İnsanın yeryüzünde kendisi için oluşturduğu doğal olan çevrenin dışındaki ve yeni yaşam tarzıyla paralel olarak oluşan yapay çevre, sürekli doğa aleyhine gelişmektedir. Doğal çevre daraldıkça ona karşı yapay çevre genişlemektedir. Her gün doğal kaynakların tüketimi, kirlenen hava, toprak, su, kesilen bunca ağaç ve yok olan orman alanları insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Abartmadan söyleyebiliriz ki, geleceğimiz ciddi tehlikelere gebedir.
20. yüzyılın sonlarına doğru çevre kirliliği sınır tanımamış, sağlık sorunları dikkat çekici oranda artmış, bu nedenle de dünyanın tüm ülkeleri arasındaki iletişim hızı, bilginin anında yayılması sonucu, belirli bir “çevre duyarlılığı” gündemimize girmiştir.
Peki bu yeterli midir? Elbette değildir. Tüm insanların, ülkelerin hatta doğrudan devletlerin kendilerini sorumlu hissetmeleri zorunludur. Planlı ve uzun vadeli bir çalışma gün yitirmeden başlatılmalıdır. Bu konudaki mevcut uluslararası anlaşmaların, uygulamaların yeterli olmadığı görülmektedir.
Doğru ve gerçek bir çevre duyarlılığının edinilmesi ve çevrenin korunması konusunda öncelik eğitimde olmalıdır. Dört temel alanda eğitim faydalı olacaktır: İlk eğitim aile içinde, okul öncesi ev yaşamında başlamalıdır. Sonrasında okul döneminde destek görmeli, daha bilimsel yaklaşımlarla gençler eğitilmelidir.
Sosyal yaşantı, yerel toplum alışkanlıkları ile bu eğitim bütünleşmeli, çevreye duyarlı bireylerin yetişmesi sağlanmalıdır. Çevre sorunlarına karşı olumlu düşünce ve girişimde bulunmaya istekli olan kişiler çevreye duyarlıdır. Bu bilinç düzeyi arttıkça çevreyi korumamız kolaylaşacaktır. Bu nedenle duyarsızlık ve tüm olumsuzluklara karşı tepki gösteren, aktif bir eğitim sistemi geliştirilmelidir.
Sosyal ortam yazılı, sözlü ve görsel medya ile tüm internet iletişim yolları (facebook, whatsapp, messenger vb) bu konuya duyarlı davranmalıdır. Sıraladığımız bu uzun vadeli, planlı çalışmanın temeli çevre sorunları ve çevre duyarlılığına öncelik veren bir “çevre eğitimi” olarak ele alınmalıdır.
İnsanlık, bireysel ya da toplumsal olarak da büyük bir değişim içindedir. Geliştikçe, zenginleştikçe bencilleşmektedir. İnsan yalnızlığa itilmektedir. Bunu da, “Ben özgür yaşıyorum,” iddiası ile kendisinden de gizlemektedir. Belki özgürdür ama yalnızdır. Bireyselleşme ve yalnızlaşma da duygusal körlüğe, sağırlığa neden olmaktadır.
Son bir kaç yüzyılda küresel düzeyde yaygın olan kültürel kalıp, “tüketicilik, tüketim anlayışı, çevre duyarsızlığı” yedi-sekiz milyar insana ev sahipliği yapan gezegenimiz için uygulanabilir bir kültürel paradigma değildir. Bize yaşam şansı veren bu gezegeni yok etmeden binlerce yıl devam edecek sürdürülebilir bir medeniyet oluşturmak zorundayız.
Yaşam tarzımızın, alışkanlıklarımızın, tüketim kültürümüzün, ekonomimizin gelecek nesiller için sürdürülebilir olmasını sağlamak zorundayız. Sorumsuz ve çevreye duyarsız yaşamaya devam edemeyiz. Ya bunu başaracağız ya da dünya ekosistemleri yerle bir olacak; büyük iklim değişiklikleri, dev fırtınalar, kitlesel kuraklıklar, seller, su kıtlığı, ani sıcak dalgaları ve bunların sonunda ortaya çıkacak olan toplu insan göçleri!
Çok karamsar bir tablo çizdiğimizin farkındayım. Her ne kadar işaretlerini görmeye başlamış olsak da yine de böyle bir geleceği kendimiz, çocuklarımız, torunlarımız ve tüm insanlık için istemediğimizden unuttuğumuz yalın bir gerçek var! İnsan olarak özellikle çevrenin ve doğanın korunmasına, var olma koşullarına hala ilgisiz kalıyorsak, bizi bekleyen büyük tehlikenin farkında mısınız?
Sosyolog, Aile Danışmanı, Eğitimci, Yazar, Funda Aydın