Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
Punto:
Dinle
Değişen bir şey yok. Beşiktaş, yine hem yukarılarda, hem aşağılarda; şaşkın. Beşiktaşı’ı içine düştüğü halden kurtaracak olan yine Beşiktaşlıların azim ve iradesidir. Yine altından kalkamayacağı pahada yabancı futbolcu oynatarak maçı kazanacağını sanan idareciler bulunmaktadır. Yine bazılarının Beşiktaş ruhundan ve tarihinden haberleri yok. Yine Beşiktaş’ı sırf o semtte oturdukları için sahiplenenler bulunmakta. Artık Beşiktaş diyende adı Beşiktaş olan takımı da kastetmek kifayet etmiyor. Kendini Beşiktaş sanan bütün takımlar üstüne alabilirler.
1981’de şöyle yazmıştı Galip Erdem:
“Beşiktaş, bildiğiniz gibi, henüz unutulmamış yakın geçmişte çok güçlü bir takımdı. Üstüste beş yıl ve daha birçok şampiyonluğu vardır. Üç kıt’ada at, şey affedersiniz, top koşturan, şanlı şöhretli nice takıma diz çöktüren Beşiktaş, şimdi ha düştü ha düşecek! …Beşiktaş’ı kim kurtarabilir, o muhteşem maziyi kim yeniden yaşatabilir? Şüphe mi ediyorsunuz? Elbette Beşiktaşlılar!
Yanlışlık nerede, suç kimde?... Beşiktaş’ı canından çok sevmeyen, takımı için her fedakârlığı göze almayan; gençliğinden, hattâ çocukluğundan itibaren siyah-beyaz renklerin rüyasını görmeyen, Karakartal’ın hayâlini kurmayan oyunculardan hiç hayır gelmez. Forma aşkı kuru bir edebiyat değildir. 25 yıl önce bir “Beton” Mustafa vardı, Harbiyede oynardı. Bilenlerin anlattığına göre, öyle ahım şahım bir futbolcu değildi.
Ama millî formayı bir giydi mi arslan kesilir, harikalar yaratır, maçlardan sonra takımın en başarılı oyuncusu olduğunda ittifak edilirdi.
Gelelim yöneticilere: Duyduğumuza göre, özellikle son yıllarda, Beşiktaş’ı yönetenlerin çoğu takımın tarihinden, zaferlerinden, gayesinden, hedefinden ve ülküsünden habersiz kimselermiş. Yöneticiliği ikinci bir meslek saymışlar. Siyaset mücadelesinde taraftar toplamak için, bol kazançlı bir yatırım yapmak için, nihayet meşhur olmak için Beşiktaş’ı kullanan yöneticiler varmış. Hattâ vebali anlatanların boynuna Beşiktaş’ın ne zaman kurulduğunu bilmeyen, ilk forma renginin ne olduğunu duymayan yöneticilere bile rastlanmış; önce kırmızı-beyaz renklerin seçildiğini, Batı Trakya kaybedildikten sonra siyah beyaz’a çevrildiğini öğrenmemiş, Fuat Bolkan’ı hiç tanımamışlar. Böyle yöneticilerin elinde Beşiktaş’ın niçin şampiyon olamadığına değil de nasıl hâlâ kümede kaldığına şaşmaz mısınız?”
Ekranlarda Beşiktaş hakkında konuşanlar, sağda solda onu temsil iddiasında olanlar bir bakıyorsunuz Galip Erdem’den, Nihal Atsız’dan, yani Beton Mustafa’dan, Fuat Bolkan’dan habersizler. Nihal Atsız’a bile Nihat diyebiliyor bunlar. O kadar pot üstüne pot kırıyorlar ki, artık maça gidemeyen, karantina günleri olmasa bile stadyuma ayağı varmayacak olan taraftar, bu sahte Beşiktaş sözcülerini seyrettikçe bırakınız konu komşuyu aile efradına bile mahcup olup kanal değiştiriyor.
Karakartallar yine mahzun yine gagaları bağlı, yine kanatları kırılmış, pençeleri sökülmüş, uçamıyor.
Aslında her mevkide en az iki yedeği bulunan bir kadroya sahip gibi dursa da bütün bu oyuncular kiralık. Kiralık oyuncularla uzun vadeli bir strateji, bir doktrin, bir plan hayata geçebilir mi? N’Sakala kiralık, Bernard öyle, Josef de Soza öyle, Valentin öyle, Françisko da öyle… Hele Mensah diye biri var, kendini 10 numara sanıyor. “Bütün toplar bana gelsin, ekrana hep ben çıkayım” diyor. Yani takım günü kurtarmaya çalışıyor. Takım ruhu diye bir şey lügatlerinden silinmiş. Hâlbuki Beşiktaş’ın bir ülküsü olması icap ederdi. Asırlık takımın alt yapısı bile kalmamış. Sadece Beşiktaş değil diğer büyükler de Tekasür ile Tebbet Sürelerini sanki hiç okumamışlar, trolleriyle övünüp duruyorlar.
Ben aslında birçok spor yorumcusu gibi Beşiktaş’tan umudu kesmiş değilim. Beşiktaş geçen zamana nispetle çok daha Türk siyasî(spor diyecektim) hayatında önemini ve yerini koruyacaktır. Peki bu ona yeter mi? Aslında Beşiktaş’ın federasyonu ayakta tutacağım diye takım ruhunu hiçe sayması neyle açıklanabilir?. Federasyon ‘beka sorunu’ diye bir sorun icat etmiş ve futbolun pandemi döneminde yok olmaması için Beşiktaş’tan fedakârlık rica etmişti. Olan buydu.
Zavallı taraftarlar da bir dava uğruna kendilerini heder ederlerdi. Maçtan maça koşarlar, asgari ücretlerinin neredeyse yarısını maçların biletlerine veya yolculuk masraflarına harcarlardı. Mazide kanını satarak dava yaşasın diyenlerin sayısı hiç de az değildi.
Yöneticilerin rakiplerle olan ilişkileri hakkında çeşitli söylentiler dolaşsa da federasyonu Beşiktaş’ın yönettiğini ileri sürenler de vardı. “İşte görüyorsunuz beka sürecinde Beşiktaş’ın dedikleri oluyor hep” diyerek federasyonu ayakta tutan takım olduğu tezini işlerdi bunlar. Son maçlarda o kadar süper oyunculara sahip olsa da Anadolu takımları karşısında pas bile yapamaz bir takımla karşı karşıyaydık ama…
Gerçekte takımların neden süper ligde olduğu sorgulanacak bir konu. Üç büyükler neden hep başlarda yer alsın ki… Eğer bir beka sorunu varsa, o da dış maçlarda bu üç büyüklerin artık performans gösteremediğidir. O açıdan Süper Lig ile Birinci Ligin yer değiştirmesi doğru olur. Dışarıda keyfinize göre hakem seçemezsiniz. Dış maçlarda hakikî bir strateji, başarılı bir taktik ve yüksek düzeyde performans ve kalite gerekiyor.