Piyasalar

Allah'a Yakınlık Kavramı Olarak: Miraç

Punto:

Allah soyut ve somut varlığı itibariyle Sonsuzdur, her şeyden her şeye daha yakındır. Eşya
O'nun enerjisi, yazılımı ve isteğiyle (kudret, ilim ve iradesiyle) birer dosyadırlar. O ise Ana
Dosyadır. Dolayısıyla her şeyden her şeye daha yakındır. Ne kadar varlık dosyaları varsa
O'nun bir ismidir. Yani belirtisidir. Öyle ise, yükselmek, değişik alemleri gezmek ve Allah’a
yaklaşmak demek olan miraca çıkmak ne demektir? Miraca çıkan peygamberlerin ne özelliği
var. Ve ne yaptılar da fizik-metafizik bütün alemleri gezdiler, Allah’a yakın oldular?
Not: Her peygamberin kendine göre bir ruhani seyahati ve fizik ve metafiziğiyle kâinatı
okuyuşu vardır, Allah’ın ehadiyet cilvesiyle müşerref olması gerçekleşmiştir.
 
İşte Sorunun Cevabı: Varlık, öz itibarı ile ilimdir, yazılımdır. Somut İlahi boyut olan Evren
de ağırlıklı olarak enerji (kudret) olmakla beraber, onda aktif olan ve yöneten ilim ve iradedir,
yani yazılım ve evrim (gelişme meyli). Bu ikisi ruhun da özüdürler. Yani kâinat ruhlu ve
canlıdır. Her yerinde hayat vardır, her yazılım bir melektir yani manevi bir dosyadır. (29. Söz)
 
Evet, miraç kâinatın soyut yazılımlarını ve manevi varlıklarını görmek ve yaşamaktır,
Allah’ın kainattaki o soyut yazılımlarına ve harika dosyalarına yakınlaşmaktır. Evet, kâinat
sonsuz bilgi işlem ve hafızaya sahip kuantum bilgisayarı gibi çalışıyor. Bu bilgisayarın başka
bir ismi de Âlemdir, âlem ilim kökünden gelir, anlam ve gerçeklik gösteren sistem demektir. 
İnsan da bu sonsuz bilgisayarın küçük çaplı ama yine de sonsuza yakın bilgi işlem
hacmine sahip bir dosyasıdır, bir âlemdir. İnsan yani Peygamber sonsuza yakın bu bilgi
işlemlerini geliştirince ve işletince kâinatın o sonsuz bilgi işlemine çok yaklaşmış olur. Bu
yaklaşmanın ifadesi kab-ı kavseyndir. Yani iki yay kadar yaklaşmak demektir. İki yay çok
yakınlık ifadesidir, yoksa bir yerin ve en son noktanın ismi değildir.
Namazda okuduğumuz El-Alemin (âlemler) kelimesinin birinci manası, insanlar denilen bu
küçük dosyalardır. (26. Mektup). Ve namaz, (ama gerçekten namaz) insanın o sonsuza yakın
olan bilgi işlemini açan onu manen miraca çıkaran, onu tam bir alem yapan bir hakikattir. (6.
Şua)
 
Evet, bu özerk dosyaların yaratılış amacı, Yaratılış Sistemine, sosyal hayatta sonsuz manalar,
teknik gelişmeler, aktiviteler, fenler ortaya koymak ve psikolojik hayatta sonsuz ilim,
düşünce, ibadet ve maneviyat katmaktır... Allah yaratılışta istediği şeyi artırıyor. (Ayet). Ve
en çok arttırdığı da insan eliyledir. Dünya kâinat karşısında çok küçük de olsa, insanın bu
yaptıklarıyla kâinatımızdan milyon kere milyon daha büyük olur. Çünkü asıl olan yazılım ve
manadır. Materyalistlerin kulakları çınlasın.
 
Başa dönersek; peki miraca çıkmak ne demektir? İşte miraç başka bir tabir ile velayet ve
Allah'a yakınlık şudur: İnsan hayatının ölümsüz olması, normal tabiat kanunlarının üstünde
daha manevi ve kaliteli bir hayat sürmesi için ve sonsuz olan Allah’ı tanıması O’na entegre
olması, ebedi bir hayatı hakketmesi için Allah peygamberleri seçer. Onlara varlığı, soyut ve
somut alemleri gösterir, onların ruhani lider olmasını sağlar ve onların ruhundaki sonsuz bilgi
işlemi çalıştırır…
Aciz, fakir bir mikroba yenilen fakat manen çok zengin olan ve insan denilen
ölümlü dosyaları sonsuz olan ve sonsuz kudret, ilim ve iradeye sahip olan, ölüm ve yıkım
onun için düşünülmeyen Allah'a (Ana Dosyaya) entegre ettirir.
İnsanın küçük aklından vazgeçirip onu sonsuz bir akla ve iradeye yönlendirir. Adeta kâinat
kadar varlığa sahip çıkartır. "Ben insanları ve cinleri sırf beni tanısınlar ve bana entegre
olsunlar diye özerk yarattım." (Zariyat Suresi.) İslam dini bu ameliyeye insan-ı kâmil olmak
der. İnsan-ı kamilin melekler gibi ruhani tasarrufatı olur.
 Amma: “İnsan gökleri kat ettikten sonra, Sidretül-müntehayı, Arşı geçip Kab-ı kavseyne
vardığında ancak Allah’ı görür” bilgisi ise, ya sahih değildir, mücessime ve müşebbihe olan
ve Allah’ı gökte, insan şeklinde düşünen Muhaddislerin uydurmasıdır veya rüya gibi
bilişsel bir yaşamanın ifadesidir. Nitekim Miraç da böyledir; bilişsel bir yazılımdır ve onu
yaşamaktır. (İsra suresinde Miraç olayına rüya deniyor.) Yani fizik ve metafizik alemlerde ve
ahirette gezmek ve görmek ve varlık katmanlarını ona okutmak, Hz. Peygambere yaşatıldı,
metafizik değerler ona gösterildi. Yoksa fizik olarak bir yerlere gitmek hem muhal hem
anlamsızdır. Burada fiziki sürat söz konusu değildir, sadece bilgi işlem hızı söz konusudur.
Evet, kainatımızın çapı olan fizik olarak 14 milyar sene ışık hızını birkaç dakikada kat etmek
muhaldir.
Hz. Muhammed’in Miracı
Miraç kelime olarak dolana dolana helezonik yükseliş veya yükseliş aracı demektir. Görünen
ve görünmeyen fizik ve metafizik âlemleri ilgilendiren bu ontolojik kavramı üç aşamada şöyle
anlayabiliriz:
a) Bu meselede birinci özne Allah’tır. İnananların çoğunun bildiği gibi Allah Kur’an’ın veçh
dediği öz varlığı itibarı ile madde ve mekândan, şekil ve biçimden münezzehtir. Kelam ilmi
tabiri ile O (c.c) mücerrettir. Kur’an Allah’ın varlığının bu boyutunu şöyle tarif ediyor:
Allah gökleri ve yeri çok güzel bir şekilde yaratandır. (Demek onun şekli olamaz.) Hiç onun
evladı olur mu? (Demek o maddi değildir.) Çünkü onun eşi hiç olmadı. (Demek madde ve
somut nesneler diyalektik süreç (cem-i ezdat) ile oluyor.) Allah ise, her şeyin yaratanıdır.
(Her şeyin biçim ve şeklini yaratandır.) Çünkü her şey, Allah’ın sonsuz ilminin yazılımı, form
ve takdiri ile varlığa geliyor. (6/101)
İşte bu sonsuz Allah’tır, geliştirmek için zıtlarla ve somut yaradılışla siz insanları ve varlığı
geliştiriyor (Rububiyet). Evet, Allah, zıtları ve sınırlı yaradılışı terbiye için var etmiştir.
Demek yalnızca Ona tapılır; çünkü başka her şey, onun kudretiyle şekil almış sınırlı şeylerdir.
Artık sadece Ona ibadet edin. Çünkü O, her şeyi koruyan ve yönetendir. (6/102)
O sonsuz ve soyut olduğundan gözler Onu göremez. Fakat O, gözleri görür. Latif ve habir
sadece O’dur. (6/103)
Latif, kaba ve somut olmayan demektir. Öz varlığı ilmî olan demektir. Fakat aynı zamanda O
habirdir de... Yani O, bu sonsuz soyut bilgisini gerçekleştirmede ve somutlaştırmada çok usta
ve üstündür. Evet vücud olarak her şey O’nun vücududur, çünkü somutuyla ve soyutuyla
O’nun varlığı sonsuzdur. Sadece sınırlı somut dosyalar olan eşya, nitelik olarak gayrdir, yoksa
varlık olarak her şey O’dur.
La Mevcude İlla Hu. (O’nun varlığından başka bir varlık yoktur.) Bu söz İbn Arabi’ye
aittir… Ne kadar soyut ve somut varlık varsa O’dur… Onu sınırlayacak bizi şirke sokacak
başka bir varlık yoktur, demektir. İnsan dahi irade olarak özerk de olsa varlık, kudret ve
vücud olarak Allah’ın o sonsuz varlığının devamıdır. İbn Arabi sözü bu manada söylemiş ve
haklıdır da.
Üstad Bediüzzaman’ın “İbn Arabi bu sözüyle kâinat hayaldir, demek istemiş, demesi”
yanlıştır. Çünkü o, varlığı hazerat-ı hamse olarak beşe ayırıyor ve hepsi de O’dur diyor. Evet
İbn Arabi somut varlığa Allah’ın hayali demiş, ama bu somutlaştırması manasındadır. Çünkü
Hayal soyut manaları ve rüyaları somutlaştırır. Füsus, Hz. Yusuf Fassına bakabilirsiniz.
b) Miraç meselesinde ikinci özne, bir insan olan Hz. Muhammed’dir. Bu da insan olarak,
böyle sonsuz ve soyut bir varlığı göremez. Ayrıca bütün kozmosu geçmesi için zaman ve hız
sınırları yetmez. Ve ayrıca Allah mekândan münezzeh olduğundan O’nu görmek için mesafe
kat etmek gerekmez. Peki, bütün bu gerçeklere rağmen rivayetlerin tasvir ettiği miraç
hadisesinin manası nedir? Varlığın ve dinin bu bilinmezini anlamamız için kadim
geleneklerden gelen bazı şifre sözlerin açılımını anlamamız gerekir; şöyle ki:
Allah vahidiyet ve letafet itibarı ile görünmez. Fakat külliyet ve kanuniyet üzere sayısız
noktalarda farklı çaplarda ehadiyet tecellisiyle görünür, ilgilenir; peygamberle evrensel
manada, varlıklarla şahsi manada konuşur. Hz. Muhammed miraçta Allah’ı gördü, sözünün
manası bu ehadiyet tecellisiyle Allah’ı gördü demektir.
Nitekim Bediüzzaman Miraç Risalesinde bu meseleyi cilve-i ehadiyet olarak Allah’ın zatıyla
görüştü şeklinde izah ediyor. Cilve-i ehadiyetle Zat-ı İlahiyi gördü, diyor. Bu ifade bütün
esma ve sıfatın, bütün ilim ve kudretin en geniş çapta müşahhas bir temsiliyle görüştü,
demektir. Yoksa sonsuz soyut boyutuyla Allah görünmez; En’am suresinin açıkça ifade ettiği
gibi…
c) Eğer, insanın bu cilveyi görmesi için bütün kâinatı ve gayb âlemini gezmesi mi gerekiyor
gibi bir soru sorulursa, cevap şudur: Hayır, Hz. Muhammed fizik olarak hiçbir yere gitmedi.
Belki geçmiş ve geleceğiyle zahir ve batınıyla bütün kâinat ona gösterildi, ona yaşatıldı, bütün
kâinatın bütün âlemlerinin mahiyet ve manası ona bildirildi, gösterildi, yaşatıldı. Bunların
içinde asıl gerçeklik ve varlık olan Allah’ı ve isimlerini en geniş şekilde gördü, sonsuzluğu
anladı, Allah’tan bütün insanlığı kurtaracak emirler getirdi.
Bu meseleyi biraz daha anlamak için şu beş söz üzerinde düşünelim: -Miracın mahiyeti
velayet demek olan İlahî yakınlıktır. -Miraç âlem-i gaybta ruhanilere ve meleklere gösterilen
bir Mucize-i Ahmediyedir. -Miraç gösterdi ki; en büyük velayet nübüvvettedir. -Miraç âlem-i
imkândaki (somut kainattaki) bütün varlık âlemlerini müşahede etmek, onların mahiyetini ve
manasını anlamak ve en sonunda âlem-i vücuba (soyut varlığa) varmaktır. (31. Söz) Haliyle
bu varmada yön ve mekân söz konusu değildir.
Hz. Peygamber imkân âlemindeki mesafeyi bitirdi, yer kalmadığından bir ayağını öbür
ayağının üstüne koydu (Kadı Iyaz, Şifa-i Şerif). Yani imkân dairesi denilen kâinat zıtlardan
oluşuyor. İnsanın sağ ve sol ayakları bu zıtların en zirve numunesidir. Zıtlar dünyasında ise,
sonsuzluk olmaz.
Fakat insan, ruhen ve kalben sonsuzluğu anlayabildiğinden vücub âlemine temas eder. O
âlemde madde ve mekân olmadığı için diyalektik sürecin bir ürünü olan ayaklarının birini
ötekinin üstüne koyar.
Evet, kim bu dünyada dahi zıtları, sağ ve solu sonsuzluk, tevhid ve mana potasında bir
yapabilse, o ulûhiyeti ve vacip (sonsuz soyut) varlığı anlar; hatta kalben görebilir. Demek
bütün bunlar bilindikten sonra artık miraç ruhanî miydi, yoksa hem ruhanî hem maddi miydi
veya bir insan nasıl bu sonsuz mesafeyi kat edebilir gibi tartışmaların gereği yoktur.
Evet, Peygamber kuldur; sonsuz olamaz, sadece sonsuza entegre olur. Nitekim ibadet
kelimesinin manası, birinin başkasına tabi olması yani entegre olması demektir. Köleye abd
denilir; çünkü köle efendisine tabidir. 1
Miracın Gölgesi Olan Velayet (Velilik)
Allah soyut ve somut varlığı itibariyle Sonsuzdur, her şeyden her şeye daha yakındır. Eşya
O'nun enerjisi, yazılımı ve isteğiyle (kudret, ilim ve iradesiyle) birer dosyadırlar. O ise Ana
Dosyadır. Dolayısıyla her şeyden her şeye daha yakındır. Ne kadar varlık dosyaları varsa
O'nun bir ismidir. Yani belirtisidir. Öyle ise O'na yakın olmak ne demektir? Halkın diliyle
evliya denilen zatların ne özelliği var. Ve ne yaptılar da O'na yakın oldular?
 
İşte Cevabı: Varlık, öz itibarı ile ilimdir, yazılımdır. Somut İlahi boyut olan Evren de
ağırlıklı olarak enerji (kudret) olmakla beraber, onda aktif olan ve yöneten ilim ve iradedir,
yani yazılım ve evrim (gelişme meyli.) Bu ikisi ruhun da özüdürler.  Yani kâinat ruhlu ve
canlıdır. Her yerinde hayat vardır, her yazılım bir melektir yani manevi bir dosyadır. (29. Söz)
 
Evet kâinat sonsuz bilgi işlem ve hafızaya sahip kuantum bilgisayarı gibi çalışıyor. Bu
bilgisayarın başka bir ismi de Âlemdir, âlem ilim kökünden gelir, anlam ve gerçeklik gösteren
sistem demektir. İnsan da bu sonsuz bilgisayarın küçük çaplı ama yine de sonsuza yakın bilgi
işlem hacmine sahip bir dosyasıdır, bir âlemdir. Namazda okuduğumuz El-Alemin (âlemler)
kelimesinin birinci manası, insanlar denilen bu küçük dosyalardır. (26. Mektup). Bu özerk
dosyaların yaratılış amacı, Yaratılış Sistemine, sosyal hayatta sonsuz manalar,
teknik gelişmeler, aktiviteler, fenler ortaya koymak ve psikolojik hayatta sonsuz ilim, düşünce
ve maneviyat katmaktır... Allah yaratılışta istediği şeyi arttırıyor. (Ayet). Ve en çok arttırdığı
da insan eliyledir.
1 Bu yazının hacmi miraç hadisesinin bütün olaylarının yorumunu verecek kadar geniş değildir. Sadece namazın
elli farzdan beşe inmesinin ve bu konuda Musa’nın Muhammed’e akıl vermesinin manasını yazmakla
yetineceğiz; şöyle ki:
Miraçta önce elli vakit namaz farz kılınır. Sonra, Musa’nın tavsiyesiyle, beş vakte indirilir.
Ben, bazı muhaddisler gibi, önce miraç hadisinin bu kısmını kabul etmiyordum. Fakat Risale-i Nurda şu gelen
cümleyi görünce, konuyu anladım. Daha önce de Tevrat’ta Musa’nın, şeriatı ve zahiri yasaları temsil ettiğini
görmüştüm. Risalelerdeki cümle şudur: Miraç batınen velayettir. Zahiren risalet ve şeriattır. Bu takdirde,
yukarıdaki hadisin manası şöyle olmuş olur: Batınen ve velayet itibarı ile aslında herkes günde elli vakit de
namaz kılsa, yine Allah’ın sonsuz nimetlerine karşı şükrünü eda edemez. Fakat bu durum, zahire göre,
beşeriyetimize göre, yasalara göre zorlaşabileceğinden Allah, şeriatı temsil eden Musa (şeriat yasası) ile namazı
beş vakit olarak kabul etmiştir. Ve hadisin sarahatiyle, her haseneye on sevap vererek yine elli vakit olarak
bizden kabul ediyor. Hulasa, gayb âleminin literatürü ve dili farklıdır. Rüya dili gibi yorum ve izah ister. Fakat
gelin görün ki, o âlemlere karşı ya gözümüz kapalıdır veya baygın düşmüşüz veya uyanık olduğumuzu
sandığımız halde aslında uykudayız.
Velayet ve Miraç mahiyet, yolculuk ve öz olarak bir oldukları için, her ikisine aynı delilleri
az farkla kullandım.  Okuyucularımın yanlış anlamamalarını dilerim.
Başa dönersek, peki Allah'a yakınlık ne demektir? İşte velayet denilen Allah'a yakınlık
şudur: 
Aciz, fakir, bir mikroba yenilen fakat manen çok zengin olan ve insan denilen
bu ölümlü dosyanın sonsuz olan ve sonsuz kudret, ilim ve iradeye sahip olan, ölüm ve yıkım
onun için düşünülmeyen Allah'a (Ana Dosyaya) entegre olmasıdır. İnsanın küçük benden
vazgeçip, sonsuz iradeye sığınmasıdır; adeta kâinat kadar varlığa sahip olmasıdır. 
Peki bu entegrasyon ve birlik nasıl sağlanır?
Evvela, varlığı iyi bilmek ve Allah'ı iyi tanımak ile (İman, düşünce ve ilim ile). Küçük
beninden vazgeçip sonsuzluğa yelken açmak, varlığa katılıp ona uyum göstermek. Yasal
yaşamak ve bu yasal yaşamanın şahsi dünyada küçük numuneleri olan ahlakı da yaşamak. Ve
bunlarda süreklilik kazanmak için zikir ve ibadet etmek.
 
Ayrıca: İnsan evrim sürecinin son meyvesi olduğu için beyin katmanlarında onlarca hayvani
dürtüler var. Din bu dürtülere nefs-i emmare diyor. Bu hayvani dürtüleri arındırıp soyut
değerlere yükselmek, velayetin birinci adımıdır.  Bu adıma din arınma manasında tezkiye
diyor.
 
Bu yakınlığı sağlamak üzere birçok yol, tarikat, meslek ve meşrep ortaya çıkmıştır. Acaba
hangisi en idealdir, diye sorarsanız; Kur'an beş ayette cevap veriyor. Allah'a yakın olan kişi ne
korkar ne de üzülür diyor. Eğer korkuyorsanız ve üzülüyorsanız bilin ki henüz yolcusunuz,
hedefe varmış değilsiniz. Veya yolunuz yanlıştır veya eksiktir. Evet varlığı ve işletim
sistemini tanımak, korku ve üzüntüyü giderir. Çünkü varlık ve sonsuzluğu idrak etmek başlı
başına bir cennettir ve varlığın işletimi tamamen iyiye ve hayradır.
 
Kur'an, bu hedefe varmak için üç adım attırır. 1) Sonsuz bir Allah'a inanmak. 2) Ebedi sonsuz
bir hayata inanmak. 3) Yararlı işler yapmak. (Topluma ve kâinata entegre olmak.) Bu konuda
bütün dinler eşittir (Bakınız Bakara suresi 62. ayet). Ve bu ayetten anlaşılan: Dinlerin de
tarikatların de testi, o yola girmiş insanda ne gelecek korkusu ne de geçmişin üzüntüsü
olmamasıdır.
 
Bu izahatın özeti şudur: Sonsuzluğu anlamak, Allah'ı soyut ve somut boyutlarıyla sonsuz
bilmek. Ve varlığın ruhu olan o sonsuz yazılıma entegre olmak, ikinci adımdır. Evet,
Sonsuzluk olmadan hiçbir ilerleme sağlanmaz. Çünkü sonlu, somut bir şeye entegre olup ona
tapmak kutsal da olsa bir putperestliktir.
 
Son Bir Not: Bütün bu şartları yerine getiren bazı zatlarda ruhani inkişaflar olur. Ama bu
ruhani inkişaflar amaç değil. Yasal ve ahlaklı yaşamak ve soyutuyla somutuyla sonsuz varlığı
ve ebedi hayatı bilmek yani bilge olmak velayet için yeterlidir ve asıl olan budur. Onun için
alimler istikametli yaşamak, kerametten üstündür, demişler. İstikametin içine ilmi donanım ve
yasal yaşamak da girer.  Ki bu maddi asırda asıl olan odur (Kastamonu Lahikası). Evet asıl
olan tahkiki iman ve istikamet ise de halkın velayetten anladığı birinci ruhani manadır. 
 
Arınma meselesi ise çok uzun sürer. Hem şekle önem vermeyen, ilmi esas alan ve sonsuzluğu
dile getiren muhakkik mürşitler, fazlasıyla kitaplarında izahat vermişler ve bil-fiil olarak
milyonlarca insanı o hayvani dürtülerden kurtarmışlar, onları arındırmışlar.

Bahaeddin Sağlam