Piyasalar

Az Gelişmişlik Kısır Döngüsü

Punto:
Prof. J. David Singer ve Prof. Ragnar Nurkse tarafından ortaya konulan Yoksulluk Kısır Döngüsü Teorisine göre “yoksul ülkeler yoksul oldukları için yoksuldurlar.” Yani, düşük gelir elde eden bir ülke, düşük tasarruf yapabilecek ve haliyle yatırımlarının oranı da düşük olacaktır. Devletin tüm çabalarına rağmen eldeki bu düşük yatırım ile yine düşük bir gelir elde edilecek ve söz konusu kısırdöngü tamamlanmış olacaktır. R. Nurkse, bir ekonominin geri kalmışlığını onun düşük gelir, düşük tasarruf, düşük yatırım ve tekrar düşük gelir seviyesine bağlayarak bu ülkenin bir kısır döngü içinde denge oluşturduğunu ileri sürmektedir. Kapalı çember kuramlarında yoksulluk kendini devamlı olarak yineleyen, ancak her defasında yine başlangıç noktasına dönen hareketlerin sonucu olarak verilir. Her başlangıcın gelişmeyi önleyici faktörler nedeniyle dairesel bir yol izleyip tekrar aynı noktaya gelmesi, yoksulluktan kurtulma sürecinin önünü devamlı tıkamaktadır. Bu teoriyi savunanlara göre yoksulluk başlıca üç kısır çember yaratır. Birinci kısır çember tasarruf–yatırım ilişkisine aittir. Gelir seviyesinin düşük olması tasarrufun az olmasına, tasarrufun azlığı da yatırımların az olmasına yol açar. Az yatırım ise gelir artışının az olması demektir. İkinci kısır çember talep–yatırım ilişkisine aittir. Yoksul ülkelerde gelir seviyesinin düşük olması, toplam talebin hem miktar hem de çeşit olarak çok sınırlı olmasını gerektirir. Böylece bir ekonomide müteşebbisleri yatırıma yöneltecek, teşvik edecek herhangi bir etken yoktur. Dolayısıyla yetersiz talep az yatırıma yol açacak ve ekonomide gelir artışı az olacaktır. Üçüncü kısır çember gelir–verimsizlik ilişkisine aittir. Gelir seviyesi düşük olan ekonomilerde insanlar gerektiği gibi beslenemezler. İyi beslenmeyen insanların çalışma verimi ise düşük olur. Bunun sonucunda üretim yeterli oranda artmaz ve ülke yine düşük gelir seviyesinde kalır. Buna göre yoksulluğun kısır çemberi teorisi tasarrufu gelirin, geliri de yatırımın bir fonksiyonu olarak ele almaktadır. Böyle bir varsayım doğru sayılırsa yabancı sermaye, dış borçlanma ve dış yardımlar, yoksulluğun kısır çemberini kırmak için gerekli olacaktır. Çünkü bu dış kaynaklar, tasarruf ve talep yetersizliğini yok ederek ekonomide yatırım ve gelir artışına imkân yaratacaktır. Nurkse’ye göre yatırımlar aynı dönemde ve farklı sektörlere yapılmalıdır. Böylece piyasa bütünüyle genişleyeceğinden kısır döngüden kurtulmak mümkün olacaktır. Nurkse için geri kalmış bir ekonominin gelişebilmesinin önemli bir aracı plandır. Çünkü ancak planlama sayesinde birkaç sanayi dalında birbirini tamamlar ve destekler nitelikte yatırımlar gerçekleşebilecektir. İktisadi kalkınma kuramlarının yoksulluğu önlemede temel çıkış noktası, az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerin geçtiği yolu izleyerek kalkınabilecekleri ve yoksulluktan kurtulabilecekleri varsayımı vardır. Buna göre iktisadi büyümeyi engelleyen kısıtlar kaldırıldığında yoksul ülkeler sürdürülebilir bir büyüme yoluna girecek ve yoksulluktan kurtulabileceklerdir. Kimi devletler gelişmiş olanın yarattığı refahı vatandaşlarına fazlasıyla sunabilirken, çok daha fazlası azgelişmişliğin kıskacında vatandaşlarının karnını doyurmakta bile zorluk çekiyor. Bu ülkelerde ekonomik yoksunluk, bir yandan zayıf ve kırılgan demokrasi kurumları, bir yandan da birer sömürü ve rant tasarımı haline dönüştürülmüş güvencesiz işgücü, mal ve hizmet piyasaları ve sosyal şiddet ile birlikte eşanlı sürdürülmekte. İnsan, devletlerin birbirinden çok farklı gelişmişlik düzeyleri karşısında, ister istemez şu soruyu soruyor: Nasıl oluyor da kimi devletler böylesine gelişme gösterirken diğerleri sadece yerinde sayıyor? Ekonomik büyüme kuşkusuz yoksulluğun azaltılmasında gerekli unsurlardan biridir. Rosenstein Rodan, az gelişmiş ülkelerin yoksulluktan kurtulmalarının sanayileşmeleri ile mümkün olacağı tezini ileri sürmüştür. Yapılan kamu harcamaları arasında bireyin ya da ailelerin doğrudan yarar sağladığı eğitim ve sağlık gibi harcamalara, benzeri sosyal nitelikli hizmet üretimine ağırlık verilerek yoksul kesimlerin yaşam düzeylerinin ve yaşam kalitelerinin yükseltilmesine çalışılmalıdır. Yoksul kesimlere yönelik doğrudan mali destek kapsamında yer alan emekli, dul, yetim vb. kesimlere yapılan harcamalar, yoksullukla mücadelede önemli bir yer tutmaktadır. Zengin ve yoksul ülkeleri birbirinden ayrıştıran en belirgin nokta, siyasi ve ekonomik düşünce sistemlerindeki ve kurumlarındaki farklılıktır. Zengin ülkelerde entegre kapsayıcı kurumlar ( tüm toplumu gözeten demokratik kurumlar ) bulunurken, fakir ülkelerde özümleyici kurumlar (seçkin bir sınıfın gücüne güç katan otoriter ve sömürücü kurumlar ) vardır. Batı uygarlığı halkın yönetime katılmış olduğu bir sistem kurunca, icatlar eşliğinde dünya ticareti hızla arttı. Ticaret hacminin artma nedenlerinin en başında; makineleşme ile seri üretime geçilmesi yatıyor. Dünya üretim artışının da en önemli nedeni, makinelerin icadıdır. İcatların artmasının en önemli nedeni ise; anayasal özel mülkiyet, fikir özgürlüğü ve patent haklarıdır. Kapsayıcı kurumsal yapılar bir devri kapatıp, diğer devrin evrelerinin önünü açıyor. Kralların, şahların, diktatörlerin yıkıldığı, yerlerine milli bilinç ile millet iradesinin hâkim olduğu kapsayıcı kurumsal yapılar kuran ülkelerin refah özgürlük kalkınma ve ilerlemeyi sağladığını tarih bilimi bize göstermektedir. Dünya çapındaki ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu “Why Nations Fail” (Ulusların Düşüşü ) kitabında özetle şunu söyler: “Ülkeleri başarısız kılan kurumların çökertilip, yönetimin şahıslara bağlanmasıdır...” Rubil Gökdemir ülkemizin dünya ekonomisinden aldığı payın 200 yıldır %1 ‘in altında olduğunu gösterdi Endüstri devrimini kaçırdıktan sonra gelişmiş ülkelerle aradaki açığı kapatamamışız. Kurtuluş savaşı döneminde 0,41 kadar gerileyen pay 1950’ leden sonra sabit fazla değişmemiş. Batılıların orta gelir tuzağı dedikleri, az gelişmişlik kısır döngüsünden çıkamamışız. Benim geri kalmışlık kısır döngüsü dediğime, Rubil Gökdemir yanaşma düzeni diyor. Toplumda; zenginliğin, itibârın, statü ve diğer rollerin çalışma, üretme, alın teri, bilimsel yenilikler ve verimliliğe dayalı olmaksızın; muktedirlere yakın olmaktan geçtiği, bunun dışında kalanların ise "itilmiş-kakılmış" muamelesi görmekten kurtulamayacağı düzenin adı YANAŞMA DÜZENİDİR. Sadece kurumsal ve rasyonel hâle getirilmiş yüksek organizasyon kapasitesinin adı DEVLET'TİR. Max Weber rasyonel iktidarın rasyonel ekonomi ve gelişmiş hukuk ile sağlanacağını söyler. Rasyonel bir kurumsallaşma düzeyine, demokratik sivil siyasete dayalı bir meşrûiyet ve temsil gücü üretmeye, ekonomide kurallı ve rekabete dayalı bir piyasayı oluşturmaya ve evrensel hukuk ilkelerine dayalı bir devlet yapılanması ve toplumsal düzen kurmak hedefi olmayan her yeni siyasi arayış, mevcut sistemin tekrarından veya siyasi aktörlerin nöbet değişiminden ibaret kalacaktır diyor Rubil Gökdemir.