Mete GÜNDOĞAN
Punto:
Dinle
Geçtiğimiz hafta perşembe günü ofisimde asistanım ile birlikte çalışırken müracaattan aradılar.
Arayan personel “Hocam misafiriniz Mehmet Bey geldiler” dedi.
Bir misafir beklemiyordum. Hemen sordum; hangi Mehmet?
“Hocam, Bizim Mehmet deyin o anlar diyor” dedi. Güldüm, “Buyursun” dedim.
Birkaç dakika sonra Bizim Mehmet maskesi ile karşımdaydı. Ellerini de girişte dezenfekte etmiş. Mesafeli bir şekilde oturdu ve başladık sohbete.
Hoş beşten sonra öncelikli konumuz salgın oldu. İnsanlar aşı veya ilaç bekliyorlar ama onlar bulununcaya kadar da gereken Temizlik-Maske-Mesafe kuralına uymuyorlar.
Hâlbuki şu anda elimizdeki en güçlü tedbirler bunlar. Bizim Mehmet de mevcut aşı çalışmalarının hiç birine güvenmediğini propolis, çörekotu, bal, zencefil vb. gibi vücut direncini artıracak takviyeler aldığını söyledi. Derken konu doğal olarak ekonomiye geldi.
Bizim Mehmet şaşkın bir tavırla, şöyle dedi:
“Hocam, faiz sebep enflasyon sonuç iddiası yanlış çıktı zannettik önce. Faizler 4,75 puan artınca dolar 7,5 liranın altına düştü. Sevindiydik. Ama iki hafta geçmeden dolar yine 8.5 Liraya geldi. Daha da gidecek gibi. Ben bu işten hiçbir şey anlamadım. Madem iki haftada aynı yere gelecektik, biz bu faizleri niye artırdık?
“Peki Mehmet” dedim, “faizleri artırın diyenler şimdi bunu nasıl açıklıyorlar?”
Bizim Mehmet de “Daha çok demokrasi olsun, özgürlükler olsun, adalet olsun diyorlar. Bunları yapmadığımız için faiz artışı işe yaramadı diyorlar” dedi.
Gülerek, “Olayı yine farklı bir zemine aldık ve olan faizlere oldu desene” dedim. Anlatmaya devam ettim.
Bu ortodoks ekonomi kafası, ekonomi tanımında da aynı şeyi yaptı. Somut olanı soyut olanla gizlemeye çalıştı.
“Ekonomi, insanın sınırsız arzu ve isteklerini sınırlı kaynaklarla karşılama sanatıdır” dedi.
Biz kafalarına şununla vurduk. Arzu ve istekler soyut, kaynaklar somuttur. Siz soyut olan bir şeyi somut olan bir şeyle nasıl karşılayabileceksiniz?
Mesela soyut olan “sevgi”yi somut bir şekilde ölçebilecek misiniz ki böyle bir tanım yapıyorsunuz dedik. Hepsi dağıldı.
Ama can çıkar huy çıkmaz. Kafa aynı kafa.
Şimdi de somut bir şekilde artırılan faizlerin altını, kültürel referans isteyen kavramlarla doldurmak gerekir diyorlar.
Peki, yapılanların demokratik olup olmadığına, adil olup olmadığına, özgürlük olup olmadığına kim karar verecek?
Neye dayanarak karar verecek?
Nasıl karar verecek?
Bunlar kültürle, inançlarla, ahlâkla ilgili hamlelerdir. Çok parası olanlar mı “adalete, özgürlüklere, demokrasiye” karar verecekler?
“Hocam önce onların önüne gidip soruyorlar” diye lafa girdi Bizim Mehmet. Ben “Onlar da belli bir yaşam standardı dayatacaklardır” diye devam ettim;
Elbette demokraside, özgürlüklerde, adalette büyük reformlar yapılması lazım. Bu bambaşka bir mecra ve bunun için ciddi referanslar gerekir.
Kim karar verecek, nasıl karar verecek vs. hallolması gerekir.
Mevcut durumda zenginlerin sermaye sopasıyla bunları yapmaya çalışıyoruz. O zaman buradan hepimize değil sermayedarlara özgürlük, adalet ve demokrasi çıkar. O da bizi elitlerin tahakkümüne götürür.
Bu durumda girilen yolda idare şu iki sopadan hangisini yiyeceğine karar verecek. Ya halkın oy sopasını yiyecek ya da rantiyecilerin para sopasını.
İşte biz bunun için sistem değişimini önerip duruyoruz. Mevcut Borca Dayalı Para Sistemi değişmediği müddetçe sopa yemekten kurtulamayacağız.
Çünkü değişim sadece sopa çekenler arasında oluyor. Yorulan kenara çekilip dinlenmiş olan gelip sopalamaya devam ediyor. Halı silker gibi sopalanıyoruz. İşte içinde bulunduğumuz sistem böyle bir sistem. Böyle bir yol! Bu sistemi değiştirmek gerekiyor sistemi.
Bizim Mehmet, “Evet hocam, senin fikirlerini biliyorum. Zaten bunları gazetede “Faiz sebep, enflasyon neticedir” başlıklı yazında yazmıştın. Ne yapılması gerektiğini de cumhurbaşkanına arz etmişsin. Ama yine de insan merak ediyor. Ufak tefek dokunuşlarla işlerimiz yola girer mi diye merak ediyor. Ama olmadı işte. Sistem değişmeden olmayacak demek ki” dedi.
Bizim Mehmet’e “Sen de bu noktaya geldin, değil mi” diye sordum. “Geldim hocam” dedi ve sordu; “Bu sistem değişikliği ne kadar sürer?” Ben de anlattım.
Bunun bir süreç olduğunu. Dinamik süreç yönetimi gerektirdiğini. Ama ilk olumlu etkilerinin üç ay içinde toplumun her kesiminde görüleceğini ifade ettim.
Hoş sohbet derken baktım bir saati geçmişiz. Ortam havalandırmalı ve sürekli cereyan yapmasına rağmen bu salgın ortamında daha fazla durmayalım dedik.
Bizim Mehmet’e teşekkür ettik. Giderken, hocam yakından takip ediyoruz sizi. İnşallah uygulama fırsatı bulursunuz dedi. Tek bir kelime ile cevap verip uğurladık.
İnşallah...
Prof. Dr. Mete Gündoğan