Piyasalar

Anadolu ve Fetih

Punto:
Bir zamanlar Ankara’nın iki merkezi vardı: Ulus ve Kızılay. Önce idare ve ticaret Ulus tarafındaydı, ötesi güneye doğru Yenişehir’di. Sonra hükümet binaları ve Meclis Kızılay tarafına taşında. Ulus’ta ticaret kaldı. Daha sonra Kızılay da ticaret merkezi haline geldi. Şimdi ne Ulus eski Ulus, ne de Kızılay eski Kızılay! Devlet (Milli Eğitim, İçişleri, Adalet ve Savunma bakanlıkları hariç) Kızılay’ın devamı olan Bakanlıklar bölgesini terk etti. Eskişehir yolunda her taraflarından sonradan görmelik akan tantanalı bakanlık binaları yapıldı. Artık Ulus’a, Hacıbayram ziyareti dışında pek işimiz düşmüyor. Geçenlerde bir dostla 1960’larda okuduğum Gazi Lisesine yakın bir yerde buluştuk. Böyle zamanlarda hatıraların nüksetmesi tabiî. Bir zamanlar Halk Kütüphanesi’nin bulunduğu Kediseven Sokağı’nı, Karyağdı Hatun türbesini seyr ü temaşa eyledik. Zaman akıp geçmişti. Kediseven eski bir sokaktan başka bir şey değildi. Buna mukabil Ankara’nın hanım evliyası Karyağdı Hatun’un türbesi ihya edilmişti ve hayli ziyaretçisi vardı. Bense gençlik yıllarımın semtinde yepyeni bir yapı ile karşı karşıyaydım. Melike Hatun Camii… Bu camiin minarelerinin gölgesi Melike Hatun’un kabrine kadar uzanıyordur muhtemelen. Kabri bizim lisenin hemen üstünde olduğu için sokağından geçerken çok Fatiha okumuşluğumuz vardır, Melike Hatun’a. Bir hayır sahibi Melike Hatun’u zamane erkânına hatırlatmış olmalı ki Hergele meydanına yapılan camiie isim aranırken bir hafıza tazelemesi yapıldı, beş asır sonra Melike Hatun yeniden hayatımıza girdi. Bu eski isimli yeni cami, eski Ankara’nın Hergele Meydanı olarak bilinen mahalline yapıldı. Hergele kelimesinin olumsuz çağrışımlarından hoşlanmayanlar zerafet olsun diye “Hergelen” meydanı derlerdi. Aslında şimdi burası Opera Meydanı olmalı. Türkiye’nin bildiğim kadarıyla tek opera binası buradadır. İstanbul’daki AKM’de bu maksatla yapılmıştı, ama bu bina bu şekilde anılmadı, meydan da zaten meşhur bir meydandı, Taksim Meydanı ismi kaldı. Opera veya Hergele meydanına yeni olmasına rağmen hayli güzel bir camii yapıldı. Klasik mimarimizi bilen çağdaş bir mimar, Hilmi Şenalp böyle camiler yapıyor, bu da onun eseri. Bu camii bana Mimar Sinan’ın Fatih’teki Mesih Paşa Camii’ni hatırlattı. O da ana kubbenin etrafında altı yarım kubbesi olan bir camiidir. Bu kubbelere yarım kubbe mi demeli, çeyrek mi, tartışılır. Üstad Sinan merkezi kubbeden yarım kubbeler geçişi daha yumuşak şekilde halletmişken burada bir altıgen geçiş var. Sinan orta ölçekli bir cami yapmışken, burada nisbetlerin büyütüldüğünü görüyoruz. Her neyse, camiin içinde günümüzün çini, hat, kalemişi süslemeleri ile ilgili birikimi görülebiliyor. Güzel örnekler camii güzelleştiriyor. Yeni ve güzel dedik ya, camiin yapılış yeri konusunda Osmanlı hassasiyetinin gözetilmediğini söylesek, kızan çıkabilir. Kastımız şu: Osmanlı’lar Selçuklu mimarî mirasının görünür olduğu şehirlerde onları gölgede bırakacak binalar yapmadılar. Konya’da en büyük Osmanlı camii Selimiye olmalıdır. O dahi Selçuklu eserleriyle yarışmaz. Ankara’daki en güzel Osmanlı camii Cenabî Ahmet Paşa’nın yaptırdığı Yeni Camii’dir. Mimar Sinan bu güzel eseri, neredeyse Hacıbayram Camiinin tam zıddı bir yere yapmıştır. En kısa anlatımla: Arada kocaman Ankara kalesi vardır! Şimdi Melike Hatun Camii eski Ankara’nın batı kenarındadır ve muhtemelen buraya yakın bir yerlerde dış surların İzmir kapısı vardı. Şehrin bu kesiminde hemen bu yeni camiin burnunun dibindeki Yenice Camii’nden başlayarak birçok cami ve mescid bulunmaktadır. Leblebicioğlu, Eskicioğlu, Kağnıcıoğlu, Örtmeli, İbadullah, Hacıdoğan ilk aklıma gelenler. Bu en yakınlardan birkaç yüz adım sonra Zincirli ve Hacıbayram Camileri vardır. Onlara yakın bir hayli mescid bulunur. Şu söylenebilir: Bu yeni camii bu tarihi cami ve mescidlerin bütün cemaatini içine alabilir. En büyüğü Hacıbayram olan bu camilerin birçoğu cumadan cumaya cemaatle buluşur. Acaba Melike Hatun’un açılışından sonra nasıl bir değişme oldu? Öyle sanıyorum ki, Hacıbayam dışındaki cami ve mescidler etkilenmiştir. Melike Hatun sırf cami değil. Altında çarşı, konferans salonu ve otopark var. Bu durumda binanın derinliğinin minarelerin yüksekliğinden daha fazla olduğu söylenebilir. Çarşıdan geçerken “Anadolu Fatihi…” başlıklı bir konferans afişi ile burun buruna geldim. “Anadolu fatihi” denilince zihninizde ne canlanır? Önce Alparslan ve Malazgirt savaşı. Sonra onun ve Melikşah’ın görevlendirdiği komutanlar: Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Mengücek Bey, Artuk Bey, Danişmend Gazi, Afşin Bey, Çaka Bey, Sökmen Bey, Saltuk Bey…İşte bunlar kısa sürede Diyar-ı Rum’u, yani Anadolu’yu Müslüman ülkesi haline getirdiler, bizim yurdumuz yaptılar. Komplekse kapılmayalım: Atalarımız hem güzel hem de muazzam bir iş yaptılar! İslâm’ın başlangıcından itibaren doğuya, batıya ve kuzeye yapılan seferlerle çok geniş coğrafyalar kazanılmış olmakla beraber Anadolu fethedilemedi. Bu ülkenin fethi adeta cedlerimizi bekliyordu! Onlar geldiler ve Bizans’ın ana topraklarını bizim ülkemiz yaptılar. Peki, konferansda ismi “İyad b. Ganem” olarak yazılan İyaz b. Ganm ne yaptı? Onun Anadolu’nun güneyinde gazaları var. Malatya’ya kadar ulaşmış, fakat onun fethettiği yer Cezire denilen, Dicle ile Fırat arasındaki bölge. Çoğu bugün Suriye ve Irak sınırları içinde… Anadolu’nun fetih destanının mücmel olarak Battalname’den okuruz. Battal Gazi bu destana göre Seyyid’dir, yani Peygamber soyundan. Fakat bu efsaneye sonradan Anadolu’yu fetheden cedlerimizin maceraları da karışmıştır. Hatta Danişmend gazi Danişmendname’de Battal’ın torunu olarak zikredilir! Velhasıl, cami konusundaki kafa karışıklığımız, tarih konusunda daha keskin görünüyor!