Piyasalar

Ayetler Akıl ve Kalbe Hitap Eder!

Punto:
“Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince, onlar kendilerinde bulunan (beşerî) bilgiye güvendiler (onu alaya aldılar). Alaya aldıkları şey kendilerini boğuverdi.” (Mü’min 83) Surenin 84 ve 85. Ayetlerinde bu tutum ve davranışın sonucu ahiret hayatına da intikal ederek, şu ayetlerle kesin bir şekilde açıklanıyor: “Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman: Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik, derler. Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur. İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır.” İnsanın oluşmuş değerleri eğer Kuranî kaynaklı değilse dünyevidir. Dünyevi değerler ise ailenin, çevrenin ve eğitimin bize kazandırdığı değerlerdir. Duygu düşünce tutum ve davranışlarımıza kaynaklık eden işte bu edinilmiş değerlerdir. Değerler insanın ‘içi’ olunca insan dıştan gelen her iletiyi (mesaj) oluşmuş zihinle karşılayıp bir etki-tepki ortaya koymaktadır. Tarihsel süreçler boyunca bu oluşmuş zihin Peygamberlerin ilettiği vahye karşı en büyük bariyer olmuştur denilebilir. Bu hâl bir his mertebesidir, akıl mertebesi değildir. Bu yüzden Kuran ilahî mesajın anlaşılmasını ‘akletmeye’ bağlamıştır. Çünkü insan kendi içinden (oluşmuş zihinden) ancak düşünerek dışarı çıkıp ilahi mesajla ön yargısız muhatap olabilir. Kişiyi hareket ettiren edindiği kültürüdür (değerler). Kişinin kalbi, kişinin bağlı olduğu kültüre uygun öğrenmeyi tercih eder. Çoğu insan, kendi kültürüne zıt yahut şüphe hissettiği her düşünce ve hatta gıda gibi ürünlere karşı, kalbini kitler. O düşünceyi yahut o gıdayı kendine uygun bulmaz. İşte vahiy de, kişinin oluşmuş zihni karşısında, bir ‘öteki’ muamelesi görür. Atalar dini, kültür, putlar, ideolojiler, put-liderler kişinin zihin-kalp çevresini bloke ettiğinden, Peygamberlerin mesajı, bu zihin sahipleri tarafından daima tepkiyle karşılanmıştır. Ancak aklını kullanabilen insanların kalbine ilahi mesaj ulaşmış ve iman o kalplerde bahar gibi açıvermiştir. Kuran ayetleri insanın akıl ve kalp mertebesine hitap etmektedir. İnsan nefs mertebesinde kalmayı seçtiğinde, akıl da, ‘ben durumumdan memnunum, değişmek istemiyorum’ demektedir. Oluşmuş kültürün etkisinde hareket ettiklerinde eğitim kurumları da kişilerin değişme ihtiyaçlarını engellemiş olacaklardır. İnsanı akıl mertebesine taşıyacak ve kişiyi Kuran’a muhatap kılacak olan soru sormaktır. Malum; soru sormak, düşünmeyi, anlamayı mümkün kılan biricik yoldur. Soru sorma her zaman en temel öğrenme şekli ve kişide değişimi mümkün kılan en önemli yöntemdir. Ayetlere akıl mertebesinde muhatap olmayanlar, dün de bugün de, oluşmuş kültüre bağlı (nefis mertebesi) tercih etmiş kişilerdir. Dünyada İslam’ı seçen insanların öyküsüne bakınca bunu apaçık görüyoruz: Oluşmuş zihni sorgulayan ve soru soran insanların aklı ancak onlarda değişimi mümkün kılmaktadır. Sonuç: Allah, akıllarını, iradelerini kullanan insanlarda değişimi mümkün kılar. Akıllarını kullananlar Allah’tan değişim izni almış olurlar: “Allah’ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. (O, akıl ve iradelerini Kuran’ı anlamak üzere hareket ettiren kullananlara iman nasip eder). Fakat akıllarını çalıştırmayanlara ise, şeytanı musallat eder, o pislikte bırakır.” (Yunus 100) Demek ki, kişi akıl mertebesinde hareket etmezse Allah’ın iznini almadığından imana ulaşamaz. Tahkiki iman, soru sormanın, araştırıp öğrenmenin bir sonucudur. Akıllarını kullanmayan, ön yargısına tutunan insanların kalpleri açılmaz. Çünkü soru anahtarı olmadan bu mümkün olmaz. Soru sormayan insanların hakikati görme yetisi körelir, vicdanları aydınlanmaz, kabiliyetleri körlenir. Allah Teâlâ, kullanılsın diye verdiği aklı kullanmayanı, nefis ortamında bırakır. Nefis mertebesiyse, kişide şeytan mertebesidir: kişinin Rabbini görmeyip kendini gördüğü ve ben ben diye tepindiği mertebedir. Bu, Kuran tespitiyle ‘pislikte’ kalmaktır. Pislikte, yani nefis çöplüğünde yaşamayı tercih etmektir. Demek soru sormayan, araştırmayan, ön yargısız bir şekilde anlamaya, öğrenmeye çalışmayan değişemeyecek ve pislikte kalacaktır. Kişi nasıl yaşarsa öyle de diriltilecektir, bunu da unutmamalıyız! M. Talat Uzunyaylalı