Piyasalar

Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi

Punto:

Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi

Şiddet Arapça bir kelimedir, fakat Tarihte, çağımızda kullandığımız manada kullanılmıyordu.
Daha çok, dağınık şeyleri birbirine bağlamak mesela araca yük bağlamak, ip bağlamak gibi
bir manada kullanılıyordu. Onun için, çağdaş Araplar bizim kullandığımız manada bu
kelimeyi kullanmaz. Onun yerine unf kelimesini kullanıyorlar. Bu unf kelimesi ise fonetik ve
etimolojik olarak, tiksindirici ve kötü kokan saldırı manasına geliyor. Arapçada bu gibi
manaları veren tuğyan (azgınlık), zulüm (karşı tarafa dengesizce davranmak) ve başka
kelimeler var.
İngilizcede tam 56 adet, bu gibi manaları taşıyan kelime var. Mesela: severity (şiddet ve
sertlik), rigor (saldırıya varan titizlik) violence (saldırgan güç), force (güç kullanmak.)
Peki bu şiddet neden var. İşte tarihî ve felsefî cevabı: Allah, kâinatı bir makine gibi yaratıyor.
Onun motoru ise diyalektik süreçtir. Allah bu süreçte zıtları birbirine saldırtarak tabir yerinde
ise gübrede güller bitiriyor. Çünkü ilk insanlar tam birer hayvan idiler. Birbirinin etini
yiyorlardı. Sonra içlerinden Âdem olanlar (dilleri ve soyut değerleri bilenler, nice veli,
peygamber ve kanun adamları) çıktı. O hayvan sürüsü gibi olan diğer insanları, güç
kullanarak zapturapt altına aldılar. İşte şiddet kelimesinin asıl manası budur. Bu manadaki
bağlanmaya İngilizler best kelimesini kullanıyorlar.
Kur’an bu süreci Zülkarneyn ve Yecüc-Mecüc savaşı ile dile getiriyor. Zülkarneyn, çift güçlü,
çift kanatlı, Doğu ile Batıya hükmeden, bilim ile inancı barıştıran lider demektir. Yecüc-
Mecüc de çokça anarşi içinde olan ve dolayısıyla birbirini yiyen insanlar demektir. Kelimenin
etimolojisi ise ateşin kendini yemesi demektir. Hulasa: Zülkarneyn, güvenlik ve güvenliğin
temeli olduğu medeniyet demektir. Yecüc-Mecüc de sınırsız vahşet ve anarşizm demektir.
İlk Peygamberler, bu düzeni sağlamak için inancı kullandılar. Bu inanç etrafında oluşan
birlikler, devlet ve uygarlıklar kurdular. Sonra hukuk ve yasalar konuldu. İşte Tevrat, bu
yasaların yüzde doksanını içeriyor. Onun için onda dahi, şiddet denebilecek birçok yasa
mevut.
Şiddetin iki ana sebebi vardır. Açlık ve kimlik. Başka bir deyimle ekonomi ve din. Şiddetin
asıl silahı ise insandaki hayvani duygulardır. Hz. Muhammed çağdaş bir Zülkarneyn olarak,
sadece şiddet ve barış değil, diğer bütün zıtlıkları dengelemekle insanlığa bir düzen verdi. Ona
göre orta yolda zıtlıklar birleştirilse, başta şiddet olmak üzere bütün aşırılıklar biter. Fakat
onun çağında bilimler yoktu. Dolayısıyla denge tam oturmuyordu. Denge yani adalet, başta
devlet olmak üzere bütün organizasyonların ve bütün organizmaların temeli idi. Dengenin
zıddı ise zulüm kavramıdır. Bu kelime de etimolojik olarak karanlık ve dolayısıyla
dengesizlik demektir.
Hz. Muhammed, Ankebut, 14. Ayetle dedi ki: Benim ümmetim, aynı ilkel Nuh ümmeti gibi
dengesizlikler yapacaklar ve bu dengesizlikler, zulümler yüzünden zaman denizinde ve
hadiseler tufanında boğulacaklar: Bi-ma kanu yazlımun. Zulüm ve dengesizliklerindendolayı…                                                                          (Nuh’un 950 Sene Yaşamasının Manası isimli yazıya bakın.) Benim dinim ancak bu
kadar sene etkin olacaktır. Dolayısıyla İsa İbn Meryem gelecek ümmetimi kurtaracaktır, dedi.
Peki İsa’nın getirdiği çare ne idi? Bakara, 106. Ayet bize bir sır fısıldıyor. Şöyle ki:

Çoğu katı olmakla beraber, Tabiatta birçok yasalar var. Normal dinler, bu yasaların tadil
edilmiş şeklidir. Biri devre dışı kalsa, Allah ya aynı yasayı veya daha iyisini devreye sokar.
İşte İsa daha iyi yasalar getirdi. Ben diğer dinleri kaldırmaya gelmedim, onları tamamlamaya
geldim, dedi. Demek diğer dinlerin eksik tarafları var. Evet, İsa normal yasaları kullanmadı.
Çok daha verimli ve mucizevi yasalar kullandı. Mesela:
1- Biri sağ yanağınıza vursa (şiddet ve daha çok kayıp ortaya çıkmasın diye) siz sol
yanağınızı da çevirin. Sana düşman olan o insan senin kardeşin olur.
2- Diğer dinler size dostlarınızı sevin demişler. Ben derim ki düşmanlarınızı dahi
sevmezseniz iman etmiş olmazsınız.
3) Biri sendeki fazla gömleği istese sen üzerindeki gömleği çıkarıp vermezsen iman etmiş
olmazsın.
4- Sezar’ın hakkı Sezar’a, Allah’ın hakkı Allah’a, diye inanacaksınız. Dini devlete ve
siyasete alet etmeyeceksiniz.
5) İnsan sadece ekmekle yaşamaz. Vahiy (gerçek ruh) ile de yaşar.
İşte bütün İncil böyle yasalar-üstü mucizevi ilkeler ile doludur. İncil'in kelime manası
Arapçada çok ama çok yeni ve her nevi maddi şekli aşan bir nesil demektir. Veya Angel
kelimesinden geliyor. Melekler gibi bir nesil demektir.
İslam Tasavvufu, bu son asır hariç hep İsa gibi yaşamışlardır. Özellikle Mevlâna Celaleddin-i
Rumi tam öyle yaşadığı için Moğol şiddetini irfan cennetine değiştirdi. Yeni bir medeniyetin
altyapısını kurdu. Çağımızda 76 sene boyunca en önde dine hizmet eden Said Nursi, çok
sinirli olduğu halde, Yeni Said olarak aynen İsa gibi yaşadı. 6000 sayfa kitap yazdı. Yarısı
imanla ilgilidir; diğer yarısı müspet hareket ile ilgilidir. Müspet hareket, bugünün deyimiyle
yapıcı olmak, asla ve asla şiddet kullanmamak. Din artık kendini silahla değil de bilimlerle
koruyacaktır, demektir. Said Nursi (Allah ondan razı olsun), o üç bin sayfanın bir özeti olarak
aşağıdaki mektubunda şöyle diyor:
Hemen hatırlatalım: Başka bir mektubunda, asrımızda kitle imha silahları çok olduğundan
ve insanlık materyalizm vahşetini yaşadığı için bire bin öldürdüğünden şiddet (menfi:
olumsuz) hareket asla çıkar yol değildir, diyor.
"Bu defaki küçük müdafaatımda (12. Şua isimli Savunmamda) demiştim: Risale-i
Nur’daki şefkat, vicdan (dengeli algı), hakikat (bilimsellik) hak (hukuk), bizi siyasetten
menetmiş (engellemiştir.) Çünkü masumlar belaya düşerler, onlara zulmetmiş oluruz.
(Sen dini siyasete alet ediyorsun diye idamla yargılanıyordu. Buna karşı o böyle
demişti.)
Bazı zatlar bunun izahını istediler. Ben de dedim: Şimdiki fırtınalı asırda gaddar
medeniyetten neş’et eden (ortaya çıkan) hodgâmlık (bencillik) ve asabiyet-i unsuriye
(ırkçılık) ve umumî harpten (her iki dünya savaşlarından) gelen istibdadat-ı askeriye

(militarizm) ve dalaletten (sapıklıklardan) çıkan merhametsizlik cihetinde (yönünde)
öyle bir eşedd-i zulüm (zirvede bir dengesizlik) ve eşedd-i istibdat (zirvede baskı)
meydan almış ki ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye (maddi güçle) ile müdafaa etse
(savunsa):
Ya eşedd-i zulüm (zirve bir zulüm) ile tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak, o
halette o da azlem (en büyük zalim) olacak veyahut mağlup (yenik) kalacak.
Çünkü mezkûr hissiyatla (yukarıdaki duygularla) hareket ve taarruz eden insanlar, bir
iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi (sıradan) bahanelerle vurur, perişan eder.
Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa otuz zayiata mukabil yalnız
biri kazanır, mağlup vaziyetinde kalır.
Eğer mukabele-i bi’l-misil kaide-i zalimanesiyle (misliyle karşılık verme zalim kuralıyla)
o ehl-i hak (haklılar) dahi bir ikinin hatasıyla (yanlışı yüzünden) yirmi otuz bîçareleri
ezseler o vakit hak namına dehşetli bir haksızlık ederler. İşte Kur’an’ın emriyle, gayet
şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakiki hikmeti ve
sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki hakkımızı tam ve mükemmel
müdafaa edebilirdik.
Hem madem her şey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve
zahmet ise rahmete kalboluyor (dönüşüyor); elbette biz, sabır ve şükürle tevekkül edip
sükût ederiz (susarız). Zor (kaba güçle) ile icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise insafa,
adalete, gayret-i vataniyeye (vatanseverliğe) ve hamiyet-i milliyeye (milliyetçiliğe) bütün
bütün zıttır, muhaliftir.
Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idare ve inzibatın ve adliye ve
zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa dünyada hiçbir hükûmetin
müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak (hiçbir
kutsalın olmaması) ve dehşetli bir taun-u beşerî (insanların eliyle oluşan bir kolera) olan
ve maddiyyunluktan (materyalizmden) gelen zındıkanın (ateist akımın) taassubuyla, bir
kısım gizli zındıklar (ikiyüzlü dinsizler) şeytanetiyle (yanıltmalarıyla) bazı resmî
memurları aldatarak evhamlandırıp aleyhimize sevk etmek var.
Biz de deriz: Değil böyle birkaç vehhamı (evhamlıyı), belki dünyayı aleyhimize sevk
etseler Kur’an’ın kuvvetiyle, Allah’ın inayetiyle kaçmayız. O irtidadkâr küfr-ü mutlaka
ve o zındıkaya (önce Müslüman olup da bütün kutsallarını yitiren ateist akıma) teslim-i
silah etmeyiz!"

Said Nursî

Maalesef, Müslümanlar, bu tarihi, felsefi ve dini gerçekleri bilmediği için Suriye’de bir
milyon insan öldü. Yirmi trilyon dolar zarar var. Yemen asla kalkınamayacak bir açlık
içindedir. Sudan’da 25 milyon insan açlıkla ve hastalıklarla cedelleşiyor. Hamas, hamaset
(kuru kahramanlık) yapıp Gazze’nin tamamını kaybediyor. 150 tok mahpusu kurtarıp, 2
milyon insanı aç bırakıyor. 150 kişiye mukabil 15.000 ölü verdi. Ve galiba hepten
silineceklerdir.

Hamas kelimesinin etimolojisi, toprak gibi sert olmak demektir. Fakat bu dengesizliktir.
Çünkü Müslümanlar bilimlerle, ışık gibi her şeyi aydınlatmalı. Verimlilikte su gibi olmalı ki
ekonominin tarlası çalışsın. İnsanlar din ve maneviyatla nefes alsın.
Kur’an’da önemli bir ayet var: “Aklını kullanmayanların üzerine Allah pis bir azap indirir.”
(10/100)
Evet Müslümanlar çağımızda aklı, bilimi ve dinin gerçek özünü (dengeyi) bıraktığı için pislik
içindedirler.
Son Bir Hatırlatma:
İsrail demokratik bir devlettir. Hamas ve Batı Şeria’daki diğer Filistinliler; İsrail’in içinde
kalmış, seçimlere girebilen ve hükümeti etkileyen ve yıllık 60 bin dolar gelire sahip olan diğer
iki milyon Araplar gibi davransalar hem dinlerini hem dünyalarını çok daha iyi yaşayabilirler.
İsrail bölgenin İsviçre’si olur. İnsanlar Terörizmden kurtulur.
İsrail Yahudilerinin yüzde yetmişi, ateisttir. Birçok istatistiğe göre. Filistinliler Kur’an’ın kırk
ayette Tevrat’a sahip çıktığı gibi o kutsal kitaba sahip çıksalar, İslamiyet’i bilimsel bir
anlayışla sevdirseler, dünya onlar için tam bir cennet olur.
Ben Filistin kelimesinin etimolojisini tam bilmiyorum. Galiba dinsizler yurdu manasına gelen
(fılalar vatanı) kelimesinin son halidir. Çünkü o bölgenin insanları İslam öncesi çoğunlukla
bir dine mensup değillerdi. Çok azı Hristiyan idi. Ve öyle kaldılar.
Netanyahu onlara Amalek dedi. Ama Amalek vahşi dev adamlar demektir. Filistinliler ise
sondaki S harfinin gösterdiği gibi Girit adasından o verimli bölgeye gelenlerdir. İslam sonrası
Araplaşmışlar. Bir kısım Tarihi veriler bunu gösteriyor. Ayrıca Devletimiz yok diye
üzülmesinler; Maşallah, Arapların tam 22 devleti mevcuttur.

26.11.2023
Bahaeddin Sağlam