Piyasalar

ACILAR İÇİMİZDE HEP CANLI MI KALIR?

Punto:

Eşini, ana-babasını veya evladını kaybeden yahut sevgilisinden ayrıldığında ölümden beter yanan insanlarda genelde şöyle tepkiler alınıyor:

“Sevdiğimin yokluğu, her geçen gün beni daha da çok mahvediyor. Hani sabırdı, hani zamanla azalacaktı acılar? Niye tersini yaşıyorum ben? Hayat çekilmez oldu. Buradaki sorun nedir, hiç bilmiyorum”
Bu sorunun net, bir tek cevabının olduğunu düşünmüyorum. 

Ayrılığa ve ölüme insanın verdiği tepki insan sayısı kadardır. Bu duruma 8 Milyar değişik yaklaşım olacaktır.

Çünkü bütün insanlar farklı yaratılmışlardır, farklı eğitilmişlerdir, hepsinin farklı dünya görüşleri ve inançları vardır. 

ACILAR NİYE VAR? ACI OLMAZSA OLMAZ MI? 

Olmaz.

İnsan acının çocuğudur. İnsanın hayata başlaması için doğması lazım. Her doğum sancılı olur. Onu en iyi anneler bilir. Sancıyı annelerin elinden almamak lazım! Onun için sezeryana hayır diyoruz. Anneler, annelik bilgeliğinden mahrum edilmemelidir. 

Hayat bir acı ile başlanılan yolculuktur.

Bilgelik ağacının tohumu acıdır.

İnsanlık tarihinde ne kadar bilge varsa, acılarla doğru orantılı olarak bilgedir.

ACILAR İMTİHANDIR

Dünya imtihan dünyasıdır, acılar imtihanın yan tesirdir Zaafların, meziyetlerin yan tesiri olduğu gibi.

Allah insana acı çektirmek istememektedir. Allah insanı imtihan etmek istemektedir. İmtihan da acısız sonuç vermemektedir.

İmtihan olmazsa olmaz mıydı? Asla olmazdı. 

İmtihan olmasaydı, aklın, iradenin, seçmenin, ilahi yargılamanın, ödül ve cezanın, cennet ve cehennemin, iyi ve kötünün farklılığı kalmazdı.

Bunlar olmadığı zaman geriye insan kalmaz; belki ruhsuz varlık olan hayvan kalır.

İnsanın hayatından imtihan vardır. İmtihan insana, insan imtihana yakışır.

ZORLAN VE KEMALE DOĞRU YÜRÜ

İnsan kemale doğru yürüyen varlık. İnsanların ruhları çocuk olmazlar. Çocukların ruhu da çocuk olmazlar. Peki, ruhlar ne olurlar? Ham veya yetkin olurlar.

Bazılarının kendileri 60 yaşına gelir, ama ruhları hala hamdır. Onlara “Ham Ervah” derler; olgunlaşmamış ruh…

Ruhu olgunlaştıran ateş, acıdır.

Tekâmülün bir sırrı var. Nedir o? Tekâmülün sırrı zorlanmaktır. 
İnsanlık, beşerlikten bu yana geçen 4 milyon yıllık süreçte ne kadar yol kat etmişse, zorlanarak kat etmiştir.

Beyinin gelişmesi zorlanma ile olur. Zorlanmayan insan beyin küçülür, bir müddet sonra geriye hayvan beyni kalır. 

AVM’lerde yürüyüp, doğanın engebeli şartlarında dolaşmayan çocukların denge organları yeterince gelişmez. 

Her zorluk insana bir sıçrama yaptırmıştır.

Kahhar sıfatının tecellisi budur. Rabbimiz insan büyüsün diye Kahhar diye bir sıfat edinmiştir. “Ey insan zorlanarak er”.   

Rabbimiz diyor ki; “Seni tam kıvamında yarattım, sonra yolun başına koydum. Bu yolu sen kat edeceksin. Ben seni doğru yola yöneltirim fakat dolmuşa bindirip götürmem”.

Siz kendi tercihinizi kendiniz yapacak, kendi yükünüzü kendiniz çekeceksiniz. Fakat Allah size yol göstermeye devam edecektir. Hidayet budur. El Hadi (Rehber) güzel isminin yansıması da budur. Kur’an da sadece rehberdir. 

Ancak bu yolda acılar da vardır. 

ACI ÇEKİYORUM O HALDE VARIM

Böyle de demeyiz. 

Acıyı Müslüman kutsamaz. Acı bir sonuçtur, sonuçlar kutsanmaz. Müslüman sonuç odaklı çalışmaz, emek odaklı çalışır.

Müslüman çileci değildir. Doğu çilecidir. Batı zevkçidir, hazcıdır. 
İslam ise harika bir yerde durur. Tam denge noktasındadır. 

Acıyı kutsamıyoruz, fakat varoluşsal farkındalık istiyoruz. 

Acı bizim için cevher değil, arazdır.

ACILAR OLGUNLAŞMA ARACIDIR 

Koruk olgunlaşınca üzüm olur. Üzüm olgunlaşır pekmez, sonra pestil olur. Koruktan pestile ne kadar aşama var.

İnsan da böyle… İnsan koruk olarak doğar, üzüm olmak istiyorsa güneşe maruz kalmak zorundadır. Olgunlaşmak istiyorsa bütün aşamaları geçmelidir. 

Tatlanmak istiyorsun ama acı çekmek istemiyorsun. Güneşe de çıkmayacaksın. Nasıl olacak peki? İlahi bir sünnet bu... Tatlanmak istiyorsan acı çekmek zorundasın.

Acı çekerek tatlanmalısın, Allah sizi tatlandırmak istiyor. Allah sizi arındırmak, temizlemek, saflaştırmak istiyor. Siz arınmak istemiyor musunuz?

Acıların adamları var, adamların acıları var. Peygamberler adamdılar, Rical idiler. Hepsinin de ne büyük acıları vardı.
Kaç rafine adam tanıdımsa, hepsi de mustarip idiler. Acıların çocuklarıydılar.

Âlemlerin ıstırabını çekmeden âlemlere rahmet olunamaz.

ACILARIMIZI YÖNETMEK

Acıyla baş etmenin yolu, onları yönetmektir.  

Acılar ikiye ayrılır: Yönetilen acı, yöneten acı. Yönetilen acı tatlıdır, yöneten acı acıdır.

Acıları nasıl yönetiriz? Sabır ve tevekkülle... Akıl, irade, vicdan ve şuur ile iman ile… 

Acıları Allah ile yönetmek lazım. Esmai Hüsna acıları yönetmenin bir başka adıdır. Acılarını O’nun güzel isimlerine arz etsen ya…

99 ismi anlamlarıyla önüne koy ve hangisi ile acılarını yöneteceğine kendin karar ver (Facebook sayfamda bu isimler anlamlarıyla birlikte var. İsteyene özelden gönderirim). 

(İlgili Bazı isimleri yazıyorum: Rahman, Rahîm, Vedud, Hakîm, Hallak, Hâfî, Hayr, Kerim, Velî, Ber, Mevla, Karîb, Mucîb, Kefil, Fettah, Kâfi, Selâm) 

“Hasbunallah ve Niğmel Vekil” (Allah bize yeter. O ne güzel Vekil’dir). İbrahim Nebi böyle yönetti acılarını. Vekil ismi üzerinden acı yönetmedir bu. “Hasbunallah” demek; “Allah yokmuş gibi konuşmamalısın”  demektir.

Yakub üzerinden Yusuf suresinde acıları yönetme dersi veriliyor: “Ben şikâyetimi, hüznümü Rabbime arz ediyorum diyor”. Siz derdinizi ve hüznünüzü Allah’a arz ettiniz mi? Haydi Yakub’laşın…

Acıları yönetmenin ödülü: Acılarımız hocalarımız olur.

Acılarını yöneten acılarının efendisi olur. Acılarını yöneten mutlu olur.

Acılarını yöneten nefsine esir olmaz; şefkati nefretine galip gelir.

ACISI OLMAYAN ADAM YOKTUR, VARSA DA ADAM DEĞİLDİR

Hepimiz acı çektik. Allah’ın hazinesinde öyle acılar var ki… Allah korusun. Acılar görecelidir. Herkesin acısının büyüklüğü ve şiddeti kendine göredir. Herkesin acısı büyüktür. Çok büyüktür.  

“Takatımızın ütünde bize yük yükleme Ya Rabbi (La yükellifullahu Nefsen İlla Vusaha”. Allah tarafından öğretilen duadır bu. 

Acısız bir hayat yoktur. Çünkü hayatta her durumda bir ters durum vardır.

DERDİNİ SEV 

Derdini sevmek işin yarısıdır. Diğer yarısı da sevilecek derdinin olmasıdır.

“Allah; dertlerini kendisine arz eden ve dertlerini paylaşanların dertlerini satın alır”.

Dert ezeli kontenjandır. Derdin olacaktır. Bundan kurtuluş yok. 

Nefsinin, içgüdülerinin peşine takılarak derdini dolduracaksan çok dert var. Çektiğin de yanına kalır.

“Adamı adam yapan sevinçleri değildir, adamı adam yapan acılarıdır”

Sadi Şirazi: “Derdi olmayan adam yoktur, varsa da adam değildir”

ACILARIMIZI HOCALARIMIZ YAPMAK

Bazıları zanneder ki Allah dünyadaki rolleri dağıttı. Allah rolleri dağıtmamıştır, tanıtmıştır. Senaryoda her rol var. Seç beğen al. Nemrut da var İbrahim de, Firavun da var Musa da. Buyur seç.

Dert kontenjanınız var; ister Nemrutlukta, ister İbrahim’likte tamamlayın. 

Acının tadı çıkarılır mı? Çıkarılır ya…

Kanser misiniz? Günleriniz sayılı mı? Tadını çıkart. “Elhamdülillah kanserim de” güle güle git cennete.

Acı kendisinden istifade edilmiyorsa acı, ediliyorsa tatlıdır.

“Ben bu acıya dayanamam”: Allah yokmuş gibi konuştu.

“Ben bunu hak etmedim”: Allah yokmuş gibi konuştu.

“Beni mi buldu?”: Allah yokmuş gibi konuştu.

“Ben şimdi ne yapacağım?” Allah yokmuş gibi konuştu.

Şu ayetleri tekrarlar mısın?

Allah var. “La tahzen inellahe meana (Tevbe 9:40)”. Hüzünlenme Allah bizimle.

Allah var: “İnne Maiye Rabbi se yehdin (Şuara 26:62)” Rabbim bizimledir, bir çıkış yolu gösterir. 

KORKU VE UMUT ARASINDA DEĞİLSİN, UYARI VE MÜJDE İLESİN

Bu Kur’an’ın devrimidir: Uyarı ve Müjde.

Kurana karşı devrim: Korku ve Umut...

Uyarı başka bir şey, korku bambaşka bir şey...

Allah’ın dini, anlam üzerinden üst beyne hitap ediyor. Uyarı üst beyne, kortekse, yani insana hitap etmektir. 

Mistik paralel din ise, korku üzerinden alt beyine hitap ediyor. Yani Limbik sisteme, hayvan beynimize… 

Korku 4 milyon yıl öncesinden getirdiğimiz bir şey. Hala insanoğlu gök gürlemesinden, şimşekten, yıldırımdan korkar. Limbik sistemde, alt beynimizde kaç milyon yıldan beri çok yaşamış olduğumuz deneyimler hala yaşar.

Korkuya hitabedenler, bizi hayvana evirenlerdir. Allah; “Kalk ve korkut değil, Kalk ve uyar” diyor. 

Peygamberler korkutucu (Havf) değildir. Nezirdirler, Uyarıcıdırlar.
Uyarmak için bilgi gerekir, korkutmak için gerekmez.

Uyarmak için kişilik inşa edilir, korkunun amacı kişilik değil, kimlik inşa etmektir. 

Korkutursun bir kimlik verirsin, artık o kimlikle alırsın satarsın.

Bu insanı hayvan sürüsü yerine koymaktır. Beşer hayatına geri dönüş…

ACILI ANIMIZDAN NASIL KURTULURUZ? 

Mesela Hallak ismi ile…

Allah seri ve hızlı yaratandır (Hallak). 

HALLAK, Allah’ın güzel isimlerinden biridir; her daim yaratan, yaratma işini kendisine meslek edinen demektir.

Allah bir kez yaratıp bırakan değil, yarattığını her daim yaratan ve her yarattığında aynı titizliği gösterendir. 

Epidermis, kan, bağırsak hücreleri vb hücrelerin her an yenilenmesi ve atomdaki elektronların hareketinin seri yaratılmaya ihtiyacı vardır.

Kim bilir, belki de ışığın dalga veya parçacık olarak gelişinin arkasında yatan sır budur (Kuantum Fiziği).

Görme ve işitme olayının kesintisiz bir süreç değil, biz fark etmesek de kesintili ve ardı ardına bir süreç oluşu, tekrar tekrar yaratılışın bir yansıması olsa gerektir.

Belki sürekli var olarak gördüğümüz ve kabul ettiğimiz katı maddeler de, bizim fark edemeyeceğimiz bir sıklıkta bir tekrar tekrar yaratılışın tecellisine medar olmaktadır.

Sinema filmlerini düşünün: Saniyede 25 kare oynadığında canlı gibi seyrediyorsunuz. Allah’ın yaratma hızı saniye de kaç defa olabilir. Işığın hızı, elektronların hızı saniye 300.000 km’dir. 

Hallak’ın halk edişi öyle seri olmaktadır ki, biz onu kesintisiz bir süreç gibi algılamaktayız. Hallak’ın tekrar tekrar yaratılış sıklığını ve aralığını ölçmek, bizim için belki de muhaldir. İmkânsızdır. 

İşte şu ayet bu hakikati haykırmaktadır:

“Göklerde ve yerde bulunan her varlık O’na muhtaçtır. O hayata ve varlığa dâhil her işe her an müdahildir (Kulle yevmin hüve fi şe’ni) (Rahman 55 :29).”

Sanki mahlûkat, Rahman’ın nefesi sayesinde nefes alan bir canlı gibidir. Işığın bazen parçacık, bazen dalgacık tezahürleri göstermesinin sebebi de, tecelliler arasındaki değişmedir. 

HALLAK’A İMAN EDEN UMUTSUZ OLMAZ

Hallak olan Allah’ın her yaratışı, bir önceki yaratışından farklıdır. İki yaratış birbirinin aynı ise, bu iki değil tek yaratış olur. 

Umut dediğimiz geleceğe dair tüm beklentiler, Hallak isminin tecellisidir. 

Bunu anlamak için bir sual sormak lazım:

Sual : Umudunu kimler kaybederler? 

Cevap : Anı mutlaklaştıranlar.

Sual : Anı kim mutlaklaştırır?

Cevap : Her an yeniden yaratan bir Hallak olduğuna kalbi yatmayanlar. 

O halde Allah’ın Hallak olduğu bilgisi, umutsuzluğa düşmemek için zaruri bir bilgidir. 

Allah’ın Hallak olduğunu bilen ve buna inanan bir mümin, içinde yaşadığı anda ne kadar acı çekiyor olursa olsun, ne kadar kötü durumda bulunursa bulunsun, ne kadar büyük bir mahrumiyet ve mağduriyet yaşarsa yaşasın, asla umut kesmez. Umut kesmez, çünkü o anı mutlaklaştırmaz. 

Anı mutlaklaştırmak, bir anın tüm anları ve zamanları kuşattığını düşünmektir. Bu, ana MUHİT sıfatını vermektir ki, bu sıfat Allah’a aittir, zamana ait değil. MUHİT her şeyi kuşatan demektir.  Kim MUHİT sıfatını Allah’tan başkasına yakıştırırsa, O’ndan rol çalmaya yeltenmiş olur.

KENDİNİ ANA MAHKÛM ETME, HAPSETME!

Bunun cezası ise, kendi kendini icat ettiği sanal zindana hapsetmektir. Başkalarının mahkûm ettiği kişinin kurtulma şansı vardır da, kendi kendisini mahkûm edenin yoktur. 

Başkasının kölesi olanın özgür olması mümkündür de, kendi kendisinin kölesi olanın özgür olması mümkün değildir. 

ANI MUTLAKLAŞTIRMAK, VERİLİ DURUMU DEĞİŞMEZ İLAN ETMEKTİR. 

Verili durumun değişmezliğini tasavvur eden biri Allah’a inanıyorsa, o kesinlikle Hallak olan Allah’a inanmıyordur. 

Allah’ın Hallak sıfatına iman etseydi, o’nun her an hayata aktif müdahil olduğunu bilir ve “dur bakalım bir sonraki anda Hallak ismi nasıl tecelli edecek” diye vahyin uyarısı ile müjdesi arasında mekik dokuyarak derin bir merak içinde beklerdi.

ANI MUTLAKLAŞTIRMA!

Allah’a asi Firavun’un, Firavun’a asi mümin bir karısı vardı: Asiye. Asiye işkence altında inim inlerken ana mahkûm olsaydı kaybederdi. Asiye öyle yapmadı. Anı mutlaklaştırmadı, anı ahirete olan imanıyla o andaki sıkıntılarını küçülttükçe küçülttü. Ve işkence altındaki Asiye anın içinden değil, ahiretin içinden, cennetin içinden şöyle konuştu: 

“İşte o zaman o şöyle yalvardı: “Rabbim! (Firavun sarayını alsın başına çalsın) sen de katında cennette bana cennette sade bir köşk yap ve beni Firavundan ve amelinden ve şu zalim kavimden kurtar! (Tahrim 66 :11)”

Allah Resulü, hayatının en zor anlarından biri olan Sevr’deki anını asla mutlaklaştırmadı. O, Allah’ın Hallak olduğuna öyle inanmıştı ki, şu muhteşem sözü söyleyebildi: “Korkma ya Ebu Bekir. Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki?”

İşte bunun içindir ki, Hallak’a iman edenin umudu tükenmez.

RAHMAN HEP SENİNLEYDİ

Allah Rahman’dır. Sınırsız rahmet, merhamet ve şefkat sahibidir. 

O’nun Rahmeti her şeyi kuşatmıştır (Araf 7:156  ). Rahmanın rahmetinin dışında kimse bulunmaz.

Allah’ın gazabında bile rahmet vardır. Senin başına gelen o en kötü olayda bile Allah, Rahman ismi ve bütün rahmetiyle seninleydi. 

Çünkü O, rahmeti kendi nefsine yazmıştır (Enam (6:12). Kendisine borç kılmıştır, vazife bilmiş, farz ve ilke edinmiştir, Allah’ın rahmeti dışında kimse kalamaz.

Allah’ın rahmeti o kadar garanti ve kesindir ki, boynuna hiç bir şey borç olmayan, hiç bir şeyi kendine farz kılmayan Allah, rahmeti kendisine borç kılmıştır. 

Şu anda ve her zamanda Allah’ın rahmetinin seninle olduğunu asla unutmamalısın.  

Rahman bu dünyada da, ahirette de seni ve herkesi rahmeti ile kuşatır. Mümini, münkiri, evliyası, eşkıyası buna dâhildir.

HAYAT SAHNENİN OYUNCULARINA TEŞEKKÜR ET 

Bu dünyayı senin sahibi olduğun ve yönettiğin bir tiyatro sahnesi kabul et. Senin başrolü oynadığın bir hayat oyunu olsun bu. Oyunda değişik rollerde başka oyuncular da rol alacaklardır. 

Onlara senin oyununda rol aldıkları için öncelikle teşekkür etmeli ve mutlu olmalısın. Onların oyun sürelerine sen karar vermiyorsun. Hiç gelmeseler mi iyiydi, yoksa kısa veya uzun rollerde birlikte olmanız mı daha iyi?

İyi ki gelmişler değil mi? Az veya çok seninle aynı sahneyi paylaşmışlar değil mi?

Bunun için Allah’a şükretmelisin. 

Ve onlarla aynı sahneyi bir daha hiç paylaşmayacaksın. 

ALLAH’A HEP HAMD ET (ELHAMDÜLİLLAH DE) 

Şuurlu varlıkların tesbihi olan Hamd, övgü-sena demektir. Hamd yalnız Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiç bir varlık hamde layık değildir. 

Hamdin şükürden farkı, Allah nimet verdiğinde insan şükreder, nimeti aldığında hem şükreder, hem Hamd eder.  Yani Hamd, her durumda Allah’ın övülmesidir.

Nimet alınınca niçin Hamd edilir?

İşin özü burada yatıyor:

1. O nimeti Allah bir lütuf ve ihsan olarak verdi. Bir hak olarak değil. Lütfunu artırıp eksiltmek lütuf sahibinin bileceği bir iştir. Onun için Hamd edilir.

2. Nimeti alan, verenin kendisidir. Dilerse yeniden daha iyisini verecektir. Onun için Hamd edilir.

3. İstese daha büyüğünü alabilirdi, mahrumiyetimiz daha büyük olabilirdi. Daha büyüğünü almadığı için Hamd ederiz.

4. İnsanın sadece varlıkla değil, yoklukla da sınanabileceği bilinciyle Hamd edilir. Veren de o, alan da o olduğu için Hamd edilir. 

5. Parçayı görenin bütünü görene teslim olması gerektiği için Hamd edilir. Parçada kötü görünüp acı veren, bütünde ebedi mutluluğun vesilesi olabilir.

HAMD NASIL EDA EDİLİR? 

“Elhamdülillah” dilin Hamdi’dir.

Kalbin Hamdi iman, organların Hamdi taat, aklın Hamdi tefekkür, hayatın Hamdi onu doğru yolda geçirmektir. 

Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığı hiçbir şekilde ödenmez. Onun için kul Hamd eder ve susar. 

“Sana borçluyum Allah’ım” der ve cennete gider (Nisa 4:147”

ALLAH ALMAK İÇİN ALMAZ, VERMEK İÇİN ALIR

Allah El Hayr’dır. O’ndan asla kötülük ve şer meydana gelmez. 

Üstelik Allah kullarını sınırsızca sever (Vedud).

Allah sizden bir şey almışsa, onu almak için almamıştır. Allah sizden onu alıp da ne yapacak? O’nun bir şeye ihtiyacı yok ki…

Allah’ın onu sizden almasındaki hikmeti kavramaya çalışın; “Vardır bir Hikmeti” deyin.

Hayatınızda daha güzel bir başka dönem açılması için almıştır.

ALLAH İLE RAZILAŞ

Rıza; Allah’ın sadece vermesine değil, vermemesine de rıza göstermektir. Hz. Ali: “Ben O’nun Allah olduğunu istediğim her şeyi vermediğinden anladım.” 

Allah’tan razı olmadan, Allah senden niçin razı olsun ki. Allah’tan razı olmak Hamd’dır. 

Allah’ın senden razı olmasını istiyorsan, önce sen Allah’tan razı olmalısın. Bu ayetler, “Sen Allah’tan razı, Allah senden razı olarak” anlamını taşır. “RAZIYETEN MERZİYEH”, “RADITALLAHU ANHUM VE RADU ANHU” 

SALİH KUL OL!

Salihat sorumluluk bilinci yüklenmektir. Salih kul, dünyaya görevli olarak geldiğine inanır. Toplumdaki her bir varlıktan kendini sorumlu tutar. Dünyadaki misyonunu, atanmış bir Yeryüzü Halifesi olarak kabul eder (Allah’ın halifesi değil). 

Sonra da özetle hayatını aşağıdakileri yapmaya adar:

1. İfsat edici değil, ıslah edici olur.
2. Yıpratıcı değil yenileyici olur.
3. Hasta edici değil, iyileştirici olur.
4. Savaştırıcı değil barıştırıcı olur.
5. Geriletici değil geliştirici olur.
6. Çirkinleştirici değil, güzelleştirici olur.
7. Pasif iyi değil, aktif iyi olur.
8. Kendine iyi değil, toplumun tamamına karşı iyi olur.
9. Bencil değil, bizcil olur.

Sen de Salih kul olmalısın. Yoksa ziyanda olursun (Asr Suresini Netten izlemeni öneririm)

İNŞİRAH SURESİYLE MOTİVE OL (8 Ayet)

Bu mübarek surenin doğrudan senin için özel indirildiğini kabul et.
Her bir ayete teker terker cevap ver: 

1. Senin gönlüne ferahlık vermedik mi? 
2. Ve yükünü sırtından kaldırmadık mı? 
3. Ki o yük belini iki büklüm etmişti!
4. Ve senin şanını yüceltmedik mi?
5. Sözün özü: Kolaylıklar arasında bazen zorluklar olabilir.
6. Evet, evet; Muhteşem kolaylıklarla beraber küçük zorluklar olabilir.
7. Şu halde, her zorluğu aştığında yılma, artık başka bir işe giriş!
8. Ve (yüzünü) yalnız Rabbine özlemle dön; artık hep (O’na) meylet!

SONUÇ: ACI İLE BİRLİKTE YAŞANIYOR 

Acıya tepki vermenin ve acıyla baş etmenin bir tek yolu var: Acı ile birlikte yaşamak…

Giden veya yok olan birinin boşluğunu, bir başkasıyla doldurmak tavsiye edilmez. Çözüm de değildir.  

Nietzsche’nin Akıl Hocası Arthur Schopenhauer “Acıyla baş edilmez. Acıyı yenmenin en iyi yolu ölmektir” der. Nietzsche ise, “Acıya karşı insanın ölmesi tepki değil, tepkisizlik” der. “Çözüm, acıyla beraber yaşamak, mücadelede direnç göstermek, sabrı savaş aracı yaparak ezilmemektir” 

Acıyı yok etmek için pek çok yöntem denenmiştir. Bu yok etme yöntemlerinin hiçbirisi iyi değildir, hepsi kötüdür. Acıyı yok etmeye çalışmak, işe yanlış yerden başlamak demektir. 

Alkol, ya da uyuşturucu ile acıyı yok etmeye çalışmak bile bile intihar etmektir. Yahut günde 4 paket sigara içmek veya unutmak için kendini yemeğe verip tıka basa yemek yiyerek aşırı kilo almak da bir çeşit intihardır. Olayın aslını örtmektir.

İnsanı çürüten bir takım kötü alışkanlıklar acıya bakış açısı kaybettirir, hedef şaşırtır ve sonra da insan bocalar durur. 

BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİR

“Acıdan kurtulmalıyım”. Böyle bir şey yok. Bundan vazgeç ve bu bakış açını değiştir.  

Kendine yeni bir sabır biçimi bul. Bu bir motivasyon olabilir, meşgale olabilir, yeni bir üretim yolu olabilir. 

Sabah yatakta uyandığında seni bekleyen bir sürü işin olsun. 

Yaptıklarından ücret de bekleme. Allah’tan ecir gelecek zaten. 

Gözyaşı dök veya çılgınca kahkaha at, yani ağla. İnsan her ikisinde de ağlar. Gözyaşıyla birlikte atılması gereken asitlerden kurtulur. 

Derdinin küllenmesine izin ver. Bırak artık onu. Küllenmeli o… 

Küllenmeye izin vermiyorsun ki… Aslında o yara çoktan kapandı. Ama sen o yaraya gözün gibi bakıyorsun. Sürekli besliyorsun. Yaranı külle ve küllerinden iyilik doğduğunu göreceksin. Yaranın külleri harika bir iyilik kaynağıdır. 

Acının meyvesi acı, tohumu tatlıdır.

Acılarımızı hocalarımız yapan Allah’ım. Bize Hallak isminle her an yansıyan ve kötü anımızı sürekli değiştirip yeni zamanlar eden Allah’ım. Biz Seni sınırsızca övüyor ve çok seviyoruz.

Hayırlar diliyorum
Ankara, 11 Ocak 2022
Prof. Dr. Orhan Arslan