Kimisi tatile dair bir şeyler hatırlar Ağustos ayında, kimisi düğünlere, seyahatlere dair yazılar
yazar. Benim ise dilime dolanmıştır bir kere o nakarat, söyler dururum.
“Aylardan Ağustos günlerden Cuma”
Ağustos ayı Türk ile özdeşleşmiş, özel bir aydır. Asırlardır Türk milletini sahil beldelerine değil,
gaza meydanlarına, âleme nizam vermeye çağıran, onu bu yolda zaferlerle taçlandıran
mübarek bir aydır Ağustos.
İşte Ağustos ayında bu necip milletin kazandığı zaferlerden bazıları:
26.Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, 9 Ağustos 1389 1.Kosova Zaferi, 11 Ağustos 1473 Otlukbeli
Zaferi, 11 Ağustos 1480 Otranto Zaferi, 23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi, 20 Ağustos 1516
Antep'in fethi, 25 Ağustos 1516 Halep'in fethi, 28 Ağustos 1521 Belgrat'ın fethi, 29 Ağustos
1526 Mohaç Zaferi.
Sonra: 15 Ağustos 1551 Trablusgarp'in fethi, 10 Ağustos 1915 Conkbayırı Zaferi, 10 Ağustos
1915 Anafartalar Zaferi, 27 Ağustos 1922 Büyük Taarruzun başlaması, 30 Ağustos 1922
Başkumandanlık Meydan Muharebesinin kazanılması.
Şimdiki nesil neler hissediyordur bilmem ama bizim lise yıllarından beri ciğerlerimize
çektiğimiz hava gibi dolduğumuz, coştuğumuz şiirlerden biri olmuştu Aylardan Ağustos diye
başlayan Malazgirt Marşı. Daha sonraları ise mehteran gruplarının dillerinde de duyunca
artık bir de bestelenmiş şekilde dudaklarımızdan dökülmeye başlamıştı o güzel dizeler.
Kişi sevdiği ile beraberdir şüphesiz ve nasıl yaşıyorsa da öyle göçüp gidiyordu bekaya.
Dizelerin sahibi, edebiyatımızın önemli şairi Yıldırım Niyazi Gençosmanoğlu’na da elbette
başka bir ayda vefat etmek yakışık düşmeyecekti. Tarihe Türk’ün zaferler ayı diye kazınan bir
Ağustos ayında, 21 Ağustos 1992’de uğurlamıştık destanlar şairimizi.
1929 Elazığ doğumluydu ve Akçadağ Köy Enstitüsünü bitirerek öğretmen olmuş, 19 yıllık
öğretmenlik hayatı boyunca da devrin en güçlü kalemleriyle bir olma fırsatı bulmuştur.
Emekli olduktan sonra da Türk Edebiyatı Vakfı, Doğu Türkistan Vakfı gibi kuruluşlarda
yöneticilikler yapmış daha sonra da Türkiye Gazetesi’nde yazmaya başlayarak gazetenin
kültür sanat köşesinin hazırlanmasında önemli katkıları olmuştur. Birbirinden değerli
eserlerinden bazıları 1952 basımlı Bozkurtların Ruhu, 1959 tarihli Gençosman Destanı, 1970
Kür Şad Destanı, 1971 Malazgirt Destanı, 1972 Bozkurtların Destanı, 1973 Kopuzdan Ezgiler,
1979 Destanlarda Uyanmak, 1991 Alp Erenler Destanı bizlerin kitaplıklarını süsleyen ve
elimizden düşmeyen kitaplar olarak elden ele dolaşmıştır.
Onu eserleriyle tanıyıp, destanlarının birçoğunu ezbere bilenler için vefatından bu yana
geçen zaman maalesef büyük bir boşluk. "Benim ilham kaynağım, her birisi başlı başına bir
destan olan şahsiyetler, zaferler, fetihler ve eserlerdir. Üç bin yıl geriye doğru uzanan şanlı
bir mâzi ve bu mâziden feyizlenerek büyüyecek bir gelecek" der, Türk gencinin dünya ile
birlikte mazisine de bakmasını ve bilmesini isterdi. Zira orada şan vardı, haysiyet vardı ve o, tüm eserlerinde bunlardan bahsederek eserlerini destanlaştırmıştır. O bir şairdi ama ilham
kaynağı Türk Tarihi olunca, şiir kendiliğinden destanlaşıyordu.
Ona -Destanların Efendisi- ünvanı boş yere verilmemişti. Mazi ile ilgilenip öğrendikçe destan
yazmak için çok çaba sarf etmesine de lüzum kalmıyordu. Türk tarihindeki her olay bir destan
niteliğindeydi zaten.
"Hiç bir şiir, Ulubatlı Hasan'ın Bizans surlarına bayrak dikmesi, Genç Osman'ın kelle
koltukta 'Allah Allah' diyerek Bağdat'a girmesi, Malazgirt'te Türk ordusunun kendisinden
dört kat üstün düşman kuvvetlerine karşı zafer kazanması kadar güzel olamaz. Ben bunun
için destana hayranım ve destan yazıyorum." derdi.
O feyz aldığı, etkilendiği, saygı duyduğu bütün insanlara vefasını yaşarken göstermiş bir
şahsiyetti. Nihal Atsız’ın ardından yazdığı dizeler de onun kaleminin zenginliği kadar vefasının
da ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
“Burada baş sağlığı, orada gözler aydın;
İki ayrı dünyada iki ayrı tören var.
TANRI katından gelen bir yüce buyruk üzre,
Aramızdan ansızın çadırını deren var.
Orada ecdat ruhu şâdümanhk içinde
Burada tamu içre gönüllerde boran var.
Eksilmiş bir yanımız: çarpılmış gibiyiz hep
TANRI korusun, sanki Bozkurtluğa kıran var.
Yukardan gök mü bastı; altta yer mi çöktü ne
Kimsede ağız, dil yok; gözleriyle soran var.
Buradan uğurlarken onu binlerce Bozkurt
Orada karşılayan binlerce Alp-Eren var.
O gün Tanndağı'nda tan ağırdığı çağda.
Dediler Oğuz Hanın otağına giren var.
Ve Tanrı Kut Mete'nin huzurunda Atsız'ı
Kür Şad'la Kül Tiğin le diz vururken gören var.
Töredir; konan göçer, doğan gün batar elbet
Tanrı zeval vermesin devlet, din ve KUR'AN var
Dayanılmaz olsa da Atsız'lığın acısı
Ulu Tanrı'ya şükür yine soy var. Turan var.”
Destanlar şairi, öğretmen, koca yürekli insanı biz de bu mübarek ayda, vefatının sene-i
devriyesinde anmadan geçmeyelim istedim. Ruhu şad, mekanı cennet olsun derken yazımızı
da, yazımızın başlığı olan dizeleriyle bitirelim.
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel İklim-i Rum’a,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah… Bismillah… Allahu Ekber!..
Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu,
Ardında Oğuz’un elli bin tuğu
Andırır Altay’dan kopan bir çığı
Budur, Peygamberin övdüğü Türkler…
Ya Allah.. Bismillah… Allahu Ekber!..
Türk, Ulu Tanrının soylu gözdesi
Malazgirt, Bizans’ın Türk’e secdesi
Bu ses insanlığın, Hakkın müjdesi…
Bu seste birleşir bütün yürekler
Ya Allah… Bismillah… Allahu Ekber!..
Nağramızdır bugün gök gürültüsü
Kanımızdır bugün yerin örtüsü
Gazı atlarımın nal pırıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler
Ya Allah… Bismillah… Allahu Ekber!..
Yiğitler kan döker bayrak solmaya
Anadolu başlar vatan olmaya
Kızılelma’ya hey… Kızılelma’ya!
En güzel marşını vurmada mehter
Ya Allah… Bismillah… Allahu Ekber!..”
Erdal ÇİL