” (Hadis-i Kudsi)
Allah’ın bu sözünün bugünkü Ontoloji bilimiyle ve her iki kelimenin etimolojik yönüyle:
Tercümesi şöyledir: Somutluk benim eteğimdir. Sonsuzluk benim cübbemdir.
Ana Konuya Girmek için Bir Giriş: Ayet’el-Kürsi Tefsiri:
Bu ayet, Allah’ın özgün varlığı olan ilmini anlatır; kader de ilim nev’indendir.
Kur’an’ın bu ontolojik ayetini anlamak için şu beş bilgi notunu önceden bilmek gerektir:
1) Varlık, soyutuyla somutuyla sonsuzdur. Dolayısıyla, yokluk diye bir şey yoktur.
2) Asıl varlık, bilim adamlarının soyut datalar ve yazılım diye dile getirdiği bilgidir. Bu
konuda Prof. Dr. Türker Kılıç Hocanın çalışmalarına bakılabilir. Gerçekten tam bir yazılım
filozofudur.
3) Allah kelimesinin belirsiz hali olan İlah kelimesinin etimolojisi, Soyut ve Sonsuz olduğu
için yalnızca kendisine tapılan demektir. La İlahe İllallah, sadece sonsuz olana tapılır
manasına gelir. Ulûhiyet tevhidini bildirir. Allah kelimesi, belirlilik edatı (Lam-ı tarif) alan
halidir.
Demek Allah soyut boyuta bakar, Rahman somut boyuta bakar, Rahim ise aradaki varlıklara
bakar. Üçü de birdir. O’nun Ehad (çok birlik sahibi) ismi ise, her yerde bulunduğunun ve her
şeyde göründüğünün ifadesidir.
Evet, sınırlı varlıklar, sınırlı olmaları ile beraber sonsuzluğu gösterirler. Çünkü ancak sonsuz
bir enerji, yazılım ve gelişme süreci ile var olabilirler.
1 Hutbe-i Şâmiye ve Osmanlıca Lemeat.
4) Bu ayette geçen Hayy ve Kayyum (Diri ve Ayakta Tutan) isimleri, bütün biyolojik ve fizik
varlıklardır. Evet, Allah’ın isimleri, kâinattaki hakikatlerdir. Bu hakikatler, Allah’ın sonsuz
soyut varlığının devamıdırlar. İsim-müsemma, birdirler.
Bir görüşe göre bu somut varlıklar, süreç ve sistem olarak sonsuzdurlar; diğer bir görüşe göre,
fizik olarak da sonsuzdurlar. Birçok kâinat var ve birçok Big-Bang olmuştur, diyen görüşe
göre. Demek Arapça ve İbranice olarak kullandığımız sözcükler, Allah’ın isimleri değil de
O’nun gerçek isimlerinin isimleridirler. (İbn Arabi, Ansiklopedi)
5) Ayette geçen Allah Kürsüsü, kadim tefsirlerde Allah’ın ilmi diye geçiyor. Kralın,
üzerinden devleti yönettiği Taht demek olan Arş ise, Allah’ın kudreti (gücü) diye tefsir edilir.
“Rahman (somut varlığı da olan) Allah arşa istiva etti.” ayeti, Allah somut tecellisiyle, bütün
varlık ve kâinata egemen oldu, manasındadır.
Ben merak ediyordum: Allah, gücüyle her şeyi kuşatmış yönetiyor. Neden, Arşı gökleri ve
yeri kuşatmış, denmiyor da Kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmış deniyor? Sonra asıl varlığın ilim
ve yazılım olduğunu ve her şeyi kuşattığını öğrenince, bu ayetin önemli asıl bir nüktesini
bilmiş oldum.
İşte şimdi bu mucizevi ayetin tefsirine geçiyoruz:
2/255- Allah, O’ndan başka ilah (tapılan) olmayan sonsuz Varlıktır: (Ana dosyadır.) Hayy ve
Kayyum’dur: (Yani O ana dosyanın fizik ve biyolojik bütün icraatı (tali dosyalar) da
sonsuzdur. Evet, biyolojik, ekolojik ve özellikle Kuantum fiziğindeki etkileşimin bilgi-işlem
hacimleri sonsuzdur. Sadece bu tali dosyalarda bazen devre dışı kalış oluyor. Yani bazen
onları uyku ve esneme tutuyor. Ana dosyada ise asla devre dışı kalmak yoktur). Evet, uyku ve
esneme asla o ana dosyayı tutmaz.
Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nundur. (Yani, fizik ve metafizik diğer bütün dosyalar, O ana
dosyaya bağlıdırlar.) O’nun izni olmadan, hiç kimse O’nun yanında şefaat (etki) edemez.
(O’na ortak olamaz. Yoksa dosyalar arası etkileşim, yardımlaşma ve dayanışma vardır.
Demek meşru şefaat budur. Demek şefaati haksız torpil diye anlayanlar yanılıyor.)
O, onların geçmişlerini ve geleceklerini: önlerini ve arkalarını bilir. (Yani Allah, o tali
dosyaların sadece şimdiki bilgi-işlemlerini değil de birer yazılım olan geçmiş ve geleceklerini,
yani önlerini ve arkalarını da bilir.)
O’nun istediğinden başka, O’nun ilminden (yazılımlarından) hiçbir şey tam öğrenemezler:
(Kuşatamazlar). Evet, insanoğlu enerjiyi ve evrimi bir derece biliyor. Ama yazılım tarzındaki
sonsuz bilinci ve planı henüz tam keşfetmiş değildir. Evet, varlık sonsuz olduğu için her iş
sonsuz ihtimaller içerir. Ve daima istenilen ihtimal tutar. Onun için zahiri akıl, yaratılışı tam
anlamıyor.
O'nun kürsüsü (ilim ve yazılımı), gökleri ve yeri (metafizik ve fizik âlemleri) kuşatmıştır. Yer
ve göklerin (o fizik ve metafizik âlemlerin) muhafazası, O’nu yormaz. (Çünkü O ana dosya,
aynı zamanda ana bellektir de.)
O, Aliyy ve Azimdir. Yani soyut ve sonsuz olduğu için yüce ve aşkındır: (Uluvv). Aynı
zamanda somut büyüklük (azamet) olarak da sonsuzdur. Evet, varlık bir tanedir, soyutuyla,
somutuyla sonsuzdur. Bu ikili yapıyı ve bu sonsuzluğu bilmeyenler varlık ve hayat hakikattir,
diyemezler. Varlık ve hayat onlar için anlamsız ve dolayısıyla cehenneme dönüyor.
Son beş not:
1) Yazılımın aslı matematiktir. Matematiğin de en kullanışlı iki sistemi var: İkili ve ondalık
sistem. Ayetin numarası (2/255) bu ikisine ince bir işarettir.
2) Bu ayet, gördüğünüz gibi bilimsel yönden de bütün varlığı kuşattığı için, herkes her derdi
için bunu kullanıyor. Hakkında birçok rivayet var.
3) Fizik varlık, Allah’ın Arşı (tam egemenlik alanı) olduğu için, Kur’an’da Arş-ı Azim deyimi
tekrarla geçiyor. Azim, somut büyüklük demektir. Kebir de soyut büyüklük demektir.
4) Buradaki Hayy ve Kayyum, Allah’ın iki büyük ismidirler. Sonsuz yazılım (ilim) içeren
bütün fizikî ve canlı varlıkları içine alır. Ehl-i Sünnete göre İsim-Müsemma birdir. Zaten
Aristo ve onu esas alan İbn Sina, Âlim-İlim ve Malum (Bilen-Bilgi ve Bilinen) bir varlıktır.
Sadece itibarî fark vardır, diyor. İbn Sina Âlim (Bilen) boyut için Vacib’ül-Vücud (varlığı
soyut ve zorunlu ilk ilke) dedi.
Said Nursi de ve son Sünni Kelam âlimleri de bu Vacib’ül- Vücud deyimini kabul ettiler.
Sürekli bu deyimi Allah için kullandılar. Fakat içini ilim kavramı ile dolduramadılar. Nitekim
Said Nursi, Şemme Risalesinde, O’na meçhul (bilinmez) dedi. Daha sonra bu meçhul deyimi
onu tatmin etmeyince; Ayet’ül-Kübra risalesinde O’na Manevi Nur dedi.
Fakat İbn Sina’nın dile getirdiği o üçlü birliği kabul etmedi. Çünkü İbn Sina ilim kelimesi
yerine yine aynı manada kullanılan akıl kelimesini kullanıyordu. Ve Said Nursi varlığın
birliğini savunan İbn Arabi’ye karşı idi. Ona göre İbn Arabî kâinata hayal diyordu. Ama İbn
Arabi’nin La-mevcude İlla Hu sözü, o manada değildi.
5) Bu kısa yazı, Hz. Muhammed’in ilmî bir mucizesi olduğu için mucizeler ile ilgili kitabımın
sonuna koydum. Nitekim gerek bu Ayet’el-Kürsi Tefsirinden ve gerek yazılarımda
göreceğiniz onlarca ayetten anlayacaksınız ki: Kur’an, bütün beşerî düşüncelerin ve bütün
felsefelerin üzerinde bir bilgiye sahiptir.
Şimdi Hz. İbrahim’in Allah Algısına bakalım. Şöyle ki:
Evrensel değerler ile cesaret ve üretim ilişkisinin analizi şudur:
Son üç semavi (evrensel) din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’dan önce dünyada binlerce
Pagan din vardı. Pagan, köylü demektir. Pagan inancı da kırsal kesim dini manasındadır. Yani
inandıkları Allah, sınırlı ve somuttur. İslam dinleri ise, varlığı ve Allah’ı sonsuz bilir. İslam
olan bu üç dinin diğer ismi İbrahimî dinlerdir. Çünkü bu sonsuzluk tarzındaki iman ve onu
besleyen ilkeler İbrahim ile geldi. Bu üç dinin, hatta sonsuzluğu anlayan ve yaşayan diğer
bütün dinlerin ismi İslam’dır. İslam sadece 1400 yıllık bir sürenin ismi değildir. Bu semavi
dinler pagan inancını geçerli saymıyorlar. Hâlbuki bu paganlar içinde, ruhanilikte bu semavi
dinleri geçecek olanları vardı. Fakat Allah, bu paganların inancını kabul etmiyor. Çünkü
Allah’ı ve varlığı sonsuz bilmedikleri için tam girişimci, aydınlanmış ve cesaret sahibi
olamıyorlardı. Gericilikten kurtulamıyorlardı. Maalesef son üç semavi din, literatür kaybından
dolayı artık bugün sınırlı ve somut bir Tanrıya inanıyor. Dolayısıyla, inananları korkudan ve
gericilikten kurtulamıyor. Çağımıza uygun Fizik, Kimya ve Biyoloji bilmedikleri için varlık
onlar için karanlıkta kalıyor. Hele hele sonsuzluğu ve varlığın künhünü hiç kavramıyorlar.
Önemli Bir Hatırlatma: Paganizm, Kur’an’da, şirk diye isimlendiriliyor. Şirk ve şirk koşan
manasına gelen müşrik, Allah’a inanmayan demek değildir, Allah’a ortak koşmak; dolayısıyla
Allah’ı sınırlandırmak demektir.
Dolayısıyla her üç kitap da Allah’ı ve varlığı bir ve sonsuz bildiriyorlar. Ve sadece bundan
dolayı semavi sayılıyorlar. Nitekim sırf bu sonsuzluk için İbn Arabi ve Mevlâna ve Spinoza
gibi dâhiler, dosya olarak değil de soyutuyla-somutuyla varlığın birliğini savunmuşlardır.
Bilim dünyası onlara panteist değil de Panenteist diyor. Çünkü onlar varlığın soyutuyla
somutuyla birliğini kabul ediyorlar. Panteistler ise, sadece somut maddi varlığı kabul
ediyorlar.
Hz. İbrahim, En’am suresinde, bu üçüncü nedende anlattığımız gerçekleri söyle
dillendirmiştir:
“İbrahim’in kavmi, onunla tartıştı, İbrahim, Allah beni sonsuzluğu bilmeye muvaffak ettikten
sonra siz Allah’ın sonsuzluğu konusunda benimle mi cedelleşirsiniz, dedi. Ve şöyle devam
etti: Ben sizin Allah’a ortak kabul ettiğiniz varlıklardan hiç korkmam. (Onlar somutlaşmış
Allah’ın ilmidirler, onlar İlahi birer dosyadırlar.) Benim Sahibim olan Allah istemeden
onların hiçbiri bana zarar veremez. Rabbim her şeyi ilmiyle (yani yazılımla) var etmiştir.
Neden kafanızı çalıştırıp sizin de bir yazılım olduğunuzu bilmiyorsunuz.” (6/80)
“Ben sizin müstakil bir tanrı ve varlık olarak gördüklerinizden nasıl korkayım ki: Siz hiçbir
açık delil olmadan, o eşyayı Allah’ın sonsuz varlığına ortak koşuyorsunuz. Artık
düşünmeyecek misiniz: Hangi grubun cesaret ve güvene daha layık olduğunu? Eğer ilmi esas
alırsanız mutlaka bunu bileceksiniz.” (6/81)
Evet, Kur’an, Allah ilmini zihinlere yerleştirmek için tam iki yüz sefer onu zikredip teşvik
etti. Ve korkaklık, sınırlı ve somut bir Allah algısı demek olan şirki tam 4000 sefer yerdi.
Adeta insanlığın geri kalmasının baş sebebi bu sınırlı, somut Allah algısıdır diye feryat ediyor.
Her şey affedilip telafi edilir, ama bu anlayış asla bağışlanmaz, diyor. Fakat ne çare ki,
Emevilerle Kur’an’ın bu algısı kayboldu. Tasavvuf el attıysa da bu sonsuzluk bilimsel tarza
oturmadı. Batılılar ise, sonsuzluğu tam bilmese de varlığı Fizik, Kimya, Biyoloji ve şimdi de
Yazılım olarak tanıdıklarından onlar aydınlanıp gericilikten, dar düşünmekten bir derece
kurtuluyorlar. Fakat Avrupa’nın bu aydınlanması geçicidir. Zaten Komünizm ile çoğu öldü.
Evet, Komünizm bir şey üretemedi, çünkü birer yazılım olan sosyal ve psikoloji yasalarını
dışladı ve sonra çiğnedi.
Önemli Bir Uyarı: Kelam ilmi Allah’ı ve varlığı tam Kur’an’a uygun anlatıyor, diye ben tam
25 yılımı ona adadım, iman-ı tahkiki sahibi olacağım diye. Ama ne korku ve üzüntülerim
geçti ne de sonsuzluğu anladım. Sonra bazı İslam âlimleri sayesinde varlığın soyutuyla-
somutuyla sonsuz ve bir olduğunu bilip Allah’ın sonsuz olması gerektiğini anlayınca, yavaş
yavaş korku ve üzüntülerimi yendim, Tevrat, İncil ve Kur’an’ı anladım; her ay bir iki ilmi,
derin makale yazacak kadar girişimci oldum. Bir numune olarak Allah’ın Sonsuz Varlığı ve
İnsanın Özgürlüğü ismindeki yazıma bakabilirsiniz.
Evet, değil bu mucizevi kitaplar, İslam’ın namazda sürekli tekrar edilen Subhanallah, El-
hamdü lillah ve Allahu Ekber gibi günlük zikirleri dahi bu sonsuz irfanı anlatıyordu. Ama biz
Paganlar gibi boşuna tekrar ediyorduk. Yetmezmiş gibi, onları siyasi slogan yapıyorduk.
Subhanallah, Allah, somut olmaktan, kirli ve çirkin iş yapmaktan ve hayale gelebilecek bütün
eksikliklerden pak ve münezzehtir demek. Buna din, celal diyor.
Ama sadece bu değildir. Sonsuz bir kâinatı yaratan, sonsuz nimetlerle bezeyen, soyutluğun
bıraktığı sayısız eksikleri telafi eden de odur. Yani sonsuz varlığını somut olarak da yaşıyor.
Yani cemaldir aynı zamanda. El-hamdü lillah bu ikinci mananın ifadesidir. Peki, bu iki yönü,
celal ve cemal gerçeklerini nasıl yapabiliyor, birleştirebiliyor. Çünkü Allahu Ekber var. Yani
Allah sonsuzdur.
İşte bunu anladığında, bütün sorunları aşıyorsun. Bütün varlık ve bütün hayat safhaları senin
için bir cennet oluyor. Dört bin sene önceden Tevrat, Tekvin, 2. Babın anlattığı gibi. Bu
sayede din hakikati işin içinden çıkılmaz binler hurafe ve buyruktan kurtulup üç sonsuz
hakikate iniyor. 1- Sonsuz bir Allah’a inanmak, 2- Ebedi bir hayata inanmak 3- Ve bunlar için
yararlı işler yapmak. (Kur’an, 2/62)
Son Bir Hatırlatma:
Eğer deseniz: Sen somut olan kâinata, Allah’ın rahmaniyeti ve azameti mealinde Allah’ın öz
varlığı diyorsun. Fakat Kur’an onlarca yerde, göklere ve yere Allah’ın mülkü diyor.
Dolayısıyla sen Kur’an’a ters düşüyorsun?
Cevabımız şudur: Maalesef İslam’ın on bin kavramı ölü kavram olmuştur. Geçen hafta
Salavat Rahmet ve Hikmet kavramlarının birer mucize iken nasıl ölü hurafe kavramlara
dönüştüğünü yazdım ve yayınladım. Maalesef bu mülk kavramı da öyle olmuş. Sonsuz
yazılım olarak geçmiş ve geleceği ile kâinatın idaresi demek iken, emlak manasına
kullanılmış ve dolayısıyla Allah (haşa) emlakçı olmuştur. Nitekim adalet mülkün temelidir,
deyimindeki mülk de idare ve devlet yani denge demektir. Evet, kâinat sonsuz bilgi-işlem
dengesi ile sibernetik olarak yönetiliyor. Fazla uzaklara gitmeye gerek yok, sonsuz numuneler
olarak beyin ve bedenimizde bunun açık numunelerini bilimler gözüyle sürekli görüyoruz.
Bir delilimiz de şudur: Besmele’de, 17/110. ayette ve Ayetel-Kürsi’de gördüğümüz gibi,
Rahman ve Azim kavramları, Allah’ın somut varlığı demektir. Bu somutluk ulûhiyet
hakikatine de aykırı değildir. Çünkü son günlerde Fizik ilmi, somut varlığın da sonsuz
olduğunu kabul ediyor.
Dinler ve Üçleme:
İslam bütün semavi dinlerin ismidir, bir Allah’a inanan bütün peygamberlerin dinidir. Onlar
arasında ayrım yapmamaktır. Allah’a teslim olmaktır. (Al-i İmran, 84) Allah bu din dışında
diğer beşerî inançları ahirette kabul etmez. (Al-i İmran, 85) Tevrat’la amel eden bütün
peygamberler Müslüman idi. (Maide, 44) İlk Müslüman İbrahim idi. (Hacc, 78) Kur’an’ın
anlattığı hakikatler (ana ilkeler) yedi bin senedir, insanlık âleminde hâkimdir. (Barla Lahikası)
Ve mesela, Üçleme, insanda Ruh, Nefis ve Beden birliğinin, sonsuz olan Varlıkta Allah,
Evren ve Aralarının (Baba, Oğul ve Ruhul-Kudüs'ün) birliğinin ifadesidir. Varlığın birliğini
ve sonsuzluğunu anlayan ve anlatan bilim ehli için Ontolojik temel bir ilkedir; değil çok ve üç
tanrıcılık, asıl birlik ve tevhid ancak böyle olur, diye insana dedirtir.
Yoksa bilim ehli, ruhu anlamayıp materyalist olurlar. Ayrıca varlığı, Allah, ruhanî âlem ve
kâinat âlemi olarak ayrı ayrı ve kopuk varlıklar olarak görenler, sonsuzluğu ve varlığın
birliğini anlamayıp bir nevi putperest olarak kalıyorlar. Maalesef Hristiyan âlemi de Teslisin
gerçek manasını bilmediği gibi; Kelam ekolleri de varlığın sonsuzluğunu ve yazılım ile bilinç tarzındaki birliğini bilmeyip, bilim ehline göre cahil sayılırlar. Ve dolayısıyla alternatifi
olmayan din, gündemden ve hayattan kopuyor.
Kur’an, insanların sonsuz varlığı tam algılamayacağını ve Hristiyanların Üçlemeyi yanlış
anladığını bildiği için “Ey Hristiyanlar, üç demeyin; Baba, Oğul ve Ruhul-Kudüs'ü
(Metafizik, Fizik ve Aradaki Ruhaniliği) bir bilin. Bu tarzdaki üçleme, sizi dinden çıkarmazsa
da bu birlik inancı sizin için daha hayırlıdır.” (4/171) diyor.
Bununla beraber, Kelam ehlinin, varlığı Allah, Ruh ve kâinat olarak üçe bölmesi, Hristiyan
üçlemesinden daha zararlıdır. Çünkü hem bilimlere uymaz hem de böyle bir varlık algısı tam
kutsal ve mucize olmadığı için ahlaka dönüşmez.
Çağımızın önemli bir tefsircisi olan Bediüzzaman, helal-harama ve yeniden dirilişe inananlar
demek olan ehl-i kitaba hitap eden “Ey ehl-i kitap! Aramızda ortak olan bir kelimeye (ilkeye)
gelin, birleşelim.” (3/64) ayetinin bir manası olarak burada ehl-i kitap tabiri, ehl-i mektebi de
içine alır. Bu ayet özellikle çağımıza bakıyor, diyor. (25. Söz). İşte buna göre ayetin manası
şöyle oluyor:
“Ey ehl-i mektep olan bilim ehli! Aramızda ortak olan bir ilkeye (kâinatın birliği ve bilimlerin
ortak nokta kabul edilmesi meselesine) gelin, birleşelim.”
Evet, başta İbn Arabi olmak üzere bilim ehli, varlığı değerli ve adi, cevher ve tortu diye
ayırmaz. Çünkü bütün varlık özellikle Fizik, Kimya ve Biyoloji çok değerli ve kutsaldır.
10.10.2024
Bahaeddin Sağlam