BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kavramı, 2000’li yılların başında telaffuz edilmeye başlandı.
Dönemin Başbakanı ve iktidar partisinin genel başkanı, gururla:“Ben, BOP’un eş-başkanıyım” dediği günler hâlâ hafızalarımızda canlılığını korumaktadır.
BBP’nin (Büyük Birlik Partisi’nin), 1993 yılındaki kuruluş döneminde, Kurucu İl Başkanı olarak şahsıma görev verilmişti.Göreve başladıktan sonra, hem şahsi hem de İl Başkanlığı’nın yüklediği sorumluluk bilinciyle ulusal ve uluslararası gündemi takip etmeye çalışıyordum.O dönemde, özellikle ABD’deki “think tank”, yani stratejik düşünce kuruluşları gündemi belirleyen öncü kuruluşlardı.
William Safire’nin yöneticileri arasında olduğu stratejik düşünce kuruluşu, Ortadoğu (BAP: Batı Asya Projesi) ve Türkiye eksenli olayları sıralarken;
Türkiye’de, Refah Partisi’nin içinden ılımlı bir gurubun (T.Erdoğan, A.Gül, B.Arınç vs) ayrılarak parti kuracağı,
Bu grubun, uluslararası güç odaklarının desteği ile iktidar olacağı,
Önce Irak’ta, sonra Libya’da köklü yönetim değişikliği yaşanacağı,
Suriye’deki sünni (ihvancı) grupların, dünyayı ve hayatı okuyacak entelektüel kadrolarının bulunmadığı,
Bu sünni (ihvancı)gruplara küçük ve şahsi menfaatler sağlanarak Suriye’nin tuzağa çekileceği,
Bu suretle, diğer ülkelere göre daha istikrarlı görünen Suriye’deki rejimin zayıflatılacağı,
Sonra, İran’ın tehdit edilerek çatışma ortamı yaratılacağı,
Daha sonra Türkiye’de (15 Temmuz benzeri) bir iç çatışma çıkarılacağı,
Bir gecede “hain” diye 5-10 bin kişinin öldürüleceği,
Türkiye’de, o güne kadar üretilmemiş silahların üretileceği,
Son olarak ise, Türkiye’de iktidarın değişmeye zorlanacağı,
Hangi grup iktidara gelirse gelsin, ABD ile restleşebileceği öngörülmüştü.
Bütün bunlar yaşanırken, düşünce dünyamda önemli kırılmaya sebep olmuş bir ağabey, bana:
“Bak, sen zeki ve akıllı birisin. Bizim (Derin) Devlet,küresel güçlerle anlaştı. Sermaye ve siyaset azınlıklara, Devlet ise Türkler’e verildi. Senin genel başkanın dahi bu razı oldu.”demişti. Bu söz, tarifi imkâsız bir şekilde zihin yüreğimin en saklı yerinde 2004 yılında Türkistan ziyareti sırasında Muhsin BAŞKAN ile birebir konuşa sırasında açıklığa kavuşmuştu ki ve zannediyorum ki Muhsin BAŞKAN’ın şahadetinin arkasın da Türklere verilen Devlet Sahipliği rolünün bile geri alınması yatıyor diye düşünüyorum.
28 Şubat sürecinde; Refah-Yol iktidarı, silah tehdidiyle devrildi, baş-örgü (başörtü) üzerinden devlet ile milletin çocukları arasına nifak sokuldu.
Yeni iktidar arayışlarına zemin hazırlayan dönemin Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılıç paşanın;“28 Şubat, bin yıl sürecek” cümlesini unutmak mümkün olmasa gerek.
Cemaat-İktidar ittifakı döneminde, başlatılan “Ergenekon-Balyoz” davaları sırasında, 2010 yılında, Silivri’deki ağır ceza mahkemesi başkanına:
“Size bu görevleri kim verdi?”şeklindeki soruma karşılık olarak,
“Devletin tepesi çağırdı. Devletin içinde çeteler var, siz bu ülkenin vatansever evlatlarısınız, siz temizleyin, bizde arkanızda olacağız” demişti.
Ben de: “Hakim bey; birileri, sizinle onları biliyor. Onlar ile sizi doğrarlar” şeklinde cevap vermiştim.
2011 yılında, Cemaat-İktidar ortaklığı ile Erzurum’da, Faruk Mercan moderatörlüğünde, Mehmet Altan konuşmacı olarak davet edilmişti.
“Anayasa ve Başkanlık Sistemi” konulu panelin bitiminde, soru-cevap bölümünde, 2007 yılında Sabri Çolak hocaya gönderdiğim mektubun özeti olarak:
“Yahu, siz bir eğitim hizmet hareketi olarak yola çıktınız. Şimdi, içeride ve dışarıda çapraz ve derin ilişkilere giriyorsunuz. Unutmayın, birbirini kullanarak yol kat edenler, birgün bir uçurumun başında buluştuklarında, kendilerini daha büyük kullanıcıların kullandığını fark ederler.
Ama; iş, işten geçmiş olabilir. Size, “eşek arısının, solucana oynadığı oyunu” oynayanlar; iktidar üzerinden de “guguk kuşunun, sığırcık kuşuna oynadığı oyunu” oynarlar.
“Bu ülkenin çocuklarının geçmişte yaşadığı sağcılık ve solculuk kıyımından daha büyük kıyım yaşanır” demiştim.
İlkini 2010 yılı sonunda yazıp,2017 yılına kadar devam ettiğim “Gafleti Derin ve Uzun Olanın Devleti Yok ve Milleti Helâk Olur” başlıklı yazılarımı faydalı olması dileği ile takdim ediyorum. Konuyla yakından ilgisi olması açısından oldukça önemli buluyorum.
(https://www.millivicdan.org/makale-gaflet%C3%84%C2%B0-uzun-olanin-devlet%C3%84%C2%B0-yok--m%C3%84%C2%B0llet%C3%84%C2%B0-helak-olur!--182.html)
Geçmişi bir an olsun hatırlamış olduk. Şimdi gelelim bugüne ve yarınlara …
POST-MODERN 3.DÜNYA SAVAŞI
ve
TÜRK MİLLETİ’NİN GELECEĞİ
Son yarım asırdır, kilit yönetimlerinde gayrimüslim şahsiyetler ile Kripto Kürtlerin olduğu PKK/HDP üzerinden garibim Kürtlere “Kürt Devleti” kurdurmak için dağda taşta bir halkı helak ederek, biz vatan evlatlarına bunalım yaşatanlar; aynı zamanda arka planda Güneydoğu’da“Büyük İsrail”, Kuzeydoğu’da ise,“Doğu Roma” hayalleri kurmaktadır.
Özellikle Ukrayna-Rusya savaşı ile bir komedyen üzerinden, karizmatik bir lider çıkarmaya çalışmak aslında sermaye güdümündeki şirket-devletler ile ulus-devletler arasında savaş çıkarmak gayretidir.
Türkiye’nin kendi içinde de “ulus-devlet” yanlıları ile Osmanlı heveslisi “şirket-devlet” taraftarlarının 21.yy gereklerine göre devlet yapılanması yerine, 6 oklu CHP ve 6’lı Millet İttifakı ile 3 Hilalli MHP ve AKP’nin kuyruklu yıldızı BBP’li 3’lü Cumhur İttifakı üzerinden “akla ve ahlaka uymayan” siyasal anlayışlar ile toplum çatışmaya çekiliyor.
İçişleri Bakanı Soylu’nun “soysuz” açıklamaları ile Ümit Özdağ’ın “orman kanunları” anlayışının çatıştırılması, bir “siyasal istibdad” (keyfi ve otoriter yönetim) döneminde olduğumuza işaret etmektedir.
Önce 28 Şubat süreci ile başörtüsü üzerinden Devlet ile Millet arasına nifak sokulup ardından Ergenekon ve Balyoz üzerinden, daha sonra 15 Temmuz sonrası yaşanan kurumsal ordu yapısının “sermayenin payandası siyasete” payanda yapılması elbette birbirinden bağımsız düşünülemez.
“Post-modern 3.dünya savaşı” olarak tarif etmeye çalıştığım bu savaş; öylesine girift, öylesine iç içe ki, iktidarından en küçük muhalefetine kadar partiler, hatta devlet kurumları içerisinde çoğu zaman “öpüşerek dövüşme”; zaman zaman da Soylu-Özdağ çatışmasında olduğu gibi açıktan ya da yakın tarihtekine benzer şekilde “kontrollü kavgalı zıtlıklar” üzerinden devam etmektedir.
Erdoğan, BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi’nin) eş-başkanı; Zelenski, BAP’ın (Batı Asya Projesi’nin) eş-başkanı ise, BOP’un ve BAP’ın “asıl başkanı”kim acaba?
(https://www.millivicdanhaber.com/makale/bop-tan-sonra-bap-baslar-mi--895 /https://www.millivicdanhaber.com/makale/rusya-ukranya-savasi-ile-bop-tan-sonra-bap-baslar-mi--2187)
TÜRK MİLLETİNİN GELECEĞİ
ile
İNSANLIĞIN ORTAK GELECEĞİ ÖRTÜŞÜR MÜ?!
Türk Milleti’nin geleceği ile insanlığın ortak geleceği örtüşür mü? Örtüşebilir.
“Türk Devlet aklı” nın, emperyal-küresel etki ile “mikro-din” ve “mikro-milliyetçilik”anlayışlarından sıyrılıp, ilim irfan temelinde,“evrensel hürriyetçi”bir felsefeye kavuşması ve bu anlayışı Türk Devlet Teşkilatları temel misyonu haline getirmesiyle mümkün olacaktır diye düşünüyorum.
Türk Devlet yapılanması; ne yakın tarihin “ulusalcı-statükocu” anlayışı ne de“sermayenin payandası” olan siyaset üzerinden vatan evlatlarına sadece güvenlikçi yada jandarma olmayı reva gören “şirket-devlet” modelleri ile mümkün olduğu içindir ki bizim Osmanlı Heveslileri üzerinden Başkanlık Görünümlü İmtiyazı Hisseleri Gayri Türklere ait üstelik kurumsallıktan bile uzak bir Anonim Şirket modeli reva görmüşlerdir.
Biz; AKP eliyle“Başkanlık görünümlü”, pörsümüş 1946 modele dönme özlemlerle yanıp tutuşanlara asla ödün vermeyeceğiz.
Türk çocuklarına güvenlik görevlisi rolü biçerek emperyal sermayenin avuç içinde yuvalanan farklı siyasi yapılarında gizli görevli “siyasal hanedanlık” taraftarlarına da asla boyun eğmeyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, Türk çocuklarının “ahmak” yerine konulmasına asla rıza göstermeyeceğiz.
Her büyükşehrin belediye başkanlıkları yada ikinci en yetkili mevkilerine gayri Türk kökenlilerin “demokrasi oyunu”gölgesinde atanmış olmalarına da asla müsaade etmeyeceğiz!
Dünyanın ekonomik yada finansal olarak bir sorunu yok. Sadece ülkem gibi dünyanın “iyi yönetilememe” sorunu var.
Bugün ülkemizde, sosyal iletişimin gücü sayesinde, muhalefetin yapamadığı herşey mizahi muhalefet anlayışı ile toplum yapıyor yapmaya da daha devam edcektir.
Yakın gelecekte bu muhalefet rüzgarı, küresel bir boyut kazanarak her türlü “mikro-din”ve“mikro-milliyetçilik” anlayışını aşarak devletleri dahi işlevsiz kılmaya başlayacaktır.
O zaman,“yeni devlet modeli” arayışları, böylesi bir bakış üzerinden geliştirilmeli ki, yarınlarda “evrensel anayasa” anlayışı ile küresel e-vatandaşlık gibi arayışlara karşılık verilebilsin.
Asıl başarılması gereken iş; 20bin yıllık Türk Devlet geleneğini “töreleri”nden uzaklaştıran maddi manevi her türlü ögeden arındırıp Gazi Paşa’nın “muasır medeniyet” özlemini 21.yüzyılda yeniden ihya etmektir.
MUHABBETLERİMLE