Piyasalar

25 Mart Melâli

Punto:

İşte bu gün, bu saatler içinde ve bu havada oldu olan.  ..Ve yiğitlik ve asâlet ve merhamet ve adanmışlık ve hasbîlik... Gitti... Dönmedi...
"Dörtnala bir deli tay geldi geçti..."

Kıymetli Ülküdaşlarım,
Bu yazı, " 25 Mart Melâli"  için yazılmıştır.
Biraz uzuncadır.
Bu " Melâl"in hatırına, benim sıkıcı üslûbuma katlanacağınızı biliyorum ve peşinen  helâllik taleb ediyorum.

MUHSİN BAŞKAN BİR “TATLI SÖZ” İDİ

Sivaslı Yazıcıoğlu sülalesinden Halit oğlu Muhsin Bey, muktedirler tarafından keşfedilmesi ve tercih edilmesi arzu edilmeyen bir “tatlı söz” idi. Karanlık, kirli, paslı, sisli ve puslu bir tarafı yoktu. Berrak ve kristal bir cam gibiydi. Zira tatlı söz cam gibidir. Ya size ışık verir, önünüzü rahat ve berrak görürsünüz ki, bu sizin “hasbi” oluşunuza bağlıdır. Başkasına mânâ veren bir mânâya sahip olanın “söz”ü; onu duyan kulak ve kavrayacak olan zihin ile de alakalıdır. Sağlam tohum çorak tarlada, çürük tohum kuvvetli tarlada neşv ü nema bulmaz tabii ki. Tatlı söz, bazen de elinizi keser, kanınızı akıtır ve kan kaybedebilirsiniz. Canınızı çok yakar. Hayatınızı karartabilir. Bu da sizin “hesabi” oluşunuzla alakalıdır. Karşılaşılan her zorlukta, her engelde, her başarısız oluş anında kâr-zarar hesabı yapılırsa, bizim kadim kelamcılarımızın “bir musibetin tasavvuru vukuundan eşed olur” kavlince dünyanızı karartabilir o tatlı söz.
İşte o “ tatlı söz”de ışığı görenler, O’nu hiç terk etmedi. O da, onları terk etmedi. Zira bilinmelidir ki, yüksek fikirler, büyük ülküler yüksek seciyeli insanlara giydirilerek başarılı hale getirilebilir. Eli kesilenler, kan kaybedenler yani “hesabi” olanlar ilk durakta terk etmeye başladılar. Yola birlikte çıktığı “yol arkadaşları” mukavemetsiz çıkıp da kendisini birer-ikişer terk ettiklerinde sadece hüzünlenmiştir. Ama haklarında ve aleyhlerinde kötü düşünmemiş ve konuşmamıştır. En azından ben duymadım. Benim duyduğum en ağır sitem: “ Gardaş! Ne yapalım? Bir zamanlar çocuğunu kucağımıza alıp, sevdiğimiz adam hakkında ne diyelim?..” Olmuştur.
Sivaslı Yazıcıoğlu sülalesinden Halit oğlu Muhsin Bey, Yusuf’un kuyuya atıldığını duyduğunda veya gördüğünde; kimse var mı diye önüne-arkasına, sağına-soluna bakmadan ve gelebilecek tehlikenin hesabını yapmadan o kuyuya atlayanlardandı. Ancak kendisi o “kuyu”ya atıldığında, O’nu kuyudan çıkarması gerekenler o “kuyu”dan korktular. Hangi hesapları yaptılar bilemiyorum ama başlarını yorganın altına soktular, öyle kalakaldılar… Ve hâlâ çıkaramıyorlar.
Sivaslı Yazıcıoğlu sülalesinden Halit oğlu Muhsin Bey, bu cihana sahip olmaya değil, şahit olmaya geldiğine –cidden- inananlardandı. Ceddimiz Kayı boyu beylerinden Osman Bey’in zamanına uygun olarak bıraktığı mirasa mümasil zamanımıza uygun bir dünyalık bırakmıştır. Şehadetinden sonra yatları, katları, köşkleri, yalıları, yurtiçi ve yurtdışı bankalarda “sırdaş” hesapları çıkmamıştır. Bu dünyaya “sahip olmaya” geldiğine inansaydı eğer dünyalık olarak nelere sahip olmazdı ki… Zira haddini bilenlerdendi. Biliyor ve görüyordu ki, haddini aşanlar zıddına dönüşüyorlar. Etrafımıza baktığımızda, o cinslerden mebzul miktarda görebiliyoruz.
Sivaslı Yazıcıoğlu sülalesinden Halit oğlu Muhsin Bey, bir “kahraman” değildi. Ama bir “yiğit”ti. ( ” Kahraman” bir olaydaki yeri en önemli olandır. Bir savaşın, bir olayın, bir romanın, filmin, hatta bir ekonomik sektörün “ kahraman”ı olur, “yiğit”i olmaz. “ Kahraman” üstün güç ima eder,” büyük, en büyük” gibi sıfatlarla derecelendirilebilir. “ Büyük yiğit” ya da “en büyük yiğit” tamlamalara rastlanmaz. İnsanlar “ kahramanlaşabilir”,” kahramanlaştırılabilir”ler ama “yiğitleşmez”, “ yiğitleştirilemez”ler.“Kahramanlık” zorlama, acımasızlık kaldırır, “yiğitlik” kaldırmaz. “ Kahraman”ın gücünün yetmemesi söz konusu değildir. “Yiğit,” gücünün yetmeyebileceği teslim edilendir. “Kahraman,” gücü yetmediğinde kahraman olmaktan çıkar. Ünlü türküdeki “ yiğidim ya gücüm sana yetmiyor- (Neşet Ertaş) gibi, “ yiğit,” gücü yetmese de yiğit kalır. “Kahraman” başarısız olmaz, “yiğit” başarısız olabilir. Düşmanın “kahraman”ı olmaz, “yiğit”i olabilir. “Kahramanl”lık türküleri” vardır, “ yiğitlik türküleri” yoktur. “ Kahramanlık madalyası” verilir, “ yiğitlik madalyası” yoktur. Kahraman ilan edilebilinir, yiğit ilan edilmez.) ( Alev Alatlı 10.03. 2007) İşte O, tam bir "Türkmen Yiğidi" idi. Her türlü hâdise ve gâile karşısında istikametini bozmayan “yiğitçe duruş”un bir numunesi idi. Şahadetinden sonra anlaşıldı ki, O, her hanenin cenazesi olduğu gibi, yaşarken de her gönlün “yiğit”i imiş. Hatta o elim helikopter faciasında herkesin kafasının bir tarafında; “ O, bir çaresini bulmuş ve kurtulmuştur, O, böyle bir olayın bile çaresini bulabilecek bir yiğittir.” Şeklinde düşüncelerin oluştuğuna şahitliğimiz vardır. Belki de bizim siyaset dünyamız, yerli bir “yiğit”i içine almıyordu, alamıyordu. Hani şairin dediği gibi ;
“ Taşradan geldi çemen mülküne bîgâne deyu/ Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler.”
Sivaslı Yazıcıoğlu sülalesinden Halit oğlu Muhsin Bey, “ beklenen” idi. İçinden çıkılması meşakkatli milli bir meselemiz zuhur ettiğinde, anlı-şanlı politikacılarımızdan ziyade O’nun ne söyleyeceği ve ne yapacağı beklenirdi. Zira muhalif veya muvafık herkes bilirdi ki, O konuşursa adalet üzere konuşur. O konuşursa şahsi veya siyasi menfaat üzere değil “milli menfaat” üzere konuşur. İşte O’nun arkasına büyük kalabalıkların düşmemesinin sebeplerinden birisi de bu davranışı olabilir. 
O’nunla gönüllerimiz uzun senelere sâri birbirinden haberdar oldu hep. Bu zaman zarfında; elini, dilini, fikrini, zikrini, aklını, gönlünü ve gözünü kirlettiğine şahit olmadım. Aslında O’nunla yol arkadaşlığı yaparken siyasi kazancı ayan-beyan belli olan mebzul miktarda siyasi organizasyonlar etrafta oluşuyordu. İktidar yıldızı parlayan organizasyonları birçoklarının gördüğü ve bildiği gibi ben de görüyor ve biliyordum.Onların hiçbirisinin çerisinde yer almadım, yer almaya değer bulmadım. Şahsım olarak Sivaslı Yazıcıoğlu sülalesinden Halit oğlu Muhsin Beyi neden tercih ettim? Bir insan olarak, bir Müslüman olarak, bir Türk olarak ve Türk Milliyetçisi olarak fikirlerime fiillerimle ihanet edemezdim. Nefsimin makam, mevki, şan, şöhret ve dünyalık taleplerini engellemeye olabildiğince güç yetirebildim. Ama fikir ve gönül dünyamı nakzetmeye güç yetiremedim. 
Ve O’na “REİS” dedim.
Muhsin Başkan bir “tatlı söz” idi.
O “tatlı söz” şehadet parmağımdan kan kaybetmeme sebep olmadı.
O “YİĞİT”i sevdim.
Tercih ettim. 
Ve yol arkadaşı oldum. Ama hiç pişman olmadım. 
Mekânın cennet, oradaki yol arkadaşın Rasûlümüz, yâr ve yardımcın ALLAH (c.c) olsun.
Hakkını helal et Reis…
                               Mustafa Özarslan